Başyazı

Can Feda Edilir, İman Feda Edilmez!

Paylaş:

Başyazarımız Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin Eşi Semra Kuytul Hocahanım ile Ağrı Patnos L Tipi Kapalı Cezaevinden yaptığı telefon konuşmasının ses kaydını Başyazı bölümümüze taşıdık...

İman, sadece Allah’ın, Kur’an’ın ve Hz. Peygamber’in varlığını tasdik etmek demek değildir. Aynı zamanda kendi görüşünü bırakıp her konuda Allah’a ve Rasulü’ne itaat etmek zorunda olduğunu kabul etmektir. Yani insan sadece tasdik etmekle mükellef değil, aynı zamanda onlara ittibayı (uymayı) kabul etmesi de icap etmektedir.

İman, insanın itaati ve ittibayı kabul etmek zorunda olduğunu gönülden tasdik etmesidir. İnsan sadece Allah’ın varlığını kabul etse ama O’na uymayı kendisine farz görmese ya da Kur’an’a iman etse ama Kur’an’a uymayı kendisine farz görmese, bunu kabul etmese iman etmiş sayılmaz. Ayrıca insan Allah’a iman ederken nasıl bir Allah’a iman edeceğini de bilmelidir. İnsan, Allah’ı sadece gökleri ve yeri yaratan ve insanların rızkını veren bir varlık olarak değil, aynı zamanda kanun koyucu olarak da görmek zorundadır. Yani kanun koyan bir Allah’a iman etmek zorundadır. Aksi halde imanı tamamlanmış olmaz. Zaten Allah’ın kitabına bakıldığı zaman insan hayatıyla ilgili birçok hükmün olduğu görülecektir. Bu da Allah’ın insanların hayatına karışan bir Allah olduğunu göstermektedir. İnsan böyle bir Allah’a iman etmedikçe Allah’a imanı kâmil sayılmaz.

Kitaba iman konusu da aynı şekildedir. İnsanlar “kitaba iman ettim” diyorlar ve Kur’an’ı Allah’ın kitabı olarak ve sadece ibadet ve ahlaktan bahseden, birtakım öğütler içeren bir kitap olarak görüyorlar. Hâlbuki Allah’ın kitabı hükümler içermekte, insanların hayatına müdahale etmektedir. Kur’an’ın böyle bir kitap olduğuna iman etmedikçe kitaba hakiki manada iman etmiş sayılmaz.

Peygambere iman da aynı şekildedir. İnsan, peygamberi, Allah’ın peygamberi olarak görüyor ancak kanun koyucu bir makam olarak görmüyorsa yine peygambere iman etmiş sayılmaz. Yani “sadece Allah’ın kitabına iman ederim, sünnet beni bağlamaz” derse peygamberi hüküm koyan bir peygamber olarak görmezse bu kişi iman etmiş sayılmaz. Bu şekilde olan iman peygambere iman değildir. Demek ki Allah’a, peygambere ve kitaba iman ederken nasıl iman ettiğimiz önemlidir.

İmanın kuvvetli olmasının faydaları nelerdir? Allah Azze ve Celle Ahzab Suresinde: مِنَ الْمُؤْمِن۪ينَ رِجَالٌ صَدَقُوا مَا” “عَاهَدُوا اللّٰهَ عَلَيْهِۚ فَمِنْهُمْ مَنْ قَضٰى نَحْبَهُ وَمِنْهُمْ مَنْ يَنْتَظِرُۘ وَمَا بَدَّلُوا تَبْد۪يلً “Mü’minlerden öyle erkek adamlar var ki, Allah’a verdikleri sözü tuttular. Kimisi adağını yerine getirdi şehit oldu kimi de şehit olmayı bekliyor. Sözlerini asla değiştirmediler”1 buyurmaktadır. Demek ki iman-ı hakiki kalbe girdiği zaman sözünde duran, sözünü değiştirmeyen bir insan modeli meydana getirmektedir.

  • Kuvvetli iman, insanı özgür kılar. Nefsine, şeytana ve insanlara esaretten kurtarır. Çünkü nefsi yenmek zordur. İnsanlarla mücadele etmek zordur. Şeytanla mücadele etmek zordur. Ancak kuvvetli bir imanla insan bunlardan kurtulur. Bunlardan kurtulduğu zaman da özgürleşmiş olur. Yoksa nefsine esir olur, şeytana esir olur ve insanlara esir olur.
  • İman, sabrı artırır çünkü Allah’tan gelen musibetlerin her birinin bir hikmeti olduğuna iman eder ve bu sayede o iman, kişinin sabrını artırmış olur.
  • İman, insana huzur ve ümit verir; gayreti artırır ve insanı tembellikten kurtarır. Rabbi ile birlikte olan, Rabbine iman eden insan, huzurlu ve ümitli olur. İman sahibi insan, Rabbinin kudretinin sonsuz olduğunu bilir ve hiçbir şekilde ümitsizliğe kapılmaz.
  • İman, gerçek güçtür. Herkes cesaret ve aklı güç olarak tarif eder. Hâlbuki gerçek güç aslında imandır.

İMAN KUVVETİNİN İNSANA KAZANDIRDIKLARI

Cesaretin yetmediği yerde güçlü bir iman yeterli olur. Zeki bir insanın aklının yetmediği yerde iman yeterli olur. İman, insanı cesaretten de akıldan da daha fazla güçlü kılar; imanın kazandırdığı gücü cesaret ve akıl kazandıramaz. İnsanlar cesaret ve aklı çok fazla büyütüyorlar halbuki insanda ne cesaret fazladır ne de akıl. İnsana ilimden de az bir şey verilmiştir dolayısıyla iman ile birçok zorluğun üstesinden gelebilir. Cesaret ve akılla üstesinden gelemediği şeyleri iman ile halledebilir.

Akıl, çoğu zaman nefse mağlup olur. Aslında çok büyütülen akıl, çoğu zaman nefse mağlup olmaktadır. Nefis, akılla değil imanla mağlup edilebilir. O halde nefsini mağlup etmek isteyenler imanını kuvvetlendirmelidirler. Nefis akıldan imansa nefisten daha güçlüdür. Yani insanlar: “Benim aklım var, ben doğru yolu bulurum ya da doğruyu yaparım” diyerek doğruya ulaşacaklarının zannetmesinler çünkü akılları var ama bir de nefisleri vardır. Nefis de akıldan güçlü olduğu için insan nefsine uyar, nefsin dediğin yapar; aklının dediğini yapmaz. Ama güçlü bir iman sahibi ise o durumda insan doğru olanı yapmış olur. Çünkü iman nefisten daha güçlüdür. Akıl artırılamaz neyse odur, ama iman artırılabilir.

  • İman, kişiyi harekete geçirir. Harekete geçirmeyen iman, iman değildir.
  • İman, mesuliyet duygusu kazandır. Mesuliyet duygusu kazandırmayan iman, iman değildir.
  • İman, korku ve yorgunluk bilmeyen bir insan meydana getirir.
  • İman, uzun yolu kısaltır yani uzun yol insana kısa gibi gelir.
  • İman, yokuşu iniş yapar yani yokuş, insana iniş gibi gelir.
  • İman, dar yolu genişletir yani dar yol insana geniş gibi gelir.
  • İman, dikenli yolu gül bahçesine çevirir yani dikenli yol insana gül bahçesi gibi gelir.
  • İman, zoru kolaylaştırır, direnç verir, cesaret verir.
  • İman, yoldaki dikenleri ve taşları önemsemez hale getirir.
  • İman, hak yolda sevdiklerinden uzak kalmayı kolaylaştırır.
  • İman, acıdan lezzet aldırır.
  • İman, ebedi cenneti kazandırır. Bu yüzden can feda edilir ancak iman feda edilmez.
  • İman, şahsiyet kazandırır. Bir toplumda şahsiyetsiz insanlar çoğalmışsa o toplumda iman zayıflamış demektir.
  • İman, oturtmaz ayağa kaldırır, uyutmaz uyandırır, yürütmez koşturur.
  • Bütün bunlardan başka, bir de iman insana bakış kazandırır. Olaylara ve insanlara doğru bakmayı ve doğru anlamayı mümkün kılar. Aksi halde insan olaylara yanlış bakar ve yanlış değerlendirir. Böyle bir imana sahip olmayan insanlar tembelleşir, korkaklaşır, ümitsizleşirler.

Mehmet Akif Ersoy bir şiirinde şu ifadeleri kullanıyor:

“Atiyi (geleceği) karanlık görerek azmi bırakmak…

Alçak bir ölüm, varsa, eminim budur ancak.

Dünyada inanmam, hani görsem gözümle.

İmanı olan kimse gebermez bu ölümle:

Ey dipdiri meyyit, İki el baş içindir.

Davransana! Eller de senin, baş da senindir!

His yok, hareket yok, acı yok! Leş mi kesildin?

Hayret veriyorsun bana, sen böyle değildin.

Kurtulmaya azmin neye bilmem ki süreksiz?

Kendin mi senin, yoksa ümidin mi yüreksiz?

Karşında ziya yoksa, sağından ya solundan

Tek bir ışık olsun buluver; kalma yolundan.

Alemde ziya kalmasa da halk etmelisin, halk!

Ey elleri böğründe yatan, şaşkın adam, kalk!”

Aslında Mehmet Akif'in de burada söylemek istediği, insanların hakiki imana sahip oldukları zaman cesaret kazanacak olmalarıdır. Şiirinde de hakiki imanı kaybetmiş, imanı zayıflamış insanların halini tasvir etmektedir.

Allah Azze ve Celle taklidi imandan kurtulmayı ve hakiki imana ulaşanlardan olmayı nasip eylesin.

29 Aralık 2022 Perşembe

Patnos Cezaevi | Telefon Konuşması

ALLAH İÇİN OLMAK

Herkesin çok kullandığı bir ayeti kerime var. Daha çok musibet esnasında kullanıldığı zannedilir. Musibetlerde de tabii ki kullanılır ama daha çok ikinci cümlesine önem verilen ama aslında birinci cümlesi de ikinci cümlesi kadar önemli olan, Kur'an'ın bize öğrettiği bir cümle: اِنَّا لِلّٰهِ وَاِنَّٓا اِلَيْهِ رَاجِعُونَۜ “Biz Allah'a ait (kullar)ız ve şüphesiz O'na dönücüleriz.”2 İnsanlar daha çok “Allah'a döneceğiz” kısmını musibet esnasında kullanıyorlar ama aslında “Allah'a aitiz” kısmı da çok önemlidir. Bu kısmı “Allah içiniz, Allah'a aitiz” şeklinde tercüme edebiliriz.

Allah için olmak, Allah’ta yok olmaktır. Kendini kendine sahip görmemek, sahibinin Allah olduğunu bilmektir. Kendi görevini bilip Allah'ın görevine karışmamaktır. O’nun kaderine rıza göstermektir. Kendini ve sahip olduğu her şeyi unutmaktır. Nefsi arzuları terk etmektir. Kimin ne dediğine bakmamaktır. Tehdit edenlerin tehditlerinden, kınayanların kınamasından korkmamaktır.

Allah için olmak, Allah “yan” dediği zaman yanmaktır. “Güneşe yürü” dediği zaman yürümektir. “Medeniyetimin kurulması için bedel öde” dediği zaman bedel ödemektir. “Kendini feda et, ümmetin hakkını koru” dediği zaman kendini feda etmektir. Allah için olduktan sonra zindanla sarayı aynı görmektir. Tıpkı sahabeden birinin: “Ya Rasulallah! Benim gözümde altın ile taş aynı oldu” dediği gibi zindanla sarayın gözünde aynı olmasıdır. Demek ki böyle bir mertebeye gelmek mümkündür. İnsanlar isterlerse Allah onları böyle bir mertebeye ulaştırıyor.

Allah için olmak, Allah'a teslim olmak, iradeyi terk etmek ve Allah'a teslim etmektir.

Allah için olmak, canını ve malını Allah'a satmak sonra da dönüp bakmamaktır. Sattığının peşine düşmemektir. Sattıklarını geri istememektir. Satılan malın pazarlığını yapmamaktır.

Allah için olmak, kendini unutmaktır. Allah'a itaatte ve fedakarlıkta sınır koymamaktır. Allah için yaşamaktır. Hayatını O’na adamaktır. İnsanlar bazı zamanlarda bu cümleyi söylüyorlar ama ne kadar büyük bir mana içerdiğini ve Allah'a nasıl bir vaatte bulunduklarını düşünmeden söylüyorlar.

Allah için olmak, savunduğun davanın Allah için olmasıdır. Ne vatan ne millet ne de herhangi bir ideoloji için değil, vatanı da milleti de yaratan Allah için olmasıdır ve onları Allah’ın önüne geçirmemektir. Sevdiklerini Allah için sevmek, buğz ettiklerinden Allah için buğz etmektir. Nefretinin de muhabbetinin de Allah için olmasıdır. Canını, malını, vaktini, enerjisini, her şeyini Allah yolunda kullanmaktır.

Mademki Allah içiniz, mademki: “Biz Allah'a aitiz, biz Allah içiniz, ben Allah'a aitim, ben Allah içinim” diyoruz o halde her şeyini Allah yolunda kullanmak bu sözü söyleyenlerin yapması gerekendir.

Allah için olmak, “Allah'ın dünyasında Allah'ın dediği olmalı” demeyi gerektirir. Hz. İsa Aleyhisselam gibi… O da: “Allah'ım göklerde senin iraden gerçekleştiği gibi yeryüzünde de senin iraden gerçekleşsin” demişti. Mademki insanlar: “Allah içiniz, Allah'a aitiz” diyorlar o halde Hz. İsa gibi konuşmalıdırlar. Allah'a aitsek o halde Allah'ın dediklerinin yeryüzünde gerçekleşmesini istemek zorundayız.

Ben yokum, Allah var. Benim menfaatlerim yok, Allah'ın davası var. Benim isteklerim yok, Allah'ın isteği var. Benim düşüncem yok, Allah’ın kitabı ve gönderdiği din var.

Onlar beni Allah’ın davasından ve dava arkadaşlarımdan uzaklaştırmak istediler. Davamdan uzaklaştıramadılar çünkü davam benim bütün hücrelerime işlemiş. Ben, ben olmaktan çıkmışım, etim kemiğim davaya dönüşmüş. Arkadaşlarımdan uzaklaştırmak istediler ama bunu da başaramadılar. Hatta bizi birbirimize daha çok yaklaştırdılar. Birbirimiz için fedakârlık yapmayı öğrettiler. Allah, Allah için yaşayanlara, Allah’ta yok olanlara, kendini unutanlara mükafat olarak sadece cennetini değil bu dünyada da huzur ve şeref verir. Zindanı ona cennet bahçesine çevirir. Allah için yaşayanlar, kendini Allah’a ait görenler, başkaları için yaşamaz ve kendilerini başkalarına ait görmezler. Kullara kulluk yapmazlar. Kendini Allah’ın dünyasında yaşayan, O’nun tarafından yaratılmış, O’nun verdikleriyle beslenen bir kul olarak görenler: “Biz Allah’a aitiz, O’nun kanunlarına göre yaşarız. Sadece O’na itaat ederiz” derler ve O’na karşı gelenlere, O’nun emirlerine aykırı emirler verenlere karşı gelirler. “Biz size ait değiliz, Allah’a aitiz. Siz kimsiniz?” derler.

Bize sahip olmak isteyenler Allah’a ait olmamızdan rahatsız oldular. “Siz de bize aitsiniz bu vatan da bize aittir. Burada bizim dediğimiz olur. Bize karşı gelenlerin yeri zindandır” dediler. Vatanın da milletin de Allah’a ait olduğunu unuttular ve beni zindana attılar. Allah’ın dünyasında ilahlık taslayanlara Allah’ın hazırladığı zindanı unuttular.

Allah’ta yok olarak var olmayı başaramayanlar mal ve makam ile var olmaya çalışırlar. Halbuki bunlar var etmez, yok ederler. “İnnâ lillâhi” diyenler Allah’ta yok olmalıdırlar. “İnnâ lillâhi” diyemeyenler, sadece Allah’a ait olmayı başaramayanlar, başkalarına ait olmak zorunda kalırlar. Kul kendisini Allah’a adar ve: “Ben Allah’a aitim, ben yokum Allah var” derse o zaman Allah onu var eder ve onu büyütür. Tıpkı bir tohum gibi toprağa girmeye, karanlığa, soğuğa ve rutubete razı olur, yok olmayı göze alırsa Allah onu var eder, yeşertir ve onu koca bir ağaç yapar. Onlarca dal, on binlerce yaprak, yüz binlerce tohum, on binlerce meyve verir. Herkesi ona hayran hayran baktırır. Cömertlik yapana Allah da cömertlik yapar ve daha çok verir. “Sen madem bana aitsin, ben seni güzelleştirdikçe güzelleştireceğim, verdikçe vereceğim” der. Ona rahmet hazinelerini açtıkça açar. O halde akıllı olanlar kendilerini Allah’a ait kılarlar.

Yarın mahkeme var. (13 Ocak 2023 Cuma tarihli mahkeme kastediliyor.) Sonucunun ne olduğunun pek bir önemi yok. Çünkü ben Allah’a aitim. İstediği gibi hükmeder. Sonucun önemi yok çünkü ben Rabbimle beraberim. Zindanı bana cennet bahçesi yapan Allah’a hamdolsun. Herkesi Allah’a ait olmaya davet ediyorum. Zaten de Allah’a aitiz. Bunun farkında olmalı ve ona göre yaşamalıyız. Aksi halde başkalarına ait oluruz ve şerefimizi kaybederiz. Kullara kulluk yaparız ve onlara ait olduğumuz için dünyada şerefimizi kaybettiğimiz gibi ahretimizi de kaybederiz ve kötü bir hayat yaşarız. Bunu unutmasınlar. Allah’a ait olanlar, Allah’a ait gibi yaşasınlar. Allah’ın emirlerine göre yaşasınlar. Eğer mahkemede olumsuz bir şey çıkarsa üzülmesinler, mücadeleye devam etsinler. Herkese çok selamlar.

12 Ocak 2023 Perşembe

Patnos Cezaevi | Telefon Konuşması

 

  1. Ahzab, 23
  2. Bakara, 156