Hakikatlerin menfaatlere kurban edildiği, zulüm ve haksızlıklara sükût edildiği bir zamanda hakkı gür bir sesle ortaya koymak, aynı zamanda batılın da gerçek yüzünü deşifre etmek, mazlumun yanında zulmün karşısında olmak, bu yolda hiçbir engele aldırmamak “Furkan” olmanın gereğidir. İsminin gereği olarak bu misyonla yola çıkan dergimiz, uzun soluklu bir maraton koşucusu olduğunu 100. sayısını çıkarmakla göstermiş oldu. Rabbimize sonsuz hamd-u senalar olsun.
İstikamet ve o istikamette istikrar/devamlılık önemli bir kriterdir. Çünkü dünya hayatında birçok şey değişmektedir. Her şeyin değişken olduğu değişkenliğin çoğu zaman kabul gördüğü bir dünyada tam tersine bazı şeyler değişmediğinde önem kazanır. Deyim yerindeyse onların değişmemesi makbuldür. Mesela ilkeler veya şimdiki tabiriyle kırmızı çizgiler böyledir. Bunlar değişmez sabitelerdir. Elbette ki bu sabiteler/prensipler sahih bir kaynağa dayanmalı, köklü ve tartışılmaz olmalıdır. Zaman ve şartlar değiştiğinde bir kaya gibi sağlam olmalı, sarsılmamalıdır. İşte Kur’an’ın bir kavramı olarak karşımıza çıkan ve çizgiden sapmamayı, dosdoğru yolda ilerlemeyi kasteden istikamet kavramı bu anlamda öne çıkmaktadır.
Maalesef Müslümanların son dönemde savrulmalar yaşadığı, prensiplerini unuttuğu, kutsallarına sahip çıkamadığı, istikametten sapmalar gösterdiği bir süreçten geçiyoruz. Bu çürümüşlük ve yozlaşma emareleri Müslümanların sosyal ve siyasal hayatlarında göze çarptığı gibi, aynı emareler basın ve yayın hayatında da görülmektedir. Hayatımızın her alanında olması gereken sahih çizgiyi muhafaza edemedik. Kur’an ve Sünnet perspektifinden olaylara ve hayata bakışımızı kaybettik. Öyle bir hale geldik ki başlangıçta samimi niyetlerle/hedeflerle yola çıkılan nice hareket, nice yayın zamanla çizgisinden tavizler verdi hem kendilerini hem de kitlelerinin savrulmasına sebep oldular. Müslümanlar olarak bu gidişat elbette ki bizi üzmektedir. Çünkü istikamet sapmaları, hem toplumu yanlış yollara sevk etmekte hem de bozulmayı daha da derinleştirmektedir.
İstikametin ve prensiplere bağlılığın eğitim ve davet çalışmaları açısından, toplumun ıslahı ve geleceğin inşası açısından ne kadar ehemmiyete haiz olduğu gayet açıktır. Bu anlamda Furkan Nesli Dergimiz, yayın hayatına başladığı günden bu yana çizgisini muhafaza eden, zaman ve mekân şartlarına göre eğilip bükülmeyen üslubuyla 100. sayısına ulaştı. Dergimiz, Hakkın sesinin kısılmaya çalışıldığı, İslami değerlerin önemsenmediği, davanın bitirilme aşamasına getirildiği bu zamanda İslam davasını gür bir sesle haykırmıştır. Furkan olmanın gereği olarak sorumluluklarının bilincinde hareket etmekte, Allah’a, davaya ve Müslümanlara bağlılığın gereklerini her fırsatta dile getirmektedir. Bugüne kadar Allah Azze ve Celle’nin yardımıyla sahih bir çizgide ilerlemeye, istikamet üzere olmaya çalışan dergimiz, bundan sonra da bu çizgiyi devam ettirmeye kararlıdır. Dergimizin üzerinde durduğu, kendini sorumlu hissettiği ve önemsediği konuları şöyle özetlemeye çalışayım:
TEVHİDİ SÖYLEM
Tüm peygamberlerin ortak davası olan “La ilahe illallah,” bugün Müslümanlar tarafından bir hayat nizamı olmaktan çıkarılmış, unutulmaya yüz tutmuş veya sadece dillerde söylenen bir kelimeye indirgenmiştir. Bu anlamda dergimiz sürekli olarak Kelime-i Tevhid’in anlamını, açılımını anlatmaya ve bir hayat nizamı olduğunu vurgulamaya çalışmış, toplumun gündemine taşımıştır. İslamcılık bitti söylemleriyle bu toplumda İslam’ın hâkim olmasını istemeyenler, İslam’ı sadece birtakım ritüellerle kişi ile cami arasına hapsedip hayattan dışlayanlara inat biz Tevhidi söylemimizden, Tevhid Medeniyeti özlemimizden vazgeçmeyeceğiz. Çünkü Tevhid toplumda var olan tüm hastalıkların reçetesidir. Geçmişte toplumları nasıl tedavi ettiyse, nasıl en etkili reçete olduğunu ispat ettiyse bugün de aynı şekilde tek kurtuluş reçetesidir. Bunun anlaşılması ve topluma anlatılması en elzem vazifemizdir. Tevhidi söylem hayatın her alanına karışan bir ilahın varlığını ve O’nun hükümlerine göre yaşanılmasını gerektiriyor. İbadet/kulluk, hayatın her alanını kapsadığında kulun kendi kafasına göre başıboş yaşayamayacağı gerçeği belirmiş oluyor. Böyle bir toplumda yani Tevhid atmosferinde ateizmin/deizmin varlığı veya neşvünema bulması söz konusu olabilir mi?
Tevhidi söylemle beraber Nebevi metodu da zikretmek yerinde olur. Zaten Tevhidi söylemle ortaya çıkmanın kendisi de Nebevi metodun gereğidir. Kur’an’da geçen tüm peygamberlerin Aleyhimesselam ve özellikle de Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hareket metoduna uymanın farziyeti ortadadır, biz Müslümanlara düşen bu metodu anlamaya ve uygulamaya çalışmaktır. Hareket metodu konusunun ictihad kapsamında olmadığını, Kur’an ve Sünnette ictihada mahal bırakmayacak şekilde ortaya konduğunu bilmekteyiz. Müslümanlar bu metotla hareket edecek olurlarsa nesilleri Müslüman şahsiyeti kazanmış olur, tavizsiz dik duruşlu, daima izzet ve şerefine yakışır davranışlarda bulunur. Aksi takdirde çürük nesiller yetişir ve onlarla İslam Medeniyetinin gelmesi hayaldir.
TOPLUMUN GİDİŞATI
Referansını Kur’an ve Sünnetten alan dergimiz, toplumun gidişatından kendini sorumlu hissettiğinden bu konudaki Kur’ani ve Nebevi uyarılara dikkat çekmekte, bunlara uymayı ve gerektiğinde nasihat etmeyi vazife bilmektedir. Bu konuda eksen ayet: “Bir kavim kendinde olanı değiştirmedikçe Allah onlara vereceği nimeti değiştirmez”1 ayetidir. Kurtuluş, fert olarak görevini yapmaktan ziyade toplumun ıslahı ve nimete layık hâle gelmesindedir. Kur’an’daki geçmiş milletlerin çöküş ve azaba uğrayış sebepleri iyi idrak edilmeli, aynı hatalar tekrar edilmemelidir. Emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i anil münker (iyiliği emredip kötülükten sakındırma) vazifesi terk edilmemelidir. Bu görevin terk edilmesinin veya hafife alınmasının toplumsal sonuçlarının ağır olacağı bilinmelidir. Bir insanın kazanılması, kulluk bilincine ulaşması ve kurtuluşunun, asıl ona vesile olanın kurtuluş bileti olduğu, bir köle azat etmekten daha çok bir neslin kurtuluşu için çalışmanın elzem olduğu bilinci yerleşmelidir. Toplumda haramların yaygınlaşması, farzların terkedilmesi neslin gün geçtikçe kötüye gitmesi her Müslümanı rahatsız etmeli, düzeltmek için sadece kalben buğzu değil elini ve dilini de harekete geçirmelidir. Toplum genellikle kendisine görevlerinin hatırlatılmasından memnun olmaz, bu konuda özellikle ileri gelenlerin, toplum liderlerinin uyarılması davetçi açısından daha risklidir. Şartlar ne olursa olsun, yanlış kimden gelirse gelsin nasihat ve uyarılardan vazgeçmemek dergimizin misyonudur. Bu konuda kınayıcının kınamasından değil Allah’ın rızasını kaybetmekten korkarız. Toplumun Rızayı İlahi’ye uygun gidişatı ve bu konuda İslam’ın öncelikleri tüm menfaatlerden, kazanımlardan daha üstündür.
Bugün maalesef beşerî ideolojileri benimseyen, bencil, dünyaya alabildiğine meyleden, İslam’ı birtakım ritüellerden (namaz, oruç gibi) ibaret gören bir nesil türemiş oldu. Bunun vebali kimdedir? Sadece İslam düşmanları, bozulmuş medya, dış güçler vs. diyerek bu vebalden kurtulamayız. Bu anlamda dergi olarak biz, Müslümanların yeniden uyanması, kutsallarına sahip çıkması, Asr-ı Saadet dönemi ve sonrasında olduğu gibi İslam Medeniyetini yeniden inşa edip batı medeniyetinin kompleksinden kurtulması gerektiğini söylüyoruz. Bu sağlandığında sadece ülkemiz değil tüm dünya buhranlardan, savaş ve kaostan kurtulacaktır. Müslüman dünyada edilgen ve pasif değil, etken ve aktif olmalıdır. Ümmetin görevi insanlığa baş olmaktır, Batı’ya kuyruk olmak değildir. Geçmişte parlak zaferler elde edilmesine sebep olan akide ve kutsallar (Kitap ve Sünnet) bugün de elimizdedir. Genç nesilde bu söylemi geliştirirsek, üstünlüğün imanda olduğunu hatırlatırsak işte o zaman “istikbal İslam’ındır” sözü yerini bulacaktır. İnancımız bize bunu söyletmektedir. Çünkü İslam akidesi her türlü yanlış ve bâtıl akidelerin üstündedir, izzet ve üstünlük ancak İslam’dadır. “…Oysa izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah’ın, O’nun Rasulü’nün ve mü’minlerindir…”2
ÜMMETİN HÂLİ
Ümmet bilinci ve evrensel İslam kardeşliğini öncelemek, bunun için bilinç oluşturmak, Müslümanların dertleriyle dertlenmek dergimizin öncelikleri arasındadır. Maalesef İslam coğrafyası paramparça, her tarafta kan, zulüm ve gözyaşı hâkimdir. Akan kanın ve gözyaşının dinmesi için kalıcı çözümler önermek, pansuman tedavilerle veya günü birlik siyasi söylemlerle hareket etmekten daha evlâdır düşüncesiyle hareket etmekteyiz. Tüm Müslümanlar bulundukları yerlerde eğitim çalışmaları yapmalı, vasıflı, kaliteli insanlar yetiştirmeli, bir araya gelmeli, İslam Davasını daima gündemde tutmalı, Müslümanların maslahatı için hareket etmelidirler. Ancak o zaman kalıcı çözümler üretebilecek güce ulaşabilirler, içinde bulundukları toplumlarda söz sahibi olabilirler. Yoksa Müslümanlara yapılanları seyretmekten, birkaç kınama mitingi yapmaktan öte bir şey yapamazlar. Muhterem Alparslan Kuytul Hocamızın konferanslarında ve dergi yazılarında sürekli ümmet vurgusu yapması, Irak, Suriye ve Ortadoğu’ya ait önemli uyarılarını tekrarlaması ümmet bilincinin bir sonucudur. Ancak maalesef samimi ve sancılı bir âlimin bu konudaki ikazları dikkate alınmadığı için Irak, Suriye ve Ortadoğu’ya ilişkin politikalarımızda gelinen içler acısı durum ortadadır. Marifet yöneticilerin her yaptığını alkışlamakta veya yaptıklarına bir hikmet arayışı içinde olmakta değil, Allah için bildiğin doğruları gelebilecek tüm tepkilere rağmen korkusuzca söyleyebilmektedir. Bu ancak yaptığı şeyde halkın, iktidarın veya gücün değil Allah Azze ve Celle’nin dikkate alınmasıyla başarılabilecek bir iştir. Bir şey ülkenin siyasi menfaati için doğru gibi görünebilir ancak biz Müslüman olarak “Fıkıhta bunun yeri var mıdır, İslam kardeşliği ve Müslümanların maslahatı açısından caiz midir?” sorusunu kendimize sormak durumundayız. Müslümanlar olarak kırmızı çizgimizi menfaatlerimiz, çıkar ilişkilerimiz değil, Kur’an ve Sünnet belirlemelidir.
İLMİ VE DENGELİ BAKIŞ
Dergimizin önemli bir özelliği de her meselede dengeyi (itidal) gözetmek, ifrat ve tefritten uzak bir şekilde meseleleri ele almak, vasat ümmet olma vasfına yakışır bir şekilde davranmaktır. İtikatta, amelde, muamelatta kısacası her alanda dengeli tavır takınmak Müslümanlığımızın gereğidir. Kur’an’da ve Sünnette bir mesele ne kadar önem arz ediyorsa o mesele öncelikli görülmeli, ehem/mühim meselesine dikkat edilmelidir. Gereksiz ayrıntılara girilmemeli, mesajın ayrıntılarda kaybolmasına müsaade edilmemelidir. İlme ve âlimlere değer verilmesi üzerinde durmakla beraber, alimlerimizin geçmişte ictihadlarıyla sonuca bağladıkları binlerce fıkhi meselenin özellikle ehil olmayanlarca yeniden gündeme getirilmesini gereksiz hatta art niyetli görmekteyiz. Bu meselelerin modernist/reformist görüşler çerçevesinde yeniden yorumlanmaya çalışılmasını, hadislere bakış noktasında yeni birtakım yaklaşımları (muhaddislerin kriterlerinin dışında yorumlama) tehlikeli sapmalar olarak kabul etmekteyiz. Âlimleri ve ilmi hafife almanın insanı daha kötü durumlara sürükleyeceğini bilmekteyiz. Merhum Zahid el-Kevseri: “Mezhepsizlik dinsizliğin köprüsüdür” diyor. Kastettiği şey “mezhebi olmayan dinsizdir çünkü mezhep dindir” demek değildir. Mezhebin fıkhi bir ekol olduğunu bir âlim elbette bilmektedir. Ancak kastettiği şey daha çok bir tavra dikkat çekmektir. Dini ve dinle ilgili ilimleri, âlimleri hafife alan, dine karşı lakayt davrananları uyarmak istemiştir. Mezhepler, geçmiş müctehidlerin Kur’an ve Sünnetten istinbat ettikleri ve ortaya koydukları fetvaları ve bunlarla oluşan fıkhi ekollerdir. Sonuçta Kur’an ve Sünnete dayanmaktadır. Elbette mutlak doğru demek değildir neticede müctehidin ortaya koyduğu görüşüdür. Ancak kendi zamanlarındaki ve sonraki âlimlerin ortak kanaatiyle otorite kabul edilen, hayatları ilimle yoğrulmuş müctehidlerin fetvalarını alelade bir fikir gibi görmek, hele hele Kur’an ve Sünnete dayanmadıklarını söylemek en hafif ifadeyle vicdansızlıktır. Tüm bunları görmezden gelmek, alimleri/ilmi küçümsemek kişiyi dinde laubali olmaya, dinin meselelerini hafife almaya götürür. Bu nedenle derin ilmi meselelerde Ehli Sünnet ve’l cemaat çerçevesinde kalmaya, her konuda işin uzmanlarına müracaat etmeye özen gösteriyoruz. Dergimizdeki konular ilmi ve edebi bir üslupla ele alınmaya çalışılmakla birlikte salt ilmi veya edebi dergi olma iddiasında değiliz/olmaya da çalışmıyoruz. Çünkü muhatap kitlemiz halkımızdır, her kesimden insana hitap ettiğimizden herkesin ortak paydada anlayabileceği bir üslubun daha yerinde olacağı kanaatindeyiz.
Özetle dergimiz bunlar ve daha değinemediğim birçok yönüyle İslam davasının kalplerde yeniden filizlenmesini, geleceğin İslam’ın olacağına dair ümitlerin tazelenmesini, ümmet olma yolunda neslin eğitilmesini, İslam coğrafyası, ümmet bilinci ve evrensel İslam kardeşliği konularını işlemektedir. Bunu yaparken daima hakkı ve Hakk’ın rızasını dikkate almaktayız. Dergimizin daha nice sayılarla yayın hayatına devam etmesini diliyor, başta başyazarımız Muhterem Hocam (Rabbim tez zamanda tahliyesini nasip etsin) olmak üzere emeği geçenlerden Rabbimin razı olmasını niyaz ediyorum.
1. Ra’d, 11.
2. Münafikun, 8.