Tefsir

Allah Onları, Onlar Da Allah'ı Severler!

Paylaş:

                 “Ey müminler, içinizden kim dininden dönerse bilsin ki yakında Allah öyle bir grup ortaya çıkaracak ki, Allah’ın onları sevdiği gibi onlar da O’nu severler, bunlar müminlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı onurlu davranırlar, Allah yolunda cihad ederler, hiç kimsenin yergisinden ve kınamasından çekinmezler. Bu Allah’ın bağışıdır, onu dilediğine verir. Allah’ın lütfu geniştir, O her şeyi bilir.”1

                Allah’ın mümin grubu seçmesi, yeryüzünde Allah’ın dininin yürürlüğe koyulması bağlamında “takdir-i ilahi”nin gerçekleşmesine vesile olmaları, insanların yaşamlarında Allah’ın otoritesini egemen kılmaları, tavır ve düzenleri O’nun sistemine göre belirlemeleri, her meselede, her sorunda O’nun şeriatını uygulamaları ve de bu sistem sayesinde yeryüzünde kurtuluşu, iyiliği, temizliği ve gelişmeyi sağlamaları içindir. Bunları gerçekleştirmek üzere müminlerin seçilmiş olması, Allah’ın bir lütfu, bir bağışıdır. Bir kişi bu lütfu reddeder ve kendini bundan yoksun kılmayı dilerse, -her kim olursa olsun- Allah’ın ne ona ne de bir başkasına ihtiyacı olmadığını unutmamalıdır. Allah kendilerinin bu yüce lütfa layık olduklarını bilen kullarını, elbette ki seçecektir.

                Ayet-i Kerime’nin burada çizdiği seçkin topluluğun bu tablosu, karakteristik özellikleri son derece belirgin, çizgileri de oldukça güçlü bir tablodur. Parlak ve çekici olduğu kadar, kalplere de son derece sempatik gelmektedir.

                “…Allah öyle bir grup ortaya çıkaracak ki, Allah onları sever onlar da O’nu severler.”

                Karşılıklı sevgi ve hoşnutluk, onlarla Rableri arasındaki bağı oluşturmaktadır. İşte bu topluluğu şefkatli Rablerine bağlayan bu akıcı, yumuşak, aydınlık yüce ve tatlı duygudur.

                Yüce Allah’ın, kullarından birini sevmesi; O’nu, kendisini vasfettiği biçimde tanıyan, sıfatlarıyla birlikte bilen, bir de bu sıfatların melodisini; duygusunda, benliğinde, bilincinde ve varlığında hissedenden başka hiçbir idrakin değerini ölçmediği bir şeydir. Evet, bu lütfun gerçek değerini, onu bağışlayanın hakikatini bilen takdir edebilir. Kimdir Allah? Bu dehşet verici evrenin yaratıcısı kimdir? Küçücük bir bedene sahip olduğu halde koca evrenin bir özeti sayılan insanı kim yaratmıştır? Bu yüceliğe, bu güce ve bu birliğe sahip olan kimdir? Kimdir tek başına egemen olan? Kimdir O ve sevgisinden lütfettiği kul kimdir? Evet, bunları kavrayan üstün, ulu, daima diri, öncesiz ve sonrasız ilk ve son, açık ve gizli olan Allah’ın yarattığı bu kula bağışladığı nimetin değerini de bilir.

                Kulun Rabbini sevmesi de ancak tadına varan birinin algılayabileceği bir nimettir. Yüce Allah’ın kullarından herhangi birine yönelik sevgisi, olağanüstü ve büyük bir olgudur. İnsanı bürüyen bol bir lütuf olduğu gibi, yüce Allah’ın kuluna doğru yolu göstermesi, kendini sevdirmesi ve hiçbir sevgide eşi ve benzeri bulunmayan bu güzel ve eşsiz lezzeti tattırması da olağanüstü ve büyük bir nimet, insanı bürüyen bol bir lütuftur.

                Yüce Allah’ın kullarından herhangi birine yönelik sevgisi, ifadenin vasfedemeyeceği bir olay olunca; kullarından birinin O’na yönelik sevgisi de zaman zaman sevenlerin sözlerinde örneklerini görmekle beraber, ifade ve tasvir edebilmesi son derece güç bir olaydır. İşte gerçek tasavvuf adamlarının yükseldiği kapı burasıdır. -Ancak bunlar da son derece azdırlar- Rabia el-Adeviye’nin şu beyitleri hâlâ o eşsiz sevginin gerçek tadını duygularıma taşımaktadır!

                “Sen tatlı ol da, koca hayat acılarla dolsun, Yeter ki Sen hoşnut ol da, isterse tüm yaratıklar dargın olsun. Seninle aramız iyi olduktan sonra Âlemler bozuk olsa ne çıkar. Senin sevgin olduktan sonra, gerisi boştur. Çünkü toprağın üstünde olan her şey topraktır.”

                İşte İslam düşüncesi, müminle Rabbini, bu harikulade ve sevimli bağla birbirine bağlamaktadır. Bir kereye özgü geçici bir duygu değildir bu. Aksine bu sağlam yapılı düşüncede yer alan bir öz, bir gerçek ve bir öğedir.

                “İman edip salih ameller işleyenlere, Rahman; onlara bir sevgi kılacaktır.”2 “…Kuşkusuz Rabbim merhametlidir, sevendir.”3 “Eğer kullarım sana benden sorarlarsa, onlara de ki; ben kendilerine yakınım, bana dua edenin duasını, dua edince kabul ederim.”4 “…Müminler en çok Allah’ı severler.”5 “De ki; Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah sizi sevsin”6 benzeri ayetler çoktur. Bu dine inanmış seçkin müminler topluluğunun sıfatları sıralanırken, şu olağanüstü ifade yer almaktadır! “Allah’ın onları sevdiği gibi onlar da O’nu severler.”

                Bu ifade, ağır yükün altında bükülen mümin gönlün ihtiyaç duyduğu bir hava estiriyor. Artık, mümin nimetleri veren yüce Allah tarafından seçildiğini, kendisine lütfedildiğini ve Rabbine yaklaştırıldığını anlıyor. Biricik Rabbi ile kulu arasındaki bağı gösteren başka bir ayeti okuyalım:

                “Onlar Allah’tan hoşnut, Allah da onlardan hoşnuttur”7

                Allah’tan gelen bu hoşnutluk, her nimetten daha tatlı ve daha yücedir. Ve onların ruhlarındaki Rablerinden şu hoşnutlukları, Rablerinin kendileri için planlanmış olduğu şeylerden razı olmaları, O’nun kendilerine olan ihsanından memnun olmaları, Rableri ile aralarındaki bağdan hoşnut olmaları, ruhu sükunete kavuşturan, derin ve katıksız bir sevinç ve iç huzuru bahşeden bu hoşnutluk her nimetten daha yüce ve daha tatlıdır. Bu ifade çağrışımlarını bizzat kendisi vermektedir. “Allah onlardan razıdır onlar da Allah’tan razıdır.” Başka hiçbir ifade biçimi bu ifadenin verdiği çağrışımı veremez.

                Bu öyle bir durum, öyle bir yüce konum, öyle bir havadır ki, insan sözleri ile ifade edilemez; ancak ayetin kelimeleri arasından sezilebilir, koklanabilir ve algılanabilir. Ama bunun için coşkun bekleyişli bir ruhun, açık bir kalbin ve yüce Allah ile ilişki halinde bir duyum mekanizmasının var olması gerekir.

                İşte bu bahtiyarlar ile Rableri arasında egemen olan sürekli hal budur; “Allah onlardan hoşnut olduğu gibi, onlar da Allah’tan hoşnut olmuşlardır.” Ayrıca bu ilahi hoşnutluğun kanıtlayıcı belirtisi onları bekliyor. Okuyoruz:

                “Allah, onlara altlarından nehirler akan ve içlerinde ebedi olarak kalacakları cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş, büyük başarı budur.”8 Hangi kurtuluş, hangi başarı ondan ve bundan sonra “büyük” sıfatını taşıyabilir?

1.Mâide, 54

2.Meryem, 96

3.Hud, 90

4.Bakara, 186

5.Bakara, 165

6.Al-i İmran, 31

7.Tevbe, 100

8.Tevbe, 100