Kapak

Davette Sürekliliğin Önemi

Paylaş:

Ümmet-i Muhammed’in bu kadar mazlumlaştığı, toplumların Tevhidden uzaklaştığı bu çağda kurtuluşun yolu geçmişte de olduğu gibi Tevhide davettir. İslam’a davet, istikametten çıkan toplumlar için Hz. Nuh Aleyhisselam’ın zamanından beri Müslümanların asli vazifesidir ve Allah’ın kelimesi hâkim olana kadar da bu görev devam edecektir…

 

İslam Davası bu günlere evvela Allah Azze ve Celle’nin yardımı, bununla beraber davası uğruna her türlü fedakârlığı göze alıp, gece gündüz mücadele edenlerin çabalarıyla gelmiştir. Asr-ı Saadet’ten bugüne şanlı İslam Tarihi buna şahittir. Bu ümmet ne zaman içinde bulunduğu asrı idrak etmiş, yapması gerekenleri hakkıyla yerine getirmişse biiznillah başarıya ulaşmıştır. Hem dünyası hem de âhireti ma’mur olmuştur. Her ne zaman da görevini anlamamış ve ihmalkârlık yapmışsa dünyası elinden alındığı gibi birçok defa kefaret ödemek zorunda kalmıştır. Aslında bu Allah Celle Celaluhu’nun toplumsal sünnetidir ve Kur’an’ın ifadesiyle Allah’ın sünnetinde asla değişiklik olmaz.1

 

Tarihimize bu açıdan bakıp bazı çıkarımlarda bulunabiliriz. Ya işin kolayına kaçıp tüm suçu geçmişte görevini hakkıyla yapmamış olan atalarımıza atıp, koca bir ümmeti neden kaybettikleri noktasında onları kınayabiliriz. Ya da tarihteki olayları ve sonuçları derinlemesine tahlil edip, önümüzü aydınlatan birer kandil yapıp, onlardan gerekli dersleri çıkarabiliriz. Mekke’de bir avuç İslam davetçisi nasıl olup da dünyanın dörtte üçüne yayılan bir ümmet oldu? Sonra nasıl oldu da o koca ümmet ulus devletçiklerine bölünüp kan revan içinde kalan bir coğrafyaya dönüştü?

 

Müslümanlar olarak bu asırdaki görevimizi idrak etmezsek, ümmetin içinde bulunduğu çıkmazlara çözüm üretmezsek, çözümü Kur’an’ın ve tarihi tecrübelerin ışığında değil de başka yerlerde ararsak daha çok ağır bilançolarla karşılaşır, daha çok kefaretler öderiz. Maalesef her geçen gün toplumumuz İslamî duyarlılığını kaybediyor, dava şuurundan uzaklaşıyor. Buna paralel olarak yeni neslin yaşantısında İslamî diyebileceğimiz motifler yok denecek kadar az. Yapılan istatistiklerin ne kadar doğruluk payı var bilmemekle beraber gençlikte deizme2 doğru bir yönelme var. İslam toplumunda haramları eliyle her gün daha da çoğalırken buna mukabil eliyle, diliyle düzeltmeyi bir tarafa bırakın buğzedenler bile gittikçe azalıyor. Haramlara, haksızlıklara ve zulümlere alışan, gün gittikçe duyarsızlaşan bir topluma dönüşüyoruz. Bu durum yetkililerin ne kadar umurunda bilmiyorum ama bizlerin umurunda olmalıdır. Topluma yeniden İslam davasını, bu davanın olmazsa olmaz ilkeleri olan hak ve adaleti, ilkelerinden ödün vermeyen Müslüman şahsiyetini hatırlatmanın, örnek olmanın vaktidir. Bunun için herkesin gayret etmesi, potansiyel İslam davetçisine dönüşmesi, davayı sürekli gündemde tutması gerekmektedir. Maalesef yeni neslin gündeminde İslam’ın davası ve onun için mücadele etme çabası yok. Geçmişte bazı hizmetler yapmış olanların bu konuda gençlere örnek olması gerekirken onların bir kısmı âdeta kendini emekliye ayırmış, geçmiş hatıralarını anlatmaktan öteye gitmemekte, tavırları ve sözleriyle destek yerine köstek olmaktadırlar. Bir kısmı da yanlış metotlarının sonucunda dünyevileşmeleri nedeniyle İslamî söylemlerini terk etmiş, eksen kaymasına uğramış, onların bu dönüşümleri toplumda İslamcılık bitti algısına sebep olmuştur. Samimi Müslümanların, istikamet üzere gitmeye çalışanların işi her zamankinden daha da zorlaşmıştır. Üstüne bir de genel manada İslamî faaliyetlerin engellenme süreci eklenince durumun ne kadar zorlaştığı daha iyi anlaşılacaktır. Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda bu senenin hedefinin yeniden davet olmasının, özellikle de “oku, yaşa ve anlat” formunda olmasının önemi bir kez daha anlaşılmaktadır. Okuyan, yaşayan ve hem hayatıyla hem de söylemiyle bu topluma örnek olan davetçiler olmalı, böylesi davetçilerin sayısını arttırmalıyız. Oku, yaşa ve anlat kapsamında senenin hedefi olan davetin; her zemin ve şartta yapılması, özelikle de sürekliliği üzerinde durmak istiyorum. Yoksa davet konusu birçok yönden ele alınabilen uzun bir konudur ve bir yazının boyutunu aşmaktadır. Biz burada daha çok pratik örneklere ve davette sürekliliği sağlamaya dönük konulara değineceğiz.

 

Öncelikle şunun altını çizmek lazımdır: Davetçi olmak için kendini geliştirmeyi beklemek, yeterli olunca başlarım demek zaman kaybıdır. Çünkü insan bir şeyler öğrense de her seferinde kendini bir türlü yeterli göremeyecek, süreç daha da uzamış olacaktır. Elbette ki her İslam davetçisi bir yandan da kendisini geliştirmeli, eksik yönlerini tamamlamalıdır. Ancak bunu davet süreci içerisinde yapmalıdır. Herkes bildiği kadarıyla anlatmalı, bilmediğini öğrenmeye çalışmalı, kendisini aşan durumlarda da muhatabını kendinden daha fazla ilmi potansiyele sahip olanlara yönlendirmelidir.

 

Kişinin Davette Süreklilik Kazanması Ne İle Mümkündür?

·         İlk olarak davetin farziyetini ve önemini iyi anlamak lazımdır. Kur’an’ın önümüze koyduğu hedeflerin büyüklüğü ve davetle ilgili ayetlerin umumiliği ortadadır. Hedef, yeryüzünde İslam’ın hâkimiyetidir. Müslümanlar olarak bu büyük hedefe ulaşmak, tüm dünyanın gidişatından mes’ul olduğumuzu bilmek ve ümmeti yeniden meydana getirmekle yükümlüyüz. Bunun için davet ve tebliğ çalışmaları yapmalı, toplumu ıslah etmeye, herkesi bu yükün taşıyıcısı yapmaya çalışmalıyız. Davet görevi kadın-erkek, genç-yaşlı ayırt etmeden yapılmalı, bugün her Müslümana farz olduğu bilinci öğretilmelidir. Bu farziyet farz-ı ayn mıdır, yoksa farz-ı kifaye midir tartışmasına girilmemelidir. Çünkü İslami faaliyetler bugün zayıftır, yeterince İslam davetçisi de yoktur. Dolayısıyla herkesin bu sorumluluğu paylaşması gerekmektedir. Herkes ulaşabildiği kişilerden özellikle de yakın çevresinden sorumludur. Sünnetullah’a göre ümmet nimetine ulaşabilmenin yolu ancak Kur’an ve Sünnet terbiyesinden geçmiş, nefisleri değişmiş bir toplumla mümkün olacaktır.3 Bu gerçek bizi toplumu ıslah etmeye, daveti toplumun geneline yaymaya, bu yönde adımlar atmaya zorlamaktadır. Aksi takdirde sadece fertlerin bir kısmının nefislerini değiştirmesi Allah’ın nimet vermesi için yetersiz kalacaktır.

 

·         Davette sürekliliği sağlayan diğer bir unsur, davetin sonucunda elde edilecek semereyi/mükâfatı bilmektir. Bu mükâfat kişi, toplum, dünya ve âhiret açısından tek tek ele alınmalıdır. Sahabe-i Kiram (Allah hepsinden razı olsun), dini yaymakla uğraştı, hadisleri tedvin ve tasnif etmeyi tabiin nesline bıraktı. Elbette içlerinde hadis yazanlar mevcuttu. Ama büyük bir çoğunluğu davet ve tebliğ yapıyor, cihada katılıyor ve her gittikleri yerde İslam’ı pratik ve sözlü olarak temsil ediyorlardı. Çünkü biliyorlardı ki bir insanın hidayetine vesile olmak üzerine güneş doğan her şeyden (veya kızıl develer verilmesinden) daha hayırlıdır.4 Yine onlar biliyorlardı ki anın vacibi dini yaymaktır, bunun da en güzel yolu cihad faaliyetleri ve hicrettir. Sahabenin büyük bir kısmının mezarının Hicaz bölgesinin (Mekke, Medine) dışında olması bunun göstergesidir. İlerleyen yaşına rağmen Ebu Eyyub El-Ensari Radıyallahu Anhu’yu İstanbul surlarına getiren sebep “Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın”5 ayetini çok iyi anlamış olmasıydı. Çünkü “İslam, Arap Yarımadasına yayıldı, artık biraz da bağımızla bahçemizle ilgilenelim” dedikleri bir ortamda bu ayet gelmiş, dünyevi arzularla cihaddan ve faaliyetten geri kalmamaları, bu davanın emekliliğinin olmadığı uyarısıyla karşılaşmışlardı.

 

·         Bugün davet yapılırken genellikle uygun bir sohbet ortamı, mümkünse bir rahle ve karşıda bizi deyim yerindeyse kuzu gibi dinleyecek ve çok da fazla itiraz etmeyecek bir muhatap kitlesi bekleriz. Aslında bu daha çok ders formatında olan bir davet ve aynı zamanda daveti belli bir zamana hasretme/sınırlamadır. Hâlbuki her yer davet sahasıdır ve Müslüman her zaman bir davetçidir. Hâl ve hareketleriyle, konuşmalarıyla, giyim kuşamıyla, hayata ve olaylara bakışıyla Müslüman şahsiyetini muhafaza edebildiği her an zaten davet görevini yürütmektedir. Davet için özel bir zaman ve mekân aramaya gerek yoktur. Kur’an-ı Kerim bize Nuh Aleyhisselam’ın şöyle dediğinden bahseder: “Rabbim! Gerçekten ben onları gece ve gündüz davet ettim… Sonra, onlarla hem açıktan açığa hem de gizli gizli konuştum.”6 İşte Nuh Aleyhisselam 950 sene bitmek bilmez bir sabırla ve ısrarla, tebliğin her yolunu (gece, gündüz, gizli, aleni) denemiş bir örnek olarak karşımızda durmaktadır. Yusuf Aleyhisselam’ın zindanda tebliği, rüya yorumundan evvel Tevhid inancını anlattığı bilinmektedir. Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem çarşıda, pazarda, yolculukta, yemekte kısacası her alanda davetini ısrarla yapmış hatta bu durumu muhatapları bile itiraf etmişlerdir. Her sene bıkmadan usanmadan panayırlara gider, Mekke’ye gelmiş civar kabileleri İslam’a davet ederdi. Onlardan bir kısmı “Senin bizden vazgeçme zamanın gelmedi mi, artık yeter” manasında moral bozucu sözler sarf eder, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ise ilk kez anlatıyormuşçasına heyecan ve ümitle tebliğe devam ederdi. İlk inen ayetlerde sürekli sabrın teşvik edilmesi de davette sürekliliğe işarettir. Hatta Rasulullah o kadar kendini harap edercesine mücadele ediyordu ki, “Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse kendini helak edeceksin”7 uyarılarına muhatap oluyordu. Rasulullah’ın Abdullah bin Cahş Radıyallahu Anh komutasında gönderdiği ilk seriyye Mekke müşriklerinin bir kervanıyla karşılaşmış, akabinde Hakem bin Keysan esir olarak Medine’ye getirilmişti. Rasulullah, bu kişiyi o kadar ısrarlı bir şekilde dine davet etmişti ki o an orada bulun sahabeden bazıları (başta Ömer Radıyallahu Anhu) “Bu adam İslam’ı kabul etmeyecek boynunu vuralım” düşüncesindeydiler. Fakat ısrarla davetin sonucunda Hakem bin Keysan Müslüman oldu ve akabinde Bi’ri Maûne faciasında şehit oldu.

 

·         Merhum şehid Hasan El-Benna’nın Mısır’da kahvehanelere gidip İslam’ı anlatması olayı ilginç bir örnektir. Bu fikri arkadaşlarına açtığında önce karşı çıktıklarını sonra denemeye razı olduklarını anlatır. Sonunda bir gecede her biri beş ila on dakika süren yirmi kadar konuşma yaptıklarından bahseder. Kahvehane sahiplerinin başlangıçta garip karşıladığını, sonradan konuşmaya devam etmelerini istediklerini söyler. İşte dava insanda öyle bir aşka dönüşmelidir ki her ortamda, her şart ve zeminde daima gönlünde yer edinsin, daima gündemini meşgul edebilsin.

 

·         Sürekli davet yapan eksiklerini görür, eksiklerini gidermek için de daha çok okuması, araştırması gerektiğini anlar. Aynı zamanda toplumun nabzını ölçmüş olur. Olumlu/olumsuz tepkilerden toplumun seviyesi, İslam’a olan ilgisi/ilgisizliği, toplumdaki var olan manevi hastalıkların teşhisine ve geliştirilecek tedavisine odaklanma imkânı bulabilir. Davetçi karşılaştığı olumsuz tepki ve sataşmalarda sabrı öğrenir, Peygamberlerin ve İslam davet önderlerinin çektiklerini daha iyi anlar. Onlara olan muhabbeti artar, bu yoldaki meşakkatlere daha çok sabretmesi için motivasyon kazanır.

 

·         Muhterem Hocamız, kendisine yöneltilen bir soruya verdiği cevapta davette başarılı olmanın sırrını şöyle özetliyor: “Davette başarılı olmak için ihlasla tebliğ, hâl ile tebliğ ve sürekli tebliğ yapmalısınız” diyordu. Yani işin sırrı ihlaslı olmamızda, söylediklerimizi aynı zamanda pratik olarak sergilememizde ve görevlerimizi ihmal etmeden sürekli tebliğ yapmamızda saklıdır. Çünkü zaman, davetçiye vakti saati gelmeden hiçbir şeyin gerçekleşmediğini öğretir. Bir çiçeğin açması, bir civcivin çıkması, hatta Yunus Aleyhisselam kıssasında olduğu gibi bir toplumun hidayeti belli bir süreç ve olgunlaşma işidir. Yani ihlas olmadan, içimiz ve dışımız bir olmadan, sabırla ve azimle yolumuza devam etmeden nimete ulaşamayız. Davetçi üzerine düşeni, vazifesini ihlasla ve sabırla yapmayı sonucu Alemlerin Rabbi’ne havale etmeyi bilmelidir.

 

·         “Öğüt ver eğer fayda verecekse” (bir görüşe göre öğüt ver, öğüt mutlaka fayda verir) ve “Rabbinin nimetini durmaksızın anlat”8 gibi ayetler de davette sürekliliğe ve mutlaka sonuca sirayet edeceğine işarettir ve bizi sürekli davet etmeye teşviktir.

 

·         Sonuç olarak davet sahası oldukça geniştir ve muhatap kitlesi de bir o kadar fazladır. Her Müslüman’ın bu davada elini taşın altına koyması, her platformda davet görevini ısrarla yerine getirmesi gerekmektedir. Özellikle sosyal medyada bu görevi hakkıyla ifa etmek, Müslüman şahsiyetini muhafaza ederek, ifrat ve tefritten uzak meşru bir şekilde davetimizi yapmakla yükümlüyüz. Herkesin davette görev alması, bunu hayatının olmazsa olmaz bir parçası yapması, İslamî gelişmeler açısından, toplumun ıslahı açısından her şeyden evvel Allah’ın rahmetini celp etmesi açısından oldukça önemlidir. Bu işi profesyonelce yapacak İslam davetçilerinin yetişmesi, bunun öneminin anlaşılması için kesintisiz davet çalışmaları yapmak bugün her zamankinden daha fazla ihtiyaçtır. Rabbim kendi yolunda gece gündüz mücadele eden, razı olduğu davetçilerden olmayı bizlere nasip etsin. Yapılan tüm samimi çalışmaları ümmeti elde etme yolunda bizlerden kabul buyursun.

 

1.        Fetih, 23; Fâtır, 43.

2.        Deizm: Tüm dinleri reddeden; fakat bir yaratıcı gücün var olduğunu kabul eden inanç. Hayata, topluma ve insana karışmayan bir Allah’a inanma.

3.        Ra’d, 11.(Bir toplum kendini (nefislerini) değiştirmediği müddetçe Allah da onlara vereceği nimeti değiştirmez.)

4.        Buhari 7/3468, Müslim 2406/34.

5.        Bakara, 195.

6.        Nuh, 5-9.

7.        Şuârâ, 3.

8.        Â’lâ, 9- Duhâ, 11.