Kapak

Değişmeyen Çizgisiyle “Furkan Nesli”

Paylaş:

 

Hakikatlerin menfaatlere kurban edildiği, zu­lüm ve haksızlıklara sükût edildiği bir zamanda hakkı gür bir sesle ortaya koymak, aynı zamanda batılın da gerçek yüzünü deşifre etmek, mazlu­mun yanında zulmün karşısında olmak, bu yolda hiçbir engele aldırmamak “Furkan” olmanın ge­reğidir. İsminin gereği olarak bu misyonla yola çıkan dergimiz, uzun soluklu bir maraton ko­şucusu olduğunu 100. sayısını çıkarmakla gös­termiş oldu. Rabbimize sonsuz hamd-u senalar olsun.

İstikamet ve o istikamette istikrar/devamlılık önemli bir kriterdir. Çünkü dünya hayatında bir­çok şey değişmektedir. Her şeyin değişken oldu­ğu değişkenliğin çoğu zaman kabul gördüğü bir dünyada tam tersine bazı şeyler değişmediğinde önem kazanır. Deyim yerindeyse onların değiş­memesi makbuldür. Mesela ilkeler veya şimdiki tabiriyle kırmızı çizgiler böyledir. Bunlar değiş­mez sabitelerdir. Elbette ki bu sabiteler/pren­sipler sahih bir kaynağa dayanmalı, köklü ve tar­tışılmaz olmalıdır. Zaman ve şartlar değiştiğinde bir kaya gibi sağlam olmalı, sarsılmamalıdır. İşte Kur’an’ın bir kavramı olarak karşımıza çıkan ve çizgiden sapmamayı, dosdoğru yolda ilerlemeyi kasteden istikamet kavramı bu anlamda öne çık­maktadır.

Maalesef Müslümanların son dönemde sav­rulmalar yaşadığı, prensiplerini unuttuğu, kut­sallarına sahip çıkamadığı, istikametten sapmalar gösterdiği bir süreçten geçiyoruz. Bu çürümüş­lük ve yozlaşma emareleri Müslümanların sosyal ve siyasal hayatlarında göze çarptığı gibi, aynı emareler basın ve yayın hayatında da görülmek­tedir. Hayatımızın her alanında olması gereken sahih çizgiyi muhafaza edemedik. Kur’an ve Sün­net perspektifinden olaylara ve hayata bakışımı­zı kaybettik. Öyle bir hale geldik ki başlangıçta samimi niyetlerle/hedeflerle yola çıkılan nice hareket, nice yayın zamanla çizgisinden tavizler verdi hem kendilerini hem de kitlelerinin sav­rulmasına sebep oldular. Müslümanlar olarak bu gidişat elbette ki bizi üzmektedir. Çünkü istika­met sapmaları, hem toplumu yanlış yollara sevk etmekte hem de bozulmayı daha da derinleştir­mektedir.

İstikametin ve prensiplere bağlılığın eğitim ve davet çalışmaları açısından, toplumun ıslahı ve geleceğin inşası açısından ne kadar ehemmiye­te haiz olduğu gayet açıktır. Bu anlamda Furkan Nesli Dergimiz, yayın hayatına başladığı günden bu yana çizgisini muhafaza eden, zaman ve mekân şartlarına göre eğilip bükülmeyen üslubuyla 100. sayısına ulaştı. Dergimiz, Hakkın sesinin kısılma­ya çalışıldığı, İslami değerlerin önemsenmediği, davanın bitirilme aşamasına getirildiği bu za­manda İslam davasını gür bir sesle haykırmıştır. Furkan olmanın gereği olarak sorumluluklarının bilincinde hareket etmekte, Allah’a, davaya ve Müslümanlara bağlılığın gereklerini her fırsatta dile getirmektedir. Bugüne kadar Allah Azze ve Celle’nin yardımıyla sahih bir çizgide ilerlemeye, istikamet üzere olmaya çalışan dergimiz, bundan sonra da bu çizgiyi devam ettirmeye kararlıdır. Dergimizin üzerinde durduğu, kendini sorumlu hissettiği ve önemsediği konuları şöyle özetle­meye çalışayım:

                TEVHİDİ SÖYLEM

Tüm peygamberlerin ortak davası olan “La ilahe illallah,” bugün Müslümanlar tarafından bir hayat nizamı olmaktan çıkarılmış, unutulmaya yüz tutmuş veya sadece dillerde söylenen bir kelimeye indirgenmiştir. Bu anlamda dergimiz sürekli olarak Kelime-i Tevhid’in anlamını, açı­lımını anlatmaya ve bir hayat nizamı olduğunu vurgulamaya çalışmış, toplumun gündemine ta­şımıştır. İslamcılık bitti söylemleriyle bu toplum­da İslam’ın hâkim olmasını istemeyenler, İslam’ı sadece birtakım ritüellerle kişi ile cami arasına hapsedip hayattan dışlayanlara inat biz Tevhidi söylemimizden, Tevhid Medeniyeti özlemimiz­den vazgeçmeyeceğiz. Çünkü Tevhid toplumda var olan tüm hastalıkların reçetesidir. Geçmişte toplumları nasıl tedavi ettiyse, nasıl en etkili re­çete olduğunu ispat ettiyse bugün de aynı şekil­de tek kurtuluş reçetesidir. Bunun anlaşılması ve topluma anlatılması en elzem vazifemizdir. Tev­hidi söylem hayatın her alanına karışan bir ilahın varlığını ve O’nun hükümlerine göre yaşanılması­nı gerektiriyor. İbadet/kulluk, hayatın her alanını kapsadığında kulun kendi kafasına göre başıboş yaşayamayacağı gerçeği belirmiş oluyor. Böyle bir toplumda yani Tevhid atmosferinde ateiz­min/deizmin varlığı veya neşvünema bulması söz konusu olabilir mi?

Tevhidi söylemle beraber Nebevi metodu da zikretmek yerinde olur. Zaten Tevhidi söylem­le ortaya çıkmanın kendisi de Nebevi metodun gereğidir. Kur’an’da geçen tüm peygamberlerin Aleyhimesselam ve özellikle de Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hareket metoduna uymanın farziyeti ortadadır, biz Müslümanlara düşen bu metodu anlamaya ve uygulamaya çalış­maktır. Hareket metodu konusunun ictihad kap­samında olmadığını, Kur’an ve Sünnette ictihada mahal bırakmayacak şekilde ortaya konduğunu bilmekteyiz. Müslümanlar bu metotla hareket edecek olurlarsa nesilleri Müslüman şahsiyeti kazanmış olur, tavizsiz dik duruşlu, daima izzet ve şerefine yakışır davranışlarda bulunur. Aksi takdirde çürük nesiller yetişir ve onlarla İslam Medeniyetinin gelmesi hayaldir.

                 TOPLUMUN GİDİŞATI

Referansını Kur’an ve Sünnetten alan der­gimiz, toplumun gidişatından kendini sorumlu hissettiğinden bu konudaki Kur’ani ve Nebevi uyarılara dikkat çekmekte, bunlara uymayı ve gerektiğinde nasihat etmeyi vazife bilmekte­dir. Bu konuda eksen ayet: “Bir kavim kendinde olanı değiştirmedikçe Allah onlara vereceği ni­meti değiştirmez”1 ayetidir. Kurtuluş, fert olarak görevini yapmaktan ziyade toplumun ıslahı ve nimete layık hâle gelmesindedir. Kur’an’daki geç­miş milletlerin çöküş ve azaba uğrayış sebeple­ri iyi idrak edilmeli, aynı hatalar tekrar edilme­melidir. Emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i anil münker (iyiliği emredip kötülükten sakındırma) vazifesi terk edilmemelidir. Bu görevin terk edilmesinin veya hafife alınmasının toplumsal sonuçlarının ağır olacağı bilinmelidir. Bir insanın kazanılması, kulluk bilincine ulaşması ve kurtuluşunun, asıl ona vesile olanın kurtuluş bileti olduğu, bir köle azat etmekten daha çok bir neslin kurtuluşu için çalışmanın elzem olduğu bilinci yerleşmelidir. Toplumda haramların yaygınlaşması, farzların terkedilmesi neslin gün geçtikçe kötüye gitmesi her Müslümanı rahatsız etmeli, düzeltmek için sadece kalben buğzu değil elini ve dilini de ha­rekete geçirmelidir. Toplum genellikle kendisine görevlerinin hatırlatılmasından memnun olmaz, bu konuda özellikle ileri gelenlerin, toplum lider­lerinin uyarılması davetçi açısından daha riskli­dir. Şartlar ne olursa olsun, yanlış kimden gelirse gelsin nasihat ve uyarılardan vazgeçmemek der­gimizin misyonudur. Bu konuda kınayıcının kı­namasından değil Allah’ın rızasını kaybetmekten korkarız. Toplumun Rızayı İlahi’ye uygun gidişatı ve bu konuda İslam’ın öncelikleri tüm menfaat­lerden, kazanımlardan daha üstündür.

Bugün maalesef beşerî ideolojileri benim­seyen, bencil, dünyaya alabildiğine meyleden, İslam’ı birtakım ritüellerden (namaz, oruç gibi) ibaret gören bir nesil türemiş oldu. Bunun vebali kimdedir? Sadece İslam düşmanları, bozulmuş medya, dış güçler vs. diyerek bu vebalden kur­tulamayız. Bu anlamda dergi olarak biz, Müslü­manların yeniden uyanması, kutsallarına sahip çıkması, Asr-ı Saadet dönemi ve sonrasında ol­duğu gibi İslam Medeniyetini yeniden inşa edip batı medeniyetinin kompleksinden kurtulması gerektiğini söylüyoruz. Bu sağlandığında sadece ülkemiz değil tüm dünya buhranlardan, savaş ve kaostan kurtulacaktır. Müslüman dünyada edil­gen ve pasif değil, etken ve aktif olmalıdır. Üm­metin görevi insanlığa baş olmaktır, Batı’ya kuy­ruk olmak değildir. Geçmişte parlak zaferler elde edilmesine sebep olan akide ve kutsallar (Kitap ve Sünnet) bugün de elimizdedir. Genç nesil­de bu söylemi geliştirirsek, üstünlüğün imanda olduğunu hatırlatırsak işte o zaman “istikbal İs­lam’ındır” sözü yerini bulacaktır. İnancımız bize bunu söyletmektedir. Çünkü İslam akidesi her türlü yanlış ve bâtıl akidelerin üstündedir, izzet ve üstünlük ancak İslam’dadır. “…Oysa izzet (güç, onur ve üstünlük) Allah’ın, O’nun Rasulü’nün ve mü’minlerindir…”2

                ÜMMETİN HÂLİ

Ümmet bilinci ve evrensel İslam kardeşliğini öncelemek, bunun için bilinç oluşturmak, Müs­lümanların dertleriyle dertlenmek dergimizin öncelikleri arasındadır. Maalesef İslam coğrafya­sı paramparça, her tarafta kan, zulüm ve gözyaşı hâkimdir. Akan kanın ve gözyaşının dinmesi için kalıcı çözümler önermek, pansuman tedavilerle veya günü birlik siyasi söylemlerle hareket et­mekten daha evlâdır düşüncesiyle hareket et­mekteyiz. Tüm Müslümanlar bulundukları yer­lerde eğitim çalışmaları yapmalı, vasıflı, kaliteli insanlar yetiştirmeli, bir araya gelmeli, İslam Da­vasını daima gündemde tutmalı, Müslümanların maslahatı için hareket etmelidirler. Ancak o za­man kalıcı çözümler üretebilecek güce ulaşabi­lirler, içinde bulundukları toplumlarda söz sahibi olabilirler. Yoksa Müslümanlara yapılanları sey­retmekten, birkaç kınama mitingi yapmaktan öte bir şey yapamazlar. Muhterem Alparslan Kuytul Hocamızın konferanslarında ve dergi yazılarında sürekli ümmet vurgusu yapması, Irak, Suriye ve Ortadoğu’ya ait önemli uyarılarını tekrarlama­sı ümmet bilincinin bir sonucudur. Ancak ma­alesef samimi ve sancılı bir âlimin bu konudaki ikazları dikkate alınmadığı için Irak, Suriye ve Ortadoğu’ya ilişkin politikalarımızda gelinen iç­ler acısı durum ortadadır. Marifet yöneticilerin her yaptığını alkışlamakta veya yaptıklarına bir hikmet arayışı içinde olmakta değil, Allah için bildiğin doğruları gelebilecek tüm tepkilere rağ­men korkusuzca söyleyebilmektedir. Bu ancak yaptığı şeyde halkın, iktidarın veya gücün değil Allah Azze ve Celle’nin dikkate alınmasıyla başa­rılabilecek bir iştir. Bir şey ülkenin siyasi menfaati için doğru gibi görünebilir ancak biz Müslüman olarak “Fıkıhta bunun yeri var mıdır, İslam kar­deşliği ve Müslümanların maslahatı açısından caiz midir?” sorusunu kendimize sormak duru­mundayız. Müslümanlar olarak kırmızı çizgimizi menfaatlerimiz, çıkar ilişkilerimiz değil, Kur’an ve Sünnet belirlemelidir.

                İLMİ VE DENGELİ BAKIŞ

Dergimizin önemli bir özelliği de her mese­lede dengeyi (itidal) gözetmek, ifrat ve tefritten uzak bir şekilde meseleleri ele almak, vasat üm­met olma vasfına yakışır bir şekilde davranmaktır. İtikatta, amelde, muamelatta kısacası her alanda dengeli tavır takınmak Müslümanlığımızın gere­ğidir. Kur’an’da ve Sünnette bir mesele ne kadar önem arz ediyorsa o mesele öncelikli görülme­li, ehem/mühim meselesine dikkat edilmelidir. Gereksiz ayrıntılara girilmemeli, mesajın ayrıntı­larda kaybolmasına müsaade edilmemelidir. İlme ve âlimlere değer verilmesi üzerinde durmakla beraber, alimlerimizin geçmişte ictihadlarıy­la sonuca bağladıkları binlerce fıkhi meselenin özellikle ehil olmayanlarca yeniden gündeme getirilmesini gereksiz hatta art niyetli görmekte­yiz. Bu meselelerin modernist/reformist görüş­ler çerçevesinde yeniden yorumlanmaya çalışıl­masını, hadislere bakış noktasında yeni birtakım yaklaşımları (muhaddislerin kriterlerinin dışında yorumlama) tehlikeli sapmalar olarak kabul et­mekteyiz. Âlimleri ve ilmi hafife almanın insanı daha kötü durumlara sürükleyeceğini bilmekte­yiz. Merhum Zahid el-Kevseri: “Mezhepsizlik din­sizliğin köprüsüdür” diyor. Kastettiği şey “mez­hebi olmayan dinsizdir çünkü mezhep dindir” demek değildir. Mezhebin fıkhi bir ekol olduğu­nu bir âlim elbette bilmektedir. Ancak kastettiği şey daha çok bir tavra dikkat çekmektir. Dini ve dinle ilgili ilimleri, âlimleri hafife alan, dine karşı lakayt davrananları uyarmak istemiştir. Mezhep­ler, geçmiş müctehidlerin Kur’an ve Sünnetten istinbat ettikleri ve ortaya koydukları fetvaları ve bunlarla oluşan fıkhi ekollerdir. Sonuçta Kur’an ve Sünnete dayanmaktadır. Elbette mutlak doğ­ru demek değildir neticede müctehidin ortaya koyduğu görüşüdür. Ancak kendi zamanlarındaki ve sonraki âlimlerin ortak kanaatiyle otorite ka­bul edilen, hayatları ilimle yoğrulmuş müctehid­lerin fetvalarını alelade bir fikir gibi görmek, hele hele Kur’an ve Sünnete dayanmadıklarını söyle­mek en hafif ifadeyle vicdansızlıktır. Tüm bunları görmezden gelmek, alimleri/ilmi küçümsemek kişiyi dinde laubali olmaya, dinin meselelerini hafife almaya götürür. Bu nedenle derin ilmi me­selelerde Ehli Sünnet ve’l cemaat çerçevesinde kalmaya, her konuda işin uzmanlarına müracaat etmeye özen gösteriyoruz. Dergimizdeki konular ilmi ve edebi bir üslupla ele alınmaya çalışılmakla birlikte salt ilmi veya edebi dergi olma iddiasında değiliz/olmaya da çalışmıyoruz. Çünkü muhatap kitlemiz halkımızdır, her kesimden insana hitap ettiğimizden herkesin ortak paydada anlayabile­ceği bir üslubun daha yerinde olacağı kanaatin­deyiz.

Özetle dergimiz bunlar ve daha değinemedi­ğim birçok yönüyle İslam davasının kalplerde ye­niden filizlenmesini, geleceğin İslam’ın olacağına dair ümitlerin tazelenmesini, ümmet olma yo­lunda neslin eğitilmesini, İslam coğrafyası, üm­met bilinci ve evrensel İslam kardeşliği konula­rını işlemektedir. Bunu yaparken daima hakkı ve Hakk’ın rızasını dikkate almaktayız. Dergimizin daha nice sayılarla yayın hayatına devam etmesi­ni diliyor, başta başyazarımız Muhterem Hocam (Rabbim tez zamanda tahliyesini nasip etsin) ol­mak üzere emeği geçenlerden Rabbimin razı ol­masını niyaz ediyorum.

1.                   Ra’d, 11.

2.                   Münafikun, 8.