Günümüzde toplumların genel durumu incelendiğinde Rabbimizin hayattaki selametin ve düzenin kaynağı olan “Gerçekten biz, her şeyi bir ölçü ve denge ile yarattık”1 ayetinden uzaklaşıldığını görmekteyiz. Aşırılıklar ile insanlar birbiriyle yarışan robotlar misali son derece duygusuz, son derece tükenmiş bir tablonun içinde yaşam mücadelesi vermektedir. Yaşadığı toplumun alanına ve toplum rolüne ait hissetmeyen bireyler kendi aralarında sevgi dolu güvenli bağlar da oluşturamamaktadırlar. Toplumun bu durumda olmasının ilk kaynağı ailelerdir. Genel olarak aileler mükemmeliyetçilik duygusu üzerine kuruludurlar. Eşler birbirlerinin rolleri konusunda yüksek beklentiler içinde olup ebeveyn olduktan sonra çocuklarından da aynı dozda beklenti içerisinde olurlar. Çocuk, akranlarını geçmek için çok küçük yaşlarda sınavlara tabi tutulur ve sosyal gelişimi ikinci plana atılır. Baba daha çok mal üretip kârlı bir ticaret gerçekleştirmek için evini sadece dinlenme yeri olarak görür. Anne çalışıyorsa toplumda engellenmemek ve çalışan kadın modelini ispatlamak için hem evde hem dışarda üst düzey bir çaba harcamaktadır. Yetişememe duygusu tükenmişlik sendromuna zemin hazırlar. Eğer anne çalışmıyorsa yemek, temizlik ve düzen üçlüsü arasında gidip gelmektedir. Böylelikle beyne yeni düşünce ve anlamlar yüklemediğinde çeşitli takıntılar geliştirmektedir. Dolayısıyla aile üyeleri tüm bu beklentileri karşılayamadığında özgüvenleri zarar görmektedir. Var olan enerjilerini yenileyerek devam etmeleri gerekirken tükete tükete devam etmekte ve zamanla içinde bulundukları rollerine karşı yabancılaşmaktadırlar.
Bu durumda aile bireyleri var olan enerjilerini yenileyerek nasıl yaşamdaki rollerine devam edebilirler?
1. Kişisel Sınırların Farkına Varılması: Aile bireylerinin içinde bulunduğu gelişim dönemine uygun, ulaşabilecek hedefler edinmesi ve bu hedefleri aile bireyleriyle paylaşması gerekir. Dolayısıyla aile bireyleri birbirine gelişim mekânları ve gelişim zamanları sunmak için destek olmalıdırlar. Peygamber Efendimiz asr-ı saadette eşlerinin sosyal gelişimine, eğitimine destek olmuştur. Ümmetin anneleri, aile mektebinde yetişip dönemin kadınlarına yol göstermişlerdir. Hz. Aişe’nin en çok hadis rivayet edenlerin arasında bulunması, Hz. Peygamber’in eşi Hz. Hafsa’nın okuma yazma öğrenmek için Şifa binti Abdullah’a gitmesi2 ve o dönemin zor şartlarına rağmen dokumacılık, inşaat işleri, kumaş boyama, deri tabaklama, ebelik gibi birçok alanda kendilerini geliştirmeleri yaşam becerileri kazandıklarını göstermektedir. Peygamber Efendimiz eşlerine gelişim alanları ve zamanları sunarak onların sadece ev işleriyle uğraşmamalarını sağlamış, sosyalleşmelerine de önem vermiştir. Hz. Peygamber genç hanımı Hz. Aişe ile beraber yürüyüşlere gitmiş, bu yürüyüşlerde kendisiyle koşu müsabakası yapmıştır.3 Çeşitli oyunları izlemek için Hz. Aişe annemize eşlik etmiştir.
2. Yaşam Boyu Öğrenme İhtiyacının Karşılanması: İnsan yaşamın her anında neredeyse yeni durumlarla karşılaşmaktadır. Bu durumların bilgisine sahip olmak için öğrenmeye ihtiyacı vardır. Öğrendikleri ise kendisine yol göstererek daha kaliteli yaşamasını sağlar. Örneğin bir kadın gebe olup anne adayı olduğunda farklı bir döneme geçiş yapmaktadır. Dolayısıyla aile bireyleri birlikte bu dönem hakkında bilgi sahibi olurlarsa anne adayından beklentilerini azaltır, böylelikle annenin hem fiziksel hem psikolojik durumuna destek olurlar.
3. İhtiyaçlarında Ölçülü ve Dengeli Olmak: Nasıl ki vücudumuza her vitamini olması gerektiği kadar alıyorsak, sosyal ihtiyaçlarımızı da aşırıya gitmeden gidermeliyiz. İhtiyaçlarımızda aşırıya gittiğimizde aile bireylerimizin yaşam alanlarını ve özgürlüklerini kısıtlamış oluruz. Örneğin bir baba eşinin ve çocuklarının fazlaca ihtiyaçlarını gidermek için günün yarısını çalışmakla geçirip ek iş yapma derdine düşmekte ve kendine pek zaman ayırmadığı için özgürlüğü kısıtlanmaktadır. Aile bireyleri şartları düşünerek bazen de ertelenebilecekleri ihtiyaçları erteleyebilirler. Platon’a göre eğer bir kimse yaşamında ölçülü ve dengeli olursa iç dünyasını da düzene koyar, kendisine hâkim olmayı ve kendisiyle barışık olmasını da bilir. Dolayısıyla iç dünyası aşırılıklardan arınarak duygu ve düşüncelerinde orta halli olur ve huzuru yaşar.4
Allah Rasulü aile hayatında dengeyi yakalayarak eşleri arasında sevgi ve muhabbeti en güzel şekilde yaşamıştır. Bu noktada Hz. Hatice eşine son derece bağlı ve itaatkâr bir hanımdı. Eşinin bütün hizmetlerini kendisi görür, hizmetçi kullanmazdı. O’nun kızabileceği ve hoşuna gitmeyeceği hiçbir şey yapmazdı. Onu sevindirmek için her çareye başvururdu.5 Rasulallah da “İmran kızı Meryem zamanının kadınlarının en iyisidir, Hatice de kendi zamanının kadınlarının en iyisidir” buyurarak sevgili eşini övmüştür. Allah Rasulü, eşinin kendisine olan sevgi ve güvenine aynısı ile mukabelede bulunmuş ve bu sevginin kendi gönlüne Allah tarafından rızık olarak konulduğunu söylemiştir.6 Aile bireyleri karşılıklı fedakârlık ve saygıda bulununca aralarındaki sevgi bağının güçlenmesi de en güzel sonuçtur.
Bu maddeleri ve içeriklerini çoğaltmak mümkündür. Bu noktalara dikkat edilmediğinde bireyler tükenmişlik sendromuyla karşı karşıya kalmaktadır. Mükemmeliyetçilik, benmerkezcilik, işkolik olma ve özgüven eksikliği bu sendroma güçlü zemin hazırlamaktadır. Tükenmişlik sendromu “Yıpranma, başarısızlık, enerji kaybı ya da karşılanamayan arzular sebebiyle bireyin iç kaynaklarının tükenmesi”dir.7 Böyle yaşayan insanların yaşam kalitesi zamanla düşer. Hem kendilerine hem de ailelerine ulaşamayacak konuma gelirler.
Peygamber Efendimiz asırlar öncesinden ölçülü yaşamanın formülünü bize vererek tükenmişlik sendromundan Müslümanları korumuştur. Peygamber Efendimiz her gün oruç tutmak, bütün gece Kur’an okumak isteyen Abdullah İbn-i Ömer İbn-i el-As’a: “Her aydan üç gün oruç tutman yeter” buyurmuştur. “Ey Allah’ın Elçisi! Benim bundan fazlasına gücüm yeter” demesi üzerine Hz. Peygamber ona cevaben: “Üzerinde eşinin, ziyaretçilerinin, çocuklarının ve bedeninin hakkı vardır”8 buyurarak insanın bu dünyada ölçülü ve dengeli beslenmesi gerektiğini ayrıca sorumluluklarından kaçınmamasını öğütlemiştir. Hz. Peygamberin evdeki durumunu da Hz. Aişe’den şöyle öğreniyoruz: “O, elbiselerini yamar, evi süpürür, keçileri sağar, çarşıdan alışveriş yapar, ayakkabılarını ve delik su kaplarını tamir ederdi. Develeri bağlar, onların yemlerini verirdi.”9 Bu rivayetten Rasulullah’ın gerektiği durum ve şartlarda ev işlerinde eşlerine yardımcı olduğu anlaşılmaktadır. Hz. Peygamber aile bireylerinin sorumluluklarını dengeli bir şekilde yerine getirmede üstün bir modeldir. Dolayısıyla aile yaşamında sünneti rehber edinen aileler enerjilerini yenileyerek devam ederler ve tükenme noktasına gelmezler. Kısacası Rasulullah’ın ailesinden olan bir birey hem kendisini kıymetli hissediyor hem var olan destekten dolayı kendini güçlü hissediyor ve doğal olarak her işi yapma konusunda motive oluyor.
Kıymetli ebeveynler öyle aileler inşa edelim ki o aileler hem bizim mektebimiz olsun hem de sevgi dolu huzur sığınaklarımız. Böyle aileler inşa etmek duasıyla Allah’a emanet olun...
1. Kamer, 49
2. İbn-i Hanbel, el-Müsned, c. VI, s. 372
3. İbn Mace, Sünen, Nikâh, 50
4. Platon, Devlet
5. Kazıcı, Z. (1997). Hz. Muhammed’in Aile Hayatı ve Eşleri. MÜİFAV Yay
6. Müslim, Ebu’l-Hüseyn İbnu’l-Haccac el-Kuşeyri, (1992). El-Camiu’s-Sahih
7. Freudenberger, H. (1974), Staff burn‐out. Journal of Social Issues, 30, 159-165
8. Buhari, Müslim
9. Buhari