Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin Eşi Semra Kuytul ile 14 Aralık 2018 Cuma günü gerçekleştirdiği telefon görüşmelerinden hazırlanmıştır.
“… Hamdolsun iyiyiz. Ali geldi daha iyi olduk. Ali ile sohbet ediyoruz, mahkeme dosyasına çalışıyoruz. Rüyam gerçekleşti, daha evvel anlatmıştım, ilk geldiğim aylardaydı. Rüyamda benim odanın kapısı açılıyor, Ali karşımda… Sevinçle, “Ali sen çıktın mı?” diye soruyorum. Bana hiç cevap vermiyor. Sonra ben de koridora çıkıp bakıyorum, diğerleri de çıkmışlar; Erol, Taha, İdris Usta. Sevinç içerisinde, “Hepiniz mi çıktınız?” diyorum, hiç cevap vermiyorlar. Ondan sonra koridorda yürümeye başlıyoruz kapıya geliyoruz, onlar çıkıyorlar ben de tam çıkacaktım ama sonra bunlar ‘kaçtı’ demesinler diye duruyorum, çıkmıyorum. Sonra kendi kendime, “Yanımızda memurlar yok, demek ki çıkmışım, ben de özgürüm” diyerek uyandım.
Rüyada benim anladığım, Ali’ye, “Sen çıktın mı?” diye sorduğumda onun cevap vermemesi o anda çıkmadığını ve çıkmış olarak değil de tutuklu olarak buraya geleceğini gösteriyor. İçeri girmemesi ve birlikte koridorda çıkışa doğru yürümemizse benimle çok az kalacağını sanki hiç kalmamış gibi olacağını, gelişine hayret etmem ise, gelişinin sürpriz bir şekilde olacağını anlatıyordu sanki. Diğerlerinin dışarda olması onların önce çıkacağını gösteriyormuş. Gerçekten öyle de oldu zaten, Ali’nin gelişi sürpriz oldu… Hiç beklemiyordum geleceğini çünkü bütün başvurular reddedilmişti. Ali önde diğerleri daha gerideler yani daha önceden çıkmışlar aslında; onlar dışarıdalar.
Ben bu rüyayı gördüğümde diğerleri daha çıkmamıştı, öyle bir ihtimâl de görünmüyordu. Demek ki benimle kalacak olan Ali’ymiş. En önde o var, öbürleri görünmüyor, demek ki onlarla kalmayacağız. Birlikte koridorda yürüyüp çıkışa gelmemiz, birlikte çıkacağımızı gösteriyor ve zannediyorum mahkemeden önce veya sonra bilemiyorum ama çıkışımız beklemediğimiz bir anda olacak… Sanki Ali’nin gelişi benim çıkacağımın habercisi, rüyanın büyük bir kısmı gerçekleşti çok şükür…
Artık her gün birlikte çay içiyoruz. Artık iki bardak bir arada görmeye başladım. Ben ona kahve yapıyorum o bana çay yapıyor böyle idare ediyoruz işte. Bulaşığı bazen ben yıkıyorum bazen o yıkıyor, birlikte yapıyoruz. … Yok, ben kendi işimi kendim yapayım. Dünyadan böyle göçüp gitmek daha iyi, insanlara zahmet vermeden yaşamak daha iyi bir hayattır.
Bazıları belki de bizim hakkımızda, “Neden böyle oldu, niye düşmanlarınızı çoğalttınız” diye düşünüyor olabilirler; Santiago Ramani demiş ki, “Hiç düşmanın yok mu? Bu nasıl mümkün oldu? Herhalde ya gerçeği hiç söylemedin ya da adaleti hiç sevmedin.” Gerçekten eğer gerçeği söylersen mutlaka düşmanların oluyor, sen düşman olarak görmesen bile iyi niyetle de söylesen Allah rızası için de konuşsan o seni düşman gibi görmeye başlıyor.
İman sevilmesi gerekenleri sevmek nefret edilmesi gerekenlerden nefret etmektir. Sadece sevgi iman değildir, birisi yeterli değil; iman muhabbet ve nefrettir. Birisi yetmez, çünkü iman bölünmez. Hem nefret hem muhabbet ikisinin de olması lazım. Sevilmesi gerekenleri sevecek, nefret edilmesi gerekenlerden nefret edecek. Nefret derken düşmanlık manasında da değil, yanlış şeylerden nefret; aslında insanlardan değil de yanlışlardan, o zulümlerden nefrettir. Bu, imanın gereğidir ve bizim, insanlara ya da bazı güçlere kendimizi beğendirmek için İslam’ı değiştirecek halimiz yok. Seyyid Kutub rahmetli diyor ki; “Şirin görünmek için İslam’ı onlara asla olduğundan başka göstermeyeceğiz.” Bizden bunu istiyorlar aslında, onlara şirin görünmek için İslam’ı başka türlü anlatalım onların zulmüne temas etmeyelim istiyorlar hâlbuki buna hakkımız yok. İslam’ı ben uydurmadım ki benim değiştirme hakkım olsun. İslam’ı gönderen Allah ve ben bir kelimesini dahi değiştirme hakkına sahip değilim. Başka türlü şeyler düşünenler, yanlış noktalara gidenler bunları hesaba katsınlar. Biz şirin görünmek için İslam’ı değiştiremeyiz. Hem lafa geldiğinde ‘haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır’ diyecekler hem de haksızlık karşısında susmayanları tenkit edecekler bu çelişkidir.
Yavuz Sultan Selim’in bir sözü var demiş ki; “Cesaret insanı zafere; kararsızlık tehlikeye, korkaklık ise ölüme götürür.” Yani cesaret insanı zafere götürür, Allah’ın izniyle hiçbir zaman korkaklar zafer elde edemezler.
Tevhid davası… Hani senin bir rüyan vardı, güneş, buzdan heykelleri eritiyordu. Bu gece kar yağmış biz sabahleyin farkına vardık şimdi de az evvel güneş çıktı, karlar erimeye başladı. Senin rüyan aklıma geldi aynen öyle nasıl ki güneş karları eritiyor aynı şekilde Tevhid inancı da bütün ideolojileri ve düzenleri eritir, bitirir Allah’ın izniyle. Önemli olan cemaatlerin/hocaların Tevhid’i ortaya koymaları… Maalesef onu yapmıyorlar eğer Tevhid’i ortaya koysalar hiçbir ideoloji Tevhid’in karşında dayanamaz. Tevhid davasının ve haksızlıklara karşı yaptığım muhalefetin karşısında fikirle duramayanlar zorbalığa başvurup beni hapse attılar. Aslında bu şekilde mağlubiyetlerini ilan etmiş oldular. Eğer fikre karşı fikirle karşı koyabilseydiler bunu yapmalarına gerek kalmazdı ya da söylediklerim yanlış olsaydı yine bunu yapmazlardı çünkü yanlışlar toplumları etkilemez. *
14 Aralık 2018 Cuma
Bolu Cezaevi | Telefon Konuşması