İnsanlığın hidayet rehberi olan kitabının ilk ayetlerinde “Oku” ve “Kalem” kelimelerini zikreden, bununla yeni kurulacak medeniyetin eğitim ile olacağını öğreten Rabbimize sonsuz hamd, Rabbinden aldığı vahiyle yaşadığı toplumu Tevhid eğitiminden geçiren Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e de salat-u selam olsun.
Eğitim bir milletin en ayırt edici özelliğidir. Doğru ve yeterli eğitim alan milletler tarihin gidişatını değiştirmişlerdir. Kur’an ve sünnet eğitiminden geçen sahabe nesli sadece içinde yaşadıkları coğrafyayı değil, tüm dünyayı etkileyecek bir örneklik vasfına haiz olmuştur. Vahye dayanan eğitim, fertleri insanların önderleri yaparken; toplumu ise dünyanın kahramanları yapar. Örnek toplum olan sahabe neslinin en belirgin vasfı; vahyin eğitiminden geçmiş olmalarıdır.
Tarihte önemli izler bırakan, yetiştirdiği alim, aydın ve bilim adamlarıyla dünyaya Müslümanların başarılarını kabul ettiren atalarımız, İslam’dan başka bir eğitimden geçmiş değillerdi. İmam Gazali, Farabi, Mimar Sinan, Ali Kuşçu, Piri Reis, Fahreddin Razi… vb. şahsiyetler İslam’ın yetiştirdiği önemli değerlerdir. Yeri gelince onlarla övünenlerin, onların hayat tarzlarını, düşünce yapılarını ve yetiştikleri atmosferi önemsemedikleri görülmektedir. Kendi üstün değerlerini ve tarihini örnek alması gereken Müslümanların; Avrupa’nın zararlı ve toplumu çökerten kanun, ahlak, fikir ve devlet yapısını örnek almaları, ümmetin çöküşünü hızlandırmaktadır. Türkiye’nin doksan yıllık eğitim politikası incelendiğinde, bir türlü insanı merkeze alan, fıtrata uygun ve kendi öz değerleriyle barışık eğitime geçilmediği görülecektir. Adı milli olsa da eğitim sistemimizin gayrı milli olduğu aşikardır. Fıtrata yani ilahi vahye dayanmayan eğitim anlayışımız maalesef ideolojik, çağ dışı bir anlayışla gençlerimizi düşünmeyen, okumayan, hedefi olmayan, günübirlik yaşayan bireyler haline getirmiştir. Avrupa’nın kanun ve medeniyeti örnek alınacağına, eğitim anlayışı, kendi insanına verdiği önemi, iş disiplini gibi yönleri örnek alınsaydı, hiç olmazsa bazı alanlarda başarılar elde edileceği gibi, gençler de daha nitelikli yetişmiş olacaktı.
Türkiye’de ilköğretimden üniversiteye kadar her eğitim düzeyinde yoğun ve ağır ders müfredatı yıllardır devam etmektedir. Bu konuda eğitimciler her eğitim-öğretim yılı sonunda hazırladıkları raporlarda, tüm sınıflarda ağır bir müfredatın olduğunu, bunun azaltılması gerektiğini, zira hem öğrenci seviyesine uygun olmadığını hem de yıl sonunda bitirilemediğini defalarca dile getirmiş olmalarına rağmen bu sorunun giderilmediği görülmüştür. Oysa ki; eğitim alanında Avrupa’nın en kaliteli eğitim anlayışına sahip ülkesi kabul edilen Finlandiya’da ders müfredatları sade, basit ve genel hatlarıyla konuyu öğretmekten ibarettir. Ders kitaplarına fazla bağlı kalmayan öğretmenler, öğrencileri yaşayarak öğrenme ile hayata hazırlamaktadır. Ülkemizde eğitim sistemimiz adına diğer önemli bir yanlış; öğrencilerin ilköğretimden üniversiteye kadar her seviyede sınavlara girme zorunluluğudur. Yine Finlandiya örneğinde okula başlama yaşı olan yedi yaşından itibaren en az altı yıl sınav stresinden uzak kalan öğrenciler sorarak, merak ederek ve yaşayarak öğrenme sürecini yaşamaktadır. Ülkemizde okuyan gençlerin en büyük korkusu olan üniversite sınavı, ortaya çok üzücü sonuçların çıkmasına neden olmaktadır.
ÖSYM’nin 2019 YKS verileri, eğitim sisteminin içler acısı durumunu gözler önüne sermektedir. Verilere göre, üniversite sınavında 15 bin öğrencinin puanı, yarım net dahi yapamadığı için hesaplanamadı. YKS’nin ilk oturumunda “15 net doğru yanıt veremediği için” puan barajının altında kalan aday sayısı ise 628 bin 796. Lisans bölümleri için yeterli puanı yakalayamayan 747 bin 577 aday ise ikinci oturumda elendi. Yine bu yıl yapılan ve bir milyonu aşkın öğrencinin girdiği Liselere Giriş Sınavı olan LGS’de 72.000 öğrenci matematik testinde, 1338 öğrenci ise Türkçe testinde sıfır çekmiştir. Bu sonuçlar, Türkiye’deki eğitim sisteminin geldiği noktayı izhar eder.
Okumayan, düşünmeyen, zevk peşinde koşan, üretmeyen bir gençlik bu eğitim anlayışının sonucudur. Bu vahim durumun sorumlusu bellidir; Kur’an’dan uzak eğitim sistemi…
Türkiye’de ilköğretimin ilk kısmında altı, ikinci kısmında yedi, liselerde ise sekiz saat olan ders saatleri Finlandiya’da sadece dört saattir. Geri kalan saatler ise öğrencilerin ilgi, yetenek ve becerilerine göre farklı aktivitelerle değerlendirilmektedir. Sekiz saatlik bir okul sürecinin en az iki saatinin her gün heba olduğu memleketimizde, eğitimle ilgili sorunlar yerinde görülmedikçe, tespitler yapılıp adımlar atılmadıkça bu sorunların çözüme kavuşması mümkün olmayacaktır.
İnsanı ve evreni yaratan ve her alanda el- HÂDİ ismiyle yol gösteren Allah Azze ve Celle; insanın eğitiminin yollarını da göstermiştir. Her şeyden önce ailede şekil alan çocuğun ilk eğitimi evde olmaktadır. Ebeveyn olan anne- baba, çocuklarının ilk öğretmeni olarak onlara yaratıcısını tanıtmak ve O’nu sevdirmekle işe başlamalıdır. Ailede başlayan bu süreç okulda da devam etmelidir. Ne var ki gerçekler tam tersidir. Okullardaki eğitim seküler, tek tip, fıtrata ters, ahlak ve karakter bozucu niteliktedir. Bu eğitim sistemi dürüstlüğü, ahlakı, çalışkanlığı, sorumluluk sahibi olmayı ve ulvi bir dava uğrunda ömrü adamayı kazandırmamaktadır. Aksine hedefsiz, düşünmeyen, para kazanmak dışında plan kurmayan, büyüğünün karşısında ayak ayak üstüne atabilen, adabı ve saygıyı kaybetmiş, toplumunun gidişatından bihaber, zevk ve eğlence düşkünü, karşı cinsin peşinde koşan zavallı bir nesil meydana getirmiştir.
Doksan altı yıllık mazisi olan Türkiye Cumhuriyeti’nde yetmiş beş Milli Eğitim Bakanının değişmesi; eğitime verilen değerin(!) açık göstergesidir. Her yeni hükümetin sil baştan eğitim politikası uygulaması, gençlerimizin heba olmasına sebep olmaktadır. Tarihi olmayan bir millet gibi yap bozlarla devam eden eğitim anlayışı acilen kalıcı, doğal, fıtrata uygun, Allah’ı sevdiren bir anlayışa dönüştürülmelidir. Unutulmamalıdır ki; İslam bu toprakların asli mayası ve gerçek kimliğidir. Bu maya ve kimliğin dışında gençliğimizi ve milletimizi düzeltme ve kurtarma imkânı yoktur. Güçlü millet ve hedefleri olan bir gençlik istiyorsak, geçmişte olduğu gibi şimdi de topyekûn Allah’a dönmeliyiz. Aksi halde, istikbal adına büyük sermayemiz olan genç nüfus, gözlerimizin önünde manevi çöküşten kurtulamayacak ve bir nesil heba olup gidecektir.