Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir hadisinde; “Kendisine dünyadan uzaklaşıp zühd içinde yaşama hâli ve bunu anlatma nimeti ihsan edilmiş birini görürseniz, O’na yaklaşıp kendisinden istifade edin, çünkü o sizlere hikmet kazandırır” buyurmuştur.
Hz. Ebubekir Radıyallahu Anh, halifeliği sırasında oldukça sade bir hayat yaşamıştır. Hatta vefatı esnasında, kendisine ait bir arazi parçasının satılarak hilâfeti müddetince maaş olarak devlet hazinesinden aldığı miktarın geri ödenmesini vasiyet etmiştir.
Hz. Ömer Radıyallahu Anh’ın da son derece zahidane bir hayata sahip olduğu bilinmektedir. Halifelik yıllarında üzerinde on iki yama bulunan bir gömlekle halka hutbe okuduğu meşhurdur. Kızı Hafsa, Allah’ın bol rızık ve hayır ihsan etmesi sebebiyle, yumuşak elbiseler giymesini, güzel yemekler yemesini teklif ettiğinde o, Rasulullah’ın çektiği geçim sıkıntısını anlatmış ve: “Allah’a yemin olsun ki şayet başarabilirsem, Allah Rasulü’ne ve Hz. Ebubekir’e tâbi olup onların yaşadığı gibi yaşayacağım. Belki bu sayede onların ahirette elde ettikleri güzel hayata ulaşabilirim” demiştir.
Efendimiz’in; “Dünyaya karşı en az meyli olan birini görmek isteyen, ona baksın” diye övdüğü bu büyük sahabe Ebu Zer el-Gıfari, hayatının sonuna kadar zühd ve takvanın, kanaat ve istiğnanın temsilcisi olmuştur. Sade ve basit yaşamayı, şatafattan uzak kalmayı seven Ebu Zer el-Gıfari’ye beytülmalden dört bin dinar tahsis edildiği halde, bunun pek azından istifade ederek çoğunu fakirlere dağıtmıştır. İki dirhemi olanın bir dirhemi bulunana göre daha ağır hesaba çekileceğini söyleyen bu sahabe, kendisine Şam valisi tarafından gönderilen üç yüz dinarı; “Bizden daha garip bir kimse bulamamış mı? Bizim başımızı sokacağımız bir yerimiz, istifade edeceğimiz koyunlarımız ve bize hizmet eden bir de hizmetçimiz var. Bundan daha fazlasına sâhip olmaktan korkarım” diyerek geri yollamıştır.
Oğlu Abdullah’ın odasına girdiğinde et yediğini gören Hz. Ömer: “Sen her canının çektiğini yiyor musun? Bilmez misin ki, insanın canının çektiği her şeyi yemesi israf, israf ise haramdır” diye çıkışmıştı. Halifeliği zamanında pek çok köleleri bulunmasına rağmen, sırtına yüklendiği odun destesini taşırdı. “Niye bunu adamlarına taşıtmıyorsun?” diyenlere de “Nefsimi denemek ve onu ıslah etmek istiyorum” cevabını verirdi.
Abdullah b. Mes’ud güzel ve yüksek bir ev yaptırmış ve Ammar b. Yasir’i evine çağırmıştı. Ammar ise evi görünce, “Evin yüksek, emelin büyük, ölümün yakın” demiştir.
Hz. Ebubekir’e bir gün, içmesi için bal şerbeti ikram edilmişti. Ne var ki o, şerbeti ağzına yaklaştırdığında ağlamaya başladı. Yanındakiler de gözyaşlarını tutamadılar. Ağlamasının sebebi sorulunca şu cevabı verdi: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte bulunuyordum. O sırada; Uzaklaş benden, uzaklaş benden! diyerek, bir şeyi yanından kovmaya çalıştığını gördüm. Ancak ben bir şey göremiyordum. Ne olduğunu öğrenmek isteyince, Efendimiz şunları söyledi: Dünya bütün varlığıyla bana gösterildi. Ona, benden uzaklaş dedim. O da uzaklaştı, ancak şöyle seslendi; Allah’a yemin olsun ki benden kaçıp kurtulsan da senden sonra gelenler benden kaçamayacaklar! Hz. Ebubekir, sözlerine devamla “İşte ben de dünya sevgisine kapılmaktan korktum ve bu sebeple ağladım.”
Hz. Ali Radıyallahu Anh’a: “Nedir bu hâlin ey Ali, kabirleri komşu mu edindin?” dediklerinde şu cevabı verdi: “Onların sadık komşular olduğunu gördüm! Zira hiçbir kötülük yapmıyorlar ve ahireti hatırlatıyorlar!”
Abdullah b. İyaz babasından nakleder: Bir gün, Ömer b. Abdülaziz yanındakilerle beraber bir cenazeyi defnetmişlerdi. Cemaat dağılmıştı. Ömer b. Abdülaziz bir müddet kabrin başında kaldı.
Yanındakiler sordu: “Ey mü’minlerin emiri, siz bu cenazenin sahibi değilsiniz. Niçin burada bu kadar uzun kaldınız?” Onlara şu şekilde cevap verdi: Bana kabir, hal lisanı ile, “onların kefenlerini yırtıyorum, vücutlarını parçalıyorum, kanlarını emiyorum… Hâlâ benden ibret alınmıyor!” diyor.
Bu sözleri söyledikten sonra Halife ağlamaya başladı. Etrafındaki yakınlarına şu nasihatte bulundu: “Dünya ne kadar aldatıcı! Dünyada üstün mevki ve varlık sahibi olmak hiç fayda vermiyor. Genç ihtiyarlıyor, sonunda ölüyor. Sakın dünyanın fâni lezzet ve sefası bizi aldatmasın! Hani nerede bizden evvel yaşayıp, ölümü kendisine uzak görenler? Burada sıhhat, güç ve kuvvetlerine aldandılar. Bu yüzden günah işlediler. Çok zavallı kimseler de onlara gıpta edip “Biz de onlar gibi yaşasak” diyorlardı. Şimdi onlara ne oldu? Toprak bedenlerini yedi, kemikleri kurtlara azık oldu. Hâlbuki onlar, dünyada iken kuvvetli bir aile içendeydiler. Herkes kendilerine ikram ediyordu. Şimdi ise heyhat!”