İnsanoğlu şu dünyada ne için var olduğunu ve nereye doğru yürüdüğünü bilmezse yeryüzünün en azılı yaratığı haline döner. Diğer taraftan insan ne olduğunun ve nereye gittiğinin farkında olduğunda yeryüzünün en kıymetli varlığına dönüşür.
Çokça duymuşsunuzdur ‘teyakkuz’ kelimesini. Aslında bir kalp halidir teyakkuzda olmak. Ya da yakaza halinde uyanık bulunmak. Peki insan neye/ne için uyanık olacaktır? Gözleri açık olan insan uyuyor mu ki ondan kalbi teyakkuz bekleyelim. Kalp uyanık olunca ne olur ki? Kalbin gözü var mıdır?
İnsan daima imtihanda olduğunu ve ahirette hesap vereceğini hatırda tutmalı, uyanık olmalıdır. Yani uzlete çekilmek istiyorsa asıl uzlet, Allah’ın hoşlanmadığı şeylerden nefsini azletmek suretiyle olur. Allah’a ünsiyet yani yakınlık duymak istiyorsa bu, Allah’ın emrettiği hükümleri yerine getirip sevdiği şeylere sarılmak ve teslim olmakla olur.
Tasavvufta Allah’a yakınlığı, bağlı olmayı, O’nu tanımayı ve bilmeyi, O’nun gözetiminde olduğunu fark etmeyi anlatan birçok hâl ve makam vardır. İşte bu hâl ve makamlara ulaşmak ancak kalbin sürekli teyakkuz halinde olması ile mümkündür. En sonunda ulaşacağımız ihsan makamı, yani murakabe makamı da teyakkuzda olmakla elde edilir. Nitekim Cibril hadisi diye bilinen bir hadis-i şerif şöyledir:
“Cibril Hz. Peygamber’e; “Bana ihsanı anlat” dedi. Rasulullah; “İhsan, Allah’ı görüyormuş gibi ibadet etmendir. Sen onu görmesen de O, seni görüyor” buyurdu.1
Yani ihsan makamında olanlar Allah’ı görüyormuşçasına amel ederler, kalpleri her an uyanıktır, Allah ile aralarında hiçbir perde kalmamıştır. İşte bu makama ulaşmak için önce yakaza yani kalbi uyanıklığa ulaşmak gerekir. Peki, bu uyanıklığa nasıl erişilir? Bir Kutsi Hadis’te Rabbimiz şöyle buyurmuştur:
“Kulum, kendisine emrettiğim farzlardan daha sevimli her han gi bir şeyle bana yakınlık sağlayamaz. Kulum bana (farzlara ilâveten işlediği) nâfile ibâdet lerle de durmadan yaklaşır; nihâyet ben onu severim. Kulumu sevince de ben onun (âdetâ) konuşan lisânı, akleden kalbi, işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Ben den ne isterse, mutlaka veririm, yardım istediğinde yardım ederim, bana sığınırsa onu korurum…”2
İlk önce sağlam bir Tevhid inancıyla yola çıkılacak ve farzlarda kusursuz olunacak, ardından nafile ibadetler yani teheccüd namazı, tesbihat, zikir, tefekkür, muhasebe, tedebbür (Kur’an’ı ibretle okumak), nefisle mücahede için nafile oruçlar, az uyku, az konuşmak, ilimle meşgul olmak, Allah’ın davasına yardımcı olmak gibi salih amellerle murakabeye açılan teyakkuz kapısı açılmış olacak.
Teyakkuz, murakabe makamının kapısıdır. Kul önce kalbini arındırıp Rabbine uyandıktan sonra basamak basamak ilerlemeye başlayacaktır. Önce bunu İmam Gazali’nin talebesine vasiyetinde söylediği gibi şu üç şeyi yaparak başlatırız;
“Oğlum! Şu üç ibadetinde mutlak surette kalbini teyakkuz hâlinde bulundur, aklın ve kalbin başka yerde olmasın! Bunlar, Kur’an-ı Kerîm okurken, Rabbini zikrederken ve namaz kılarken. Bu üç hâlde bir an bile aklını ve gönlünü başka yere verme. Allah’ın huzurunda olduğunu unutma!”
İşte bu üç yerde uyanık ve farkında olduktan sonra yükseliş devam eder. Teyakkuzdan sonra uzlet ve ünsiyet başlar. Kul nelerden azletmesi gerektiğini ve ne ile yakınlaşacağını anlar. Ardından kulda huşu hali belirir. Her daim Rabbine derin bir saygı ve muhabbet hisseder. Zikirle bu derinliği arttırırken tefekkürle yakine ulaşır. Perdeler bir bir açılmaya başlar ve Seyr-i İlallah’ta epey mesafe kat etmiş olur. Ama daha başlangıçtır bu. İlmel yakin, aynel yakin ve hakkal yakin derecesinde bir imana ulaştıktan sonra sabırla yolu aşmaya devam eder.
Kul yakaza halini kalbinin uyanık olmasını sürdürmesi için ona kesintisiz bir enerji lazımdır. Bu enerji ihlastır. İhlas tüm ibadetlerin ruhudur. Her şeyin özüdür. Kalbi uyanık tutmak ancak ihlas ile Rabbinin kendisini görüp mükafatını vereceğini bilmekle mümkündür. Kul, basamakları çıktıkça marifetullah sahneleri bir bir gözünde canlanır, tanıdıkça sever, sevdikçe yol alır. Bu yolculuk öyle lezzetlidir ki Malik bin Dinar Rahimehullah’a şu sözü söyletmiştir:
“Şu iki şey hariç dünyada safa kalmadı:
1. Kardeşlerle karşılaşmak ve onlarla sohbet etmek,
2. Teheccüd namazına kalkmak ve onda doya doya zikir ve Kur’an ile meşgul olmak.
Hasan-ı Basri Radıyallahu Anh’a da şunu söyletmiştir: “Bizans’ın Hükümdarları bizdeki imanın lezzetini bilselerdi, onu almak için üzerimize ordular gönderirlerdi.”
Kalbin uyanıklığı ile asıl ulaşılması istenen makam murakabe makamı, yani ihsan makamıdır demiştik. Kul buraya ulaştığında yukarıdaki Kutsi Hadis’te anlatılan olaylar kulda vuku bulmaya başlar. Allah ile görmeye, Allah ile konuşmaya, Allah ile tutmaya ve adım atmaya başlar. Yani kısacası kulun iradesi devreden çıkmıştır. Her halinde Rabbi onu adım adım kendisine yaklaştırır. Murakabesi onu mukarrebun kullardan, yani Allah’ın çekip kendisine yakınlaştırdığı kullardan olmaya götürür. Artık yaklaşmak için kul gayreti nihayetine ermiştir, Rahman onu ayakta ve diri tutar, uyanık kılar.
Nasıl ki dil zikreder ve sonunda kalp de buna eşlik eder. Ardından kalbin zikrini devam ettirmesi için çok bir çabaya ihtiyaç kalmamıştır. Rabbi, kalbini ve tüm hücrelerini teslim almıştır. Kulun hatırlamak için gayret etmesine mahal yoktur. Rabbi, kalbi kendisine yurt edinmiştir. Yürek devleti inşa edilmiştir.
Rabbimiz her daim Allah ile uyanan, Allah’a uyanık kalan, kalbini günahlara karşı uzlete çeken, günahlardan azl olan, Rabbine hep bir adım, bir bakış, bir nefes, bir kalp atışı kadar yakın olan, imanın ve ünsiyetin lezzetini tüm sinesinde hisseden mukarrebun ve muhsin kullarından eylesin bizleri. Amin…
1. Buhari, İman, 38
2. Buhari, Rikak, 38