Selamun Aleyküm. Sizlerle birkaç hatıramı paylaşmak istiyorum.
Üniversite okurken Muhterem Alparslan Kuytul Hocamızın bizlere yapmış olduğu sohbetlerde sürekli üzerinde durduğu bir husus vardı; “Üniversiteli arkadaşlarınızla ilgilenin, onlara İslam davasını anlatın” diyordu. Ben de buradan hareketle üniversitede yurda geçiş yaptım. Yurda çıktığım zaman sık sık mescitte vakit geçiriyordum. Bir gün yine birkaç arkadaşla sohbet ederken o an mescide bir arkadaş girdi, onu henüz tanımıyordum. Bize doğru baktı, daha sonra namaza durdu. Namazını bitirdikten sonra “Ben de oturabilir miyim?” dedi. Yanımıza oturduktan sonra anlattıklarımı dikkatle dinleyip sorular sordu. Beni tanımıyordu ve belki de bana karşı bir muhabbeti oluşmamıştı ama bu arkadaşın İslami konulara ilgili olduğuna kanaat getirdim ve onunla ilgilenmem gerektiğini düşündüm. Bir gün sonra yemekhanede yemek sırasında bu arkadaşla yine karşılaştım. Boğazında bir tülbent sarılıydı, belli ki hasta olmuştu. Çünkü kış dönemiydi. Kendisine sorduğumda, ‘soğuk algınlığına kapıldığını’ söyledi. O gün vakfa dönüp sohbete katılmam gerekiyordu fakat bu arkadaşın hasta olduğunu aklımın bir köşesine yazdım. Dönerken ona bir şey götürüp, kalbini kazanmak istiyordum. Hasta olduğundan ötürü aklıma limon götürmek geldi. Bir kilo değil, iki kilo değil sadece bir tane… Hatırlıyorum, o günün parasıyla 25 kuruşa tablacıdan bir limon alıp cebime koydum. Geceleyin döndüğüm zaman odasına vardım, kendisini dışarıya çağırdım. “Hasta olmuşsun, bir limonlu çay yap iyi gelir İnşallah” dedim. Henüz tanışmamızın ikinci günüydü. Ben ona limon verdim, oda bana kalbini verdi. Gerçekten o limonu verdikten sonra yurtta yaptığımız tüm çalışmalarda o arkadaş hep yanımdaydı. Ders yapsam yanı başımda oturuyordu, sohbete gitsem, “Beni de götür” diyordu. Kitap versem okuyordu... Küçük bir şey verdim belki ama o küçük bir şey arkadaşın İslam davasını anlamasına vesile oldu. Ben bunu o günden beri unutamadım.
Muhterem Hocamız, bu hatıramı anlattığımda şu sözleri söylemişti; “Allah Azze ve Celle buyuruyor ki; “Her zorlukla beraber bir kolaylık var” Yani her zor işin bir de kolay tarafı vardır. Aslında kolay ile zor birbirine uzak değil, beraberdir. Mühim olan o kolay yolu bulabilmektir.
Demek ki kalpleri kazanmak bazen çok zor bazen de bir limonla bile olabiliyormuş. Orada mesele tabiki limon değil, onu düşünmüş olabilmek... Aldığın limon da olabilirdi mandalina da, bir çay yapsaydın belki o da olabilirdi. Önemli olan, o insanda ‘Beni düşünüyor, bana faydalı olmak istiyor, bana kimsenin yapmadığı bir şey yaptı, herkes kendi derdiyle uğraşırken o benimle uğraştı’ anlayışı oluşturmaktır.
Yine böyle kendisi küçük ama kazancı çok büyük olan bir olay yaşadım. Mescitte vakit geçirirken diz hizasında şort giymiş bir arkadaş geldi. O halde mescide namaz kılmaya gelmişti. (Sınav döneminde yurtta mescitlerde namaz kılanların sayısı artar.) Ben onun o haline şaşırmıştım ama bir tanışalım belki de ilgili biridir, dedim. Tanışmamız esnasında Kur’an okumayı bilmediğini söyledi. Kendisine yardımcı olabileceğimi söyledim. O da “Yaşım 21, her sene camiye giderim ve bana kimse Kur’an okumayı öğretemedi. Kur’an okumayı öğrenemem” dedi. Kur’an okumayı öğrenemeyeceğine şartlanmış birisiydi. Ona, “Haftada 2 ders yaparsak, 20 günde sana Kur’an okumayı öğretirim inşallah” dedim. Gerçekten çok zor biriydi, mahreci, zor bir harfi çıkartması bazen dakikalar sürüyordu. Kendini toparlıyor, ağzını düzeltmeye çalışıyor, harfi çıkartmaya çalışıp beceremiyor, ‘bu iş olmayacak herhalde’ diyordu. Allah’a hamdolsun, bu arkadaş 19. günde Kur’an’a geçti. Kur’an okumayı öğrenerek Allah ona davamızı anlamayı nasip etti. Çok şükür hâlâ içimizde, bizlerle birlikte...
Hocamız, ‘Gençlik yıllarında arkadaşlarına meyve soyup ikram ettiğini ve bu şekilde onlarla birebir ilgilenip kalplerini kazandığını’ anlatıyordu. Ben de aynı şekilde bir arkadaşımla ilgilenmeye çalışıyordum. Arkadaşıma vakıftan dönerken bir kilo elma, mandalina, portakal veya mevsimin meyvesi neyse onu alıp onu mescide çağırırdım, beraber yerdik. Hocamızın anlattıklarını hatırlar, ona meyveleri soyarak verirdim. Ne zaman böyle bir konu açılsa o arkadaş, “Meyveleri bize soyup yedirdiniz” diyor. Aslında yurtta 6 ay gibi kısa bir süre kaldım ama çok güzel geçmişti benim için. Davet hayatımda gerçekten önemli bir yeri var o 6 aylık sürecin... Bu süreçte, insanları İslam davası ile tanıştırabilmek için öncelikle onların kalplerini kazanmamız gerektiğini anlamış oldum. Allah Azze ve Celle, ilgilenmenin aslında çok zor olmadığını, küçük şeylerle bile insanların kalplerini kazanmanın mümkün olabileceğini anlamayı nasip etti. Biz aslında bunları da hocalarımızdan öğrendik; onların anlattığı sohbetlerden veya davet hatıralarından... Bundan ötürü Rabbim hocalarımızdan da razı olsun...