TALİBAN KİMDİR?
Taliban sözcüğü Arapça “talebe” kökünden türemektedir. Talebe Arapçada bir şeyi aramak, rica etmek, istemek anlamlarına gelir. Sözcüğün özdeşleştiği kişiler medrese öğrencileri olduğu için sözcük genel olarak medya tarafından “Taliban İslami Hareketi”, “Taliban Grubu” şeklinde adlandırılmıştır.
Afganistan’da doğan Taliban Hareketi, bölge tarihinde ilk taliban (talebeler) hareketi değildir. Bu hareketin kaynağı aslında; bölgenin tarihinde çok önemli bir yere sahip olan Deoband’deki Dar-ul Ulum Medresesi ve Cemaat-ı Ulema-yı Hind ve Aligarh Üniversitelerinin kuruluşuna, 19. asra kadar gitmektedir. O dönemde bölgeyi sömüren İngilizlere karşı direnişin ilk kıvılcımı da yine bu medreselerden çıkmıştır. Bu iki İslami okul, Sovyetlerin Afganistan’ı işgalinden sonra da etkili olmaya devam etmiş ve özellikle işgalde sahipsiz kalan çocuklar başta olmak üzere, Afgan çocuklarını yetiştirmeye başlamıştır. Bu okullar, komünist sistemin Afganistan’a yerleşmesine mani olmak için mücahidlerin hazırlanmasında ve işgalcilere karşı verilen cihatta çok büyük rol oynamışlardır.
Taliban Hareketinin, kurulmasından itibaren çok hızlı bir şekilde güçlenmesinin nedenlerini anlayabilmek için ülkenin geçmişten, hareketin kurulduğu güne kadar hangi süreçleri yaşadığına kısaca bir göz atmak gerekir.
TALİBAN ÖNCESİ DURUM
İstilalarla dolu bir tarihe sahip olan Afganistan, Pakistan ile yaşadığı Peştunistan sorunundan dolayı 1950’lerden itibaren Sovyetler ile yakınlaşmıştı. 1973 yılına gelindiğinde Kral Zahid Han İtalya’da tatildeyken damadı Davud Han kansız bir darbeyle yönetimi ele geçirmiş ve Kral, 40 yıldır oturduğu tahtını terk etmek zorunda kalmıştı. Davud Han solcu subayların desteğini alarak yönetimi ele geçirince krallığı kaldırıp yerine cumhuriyeti ilan etmişti.
Başa geçtikten sonra ABD ve SSCB’nin etkisinden kurtulmak ve İslami örgütlerle yakınlaşmak isteyen Davud Han, Halk Kanadı lideri Hafizullah Emin’in düzenlediği askeri darbeyle öldürülmüş, 27 Nisan 1978’de Afganistan Demokratik Halk Partisi (ADHP) dönemi başlamış ve ülke Sovyetlerin uydusu haline gelmişti. Bu süreçte birkaç kez daha darbelerle çalkalanan ülke; 24 Aralık 1979’da SSCB tarafından (komünist subayların da davetiyle) fiilen işgal edilmiş, o tarihte yine iktidarı elinde bulunduran Hafizullah Emin ise CIA ajanı olmakla suçlanıp öldürülmüştü.
Komünist iktidarların ardından Sovyetlerin Afganistan’ı işgali Afgan halkı tarafından tepkiyle karşılanmış, bunun üzerine Afgan İslami hareketleri halktan destek görmeye başlamıştır. Dolayısıyla Sovyet işgali ve bu duruma duyulan tepki, “Afgan mücahidleri” adı verilen grupların doğmasına sebep olmuş ve bu gruplar ilerleyen dönemlerde ortaya çıkacak olan Taliban gibi yapıların güçlenmesine zemin hazırlamıştır.
SOVYETLER ARDINDA İÇ KARIŞIKLIK BIRAKTI
Şubat 1989’da Sovyetlerin Afganistan’dan tamamen çekilmesine kadar olan süreçte ve daha sonrasında ülkedeki iç çatışmalar ve isyanlar devam etmiş, istikrarsızlığa çözüm bulabilecek bir “kurtarıcı”ya ihtiyaç duyulmuştur.
Sovyetler Birliği henüz Afganistan’dan çekilmeden istikrarsızlık sinyalleri vermeye başlayan ortamda, Sovyet yanlısı Necibullah rejimine karşı 7 mücahid grup bir araya gelerek Gulbeddin Hikmetyar başkanlığında Afganistan Mücahitleri İslami İttifakı’nı kurmuştur. Bu ittifak Necibullah rejimini tanımadığını ve mevcut hükümetin yerine kendilerinin yeni bir hükümet kurmaları gerektiğini dile getirse de Kabil tarafından kabul edilmemiştir. Bunun üzerine Peşaver’de geçici bir hükümet kurarak başkanlığına Ahmet Geylani’yi getirdiklerini açıklamışladır. Kendi aralarındaki anlaşmaya göre hükümetin başkanı her 3 ayda bir değişecek, böylelikle başta Hikmetyar ve Rabbani olmak üzere her grubun liderine başkanlık yolu açılmış olacaktı.
1990 yılında SSCB’de patlak veren olaylar ve Sovyet bloğunun dağılması ile Kabil’e gönderilen silah yardımı kesilince Necibullah, Afgan komutanlarıyla işbirliği yoluna gitmiştir. Özbek General Abdurraşid Dostum’un gücünün farkında olan Necibullah, Dostum’u devre dışı bırakmak isteyince Dostum, mücahit grupların komutanlarından Ahmet Şah Mesud’la irtibata geçerek mücahitlerle birlikte hareket edebileceğini söylemiştir. Şah Mesud’la anlaşan General Dostum’un birlikleri başkent Kabil’de önemli noktaları ele geçirince Necibullah istifa etmek zorunda kalmıştır.
25 Nisan 1992’de Şah Mesud Pakistan’da örgütlenen mücahit gruplara çağrı yaparak hükümet kurmalarını istemiştir, konsey başkanlığına Sıbgatullah Müceddidi seçilmiş ve 2 aylık sürelerle başkanın değişeceği karara bağlanmıştır. Ancak Müceddidi 2 ay yerine 2 yıl başkanlıkta kalacağını açıklayınca mücahit gruplar arasında anlaşmazlık ortaya çıkmıştır. Hikmetyar, Müceddidi’nin başkanlığına itiraz edince çatışmalar daha da kuvvetlenmiştir. Bunun üzerine Şubat 1992’de Müceddidi’nin yerine Rabbani getirilmiş fakat bu kez de Rabbani’nin yardımcılığını istemeyen Hikmetyar saldırılarına devam etmiştir. Bu arada General Dostum ve İran’daki Şii milislerin de Hikmetyar’la birlikte hareket etmesi var olan çatışmaların hızını ve şiddetini artırmıştır.
VE TALİBAN KURULUYOR…
Söz konusu gruplar, 1989–1995 yılları arasında birbirleriyle sayısız savaşa girişmişlerdi. Her grubun kendi hâkimiyetini ilan ettiği bu çatışma ortamında, Taliban hareketinin ipleri eline geçirerek yeni bir düzen inşa edeceği tarihe kadar yaklaşık 30 bin insan hayatını kaybetmiştir. Taliban işte böyle bir ortamda adeta bir “kurtarıcı" vasfıyla ortaya çıkmıştır.
1994’ün sonunda Taliban’ın ortaya çıkmasından önce Afganistan neredeyse bölünmüş bir ülke durumundaydı. Savaş beyleri arasındaki uzlaşmazlık ve artan çatışmalar, mücahit gruplardaki iktidar mücadelesi ve liderlik yarışı gibi nedenlerden dolayı ülke istikrarsızlık girdabına sürüklenmiş vaziyetteydi.
Böyle bir kargaşa ortamında Kandahar’da imamlık yapan Molla Ömer, öğrencileri ile birlikte ‘fesada bulaşmış’ mücahit gruplarına karşı mücadele etmeye karar vermiş ve durumu kendi sözleriyle şöyle ifade etmiştir: “Yaklaşık 20 öğrenci arkadaşımla birlikte Kandahar’daki bir medresedeydim. Fesat, hırsızlık, yağmacılık ve cinayet çok yaygınlaşmıştı. O günlerde kimse her şeyin daha iyi olabileceğine inanmıyordu. Allah’a tevekkül ettim ve bu öğrenci arkadaşlarımla birlikte çalışmaya koyuldum.”
Yaklaşık elli kişiyle başlayan hareket, yıllardır ülkede var olan iç çalkantıları ve çatışmaları sonlandırma ve İslami bir nizam kurma söylemiyle yola çıkarak savaştan bıkmış Afgan halkı tarafından ilgiyle karşılanmıştı. Ve yaklaşık bir ay sonra savaş yorgunu, umutsuz ve çoğu iç savaşta yurtlarından edilmiş Afgan medrese öğrencilerinin katılımıyla sayısı 15.000’e ulaşmıştı.
ÇABUK GELEN BAŞARI
Taliban, ortaya çıktıktan hemen sonra 3 Ekim 1994’te sürpriz bir saldırıyla Kandahar vilayet merkezini ele geçirdi. 1995 yılı başına gelindiğinde Afganistan’ın 12 vilayetinde kontrolü ele alarak başkent Kabil’i kuşattı. Kabil’e giren Taliban, geçici hükümete son vererek “Afganistan İslam Emirliği” adıyla Eylül 1996’da kendi devletini kurduğunu ilan etti.
1998 yılına gelindiğinde Taliban, Afganistan topraklarının yüzde doksanını kontrol eder hale gelmişti. Taliban hareketinin bu hızlı yükselişi karşısında diğer mücahit gruplar Taliban’a karşı birleşseler de (Kuzey İttifakı), Pakistan gibi ülkeler tarafından da desteklenen bu hareketin karşısında herhangi bir başarı elde edememişlerdir.
İLİM + İTAAT + DİSİPLİN + ÇİLE + MÜCADELE: ZAFER
Medreselerde eğitim almış ve mülteci kamplarında büyümüş olan Taliban mücahidleri, köylerinde büyüyüp bir aşiretin mensubu olarak savaşan gençlere göre çok katılımlı, büyük bir oluşumun disiplin ve itaat şartlarına hiç şüphesiz daha yatkınlardı. “İslam kardeşliği” vurgusu ve mollaları konumundaki üstlerine duydukları saygı; aralarındaki olası çatışmaları, anlaşmazlıkları düşmanlarına oranla çok daha düşük seviyede tutabilmelerini sağlamış, disiplinli sağlam yapı, ortaya çıkan kısmi güven ortamı ve güç, özellikle büyük aşiretlerin de desteğini almalarını sağlamıştır.
Ayrıca ABD’nin ülkedeki bazı uygulamaları da Taliban’ın yeniden yükselişe geçmesinde etkili olmuştur. Örneğin sivil yerleşim birimlerindeki saldırıları, köy ve kasabalara yaptıkları ani baskınlar, Kur’an yapraklarının yakılması gibi halkın dini hassasiyetlerini hiçe sayan davranışları ve erkek askerlerin kadınların üstünü araması gibi Afgan kültürüne de uymayan ve İslami değerlerin çiğnenmesine yönelik uygulamaları Afgan halkı tarafından tepkiyle karşılanmıştır.
Başlangıçta Taliban’ın baskı içeren bazı uygulamalarından kurtulmak isteyen halk, ABD’yi adeta “kurtarıcı” olarak karşılamıştı. Ancak yıllar geçtiği halde Taliban’ın özellikle kırsaldaki varlığının yok edilmediği, tersine üstlüğünün artarak devam ettiği görülünce halkta ABD’ye karşı güven problemi oluşmuştur. Taliban, son dönemlerde kırsal kesimlerde ve şehir merkezlerinde elde ettiği hâkimiyeti, kendisini bir kurtuluş yolu olarak gören halkın desteğini alarak sağlamıştır.
ABD, 7 Ekim 2001 yılında, 11 Eylül saldırılarının sorumlusu olduğunu iddia ettikleri El-Kaide liderini teslim etmediği gerekçesiyle (Taliban, somut hukuki deliller olmadan kimseyi teslim etmeyeceğini bildirmişti) Afganistan’ı işgal harekâtına başlamıştı. Aradan geçen toplu katliamlar, çilelerle dolu 20 yılın sonunda ABD ve NATO işgal güçleri Taliban ile karşılıklı görüşmelere başlamış ve 31 Ağustos 2021 tarihi itibariyle işgale son vermek zorunda kalmıştı.
Taliban, ilk lideri Molla Ömer’i 2013 yılında bir hastalıktan kaybetmiş ve sonraki yıllarda bazı liderlerini ve binlerce mücahidini ise işgalcilere ve onların iş birlikçilerine karşı verdiği savaşta şehit vermiştir. Ancak her ne şekilde olursa olsun Allah Azze ve Celle kendilerine büyük bir zafer nasip etmiştir.
“TEVHİD -ADALET -HÜRRİYET -MEDENİYET”
Aslında Taliban’ın dünya gündemini bu kadar çok meşgul etmesinin sebebi, imkânsızlıklar içerisinde, tüm zor koşullara rağmen devrin süper gücü ABD ve NATO müttefiklerine karşı elde ettiği çok önemli başarıdır. Taliban, mazlum Afganistan Müslümanlarının yıllar süren çilelerine en azından bir an için son vermekle kalmamış; itaatin, disiplinin ve çileleri göze alarak kararlılıkla devam eden mücadelenin sonunun zafer olacağını bir kez daha tüm dünyaya göstermiştir. 1996-2001 yılları arasında iktidarı elinde bulundurduğu ilk tecrübeden sonra kendisini bekleyen ve aşması gereken çok ciddi ekonomik problemler, bölgenin istikrarsızlığından kaynaklanabilecek iç ve dış çatışmalara karşı istikrar arayışı ve ülke bütünlüğünü, huzuru ve güveni tesis etmek gibi önemli aşamalar var.
Bu zorlu evreleri İslam’ın ana prensiplerine bağlı kalarak, dengeli, tüm toplumu kucaklayıcı, içeride ve dışarıda meşruiyetini korumasını sağlayacak güçlü bir iletişimle aşıp tüm dünyanın birkaç asırdır hasret olduğu İslam’ın adaletini, huzur ve barış ortamını kurarak örnek bir İslam Medeniyeti modeliyle tüm dünyanın ilgisini çekmeye devam edebilir. Biz de şu karanlık çağda, dünyanın dört bir yanına çilelerle savrulmuş, parçalanmış ümmetin umut dolu fertleri olarak; İslam güneşinin yeniden üzerimize doğduğunu görmeyi, son nefesimize dek İslam Medeniyetinin tüm insanlığı adalet ve hürriyete kavuşturması için mücadele edenlerden olmayı nasip etmesini Rabbimizden niyaz ediyoruz!