“Oku, Yaşa, Anlat” sloganıyla davetimize devam ediyoruz. Her ev vakıf, her ev medrese; her an davet, herkes davetçi artık… Tıpkı Peygamberlerin yaptığı gibi bizler de davet görevimizi yaparken evlerimizi mescitler haline getiriyoruz ve davetimiz için mekân- zaman sınırı tanımadan okuyor, yaşıyor, anlatıyoruz...
Tüm Peygamberler “La” ile başladı söze… Mevcut düzeni reddetti, mevcut inanışları yıktı ve yeni bir medeniyeti inşaya başladı. Allah’ın peygamberleri ile gönderdiği dinin ıslahatçı bir karakteri yoktu. Böyle olunca kıyamete dek sürecek bir çatışma başladı. İman ve küfür çatışması…
Tarihin hiçbir döneminde diktatörler koltuklarını kolay kolay teslim etmediler. Allah’ın peygamberleri, ömürlerini feda ederek zalimlere karşı mücadele ettiler. Peygamberin ortak özelliği, mücadelelerine sıfırdan başlamış olmaları, hiçbir maddi desteğe sahip olmamalarıdır. Üstelik kendilerine ilk tabi olanların zayıflar, köleler ve toplumun en alt kesimleri olması, güçlü ve zalim otoritelerin karşısında elinin zayıf kalmasına sebep oluyordu. Bu peygamberlerin bazıları vardır ki, onların mücadeleleri bir temsil olmuş, Allah onları azimlerinden ötürü övmüştür. Bu peygamberler, verdikleri mücadele ile kendilerinden sonra gelen nesillerin “Bizler despot ve zalim bir yönetimin altında çaresizdik! Konuşamaz, mücadele edemezdik” şeklindeki bahanelerini bertaraf etmişlerdir. Hz. İbrahim, Hz. Musa işte onlardandır…
Firavun, kurduğu sistemde zulmünün soğuk nefesini her an tebaasının üzerinde hissettirirken, maruz kaldığı zulüm sebebiyle şahsiyetlerini yitirmiş olan İsrailoğulları da Hz. Musa’nın hakka ve kurtuluşa daveti karşısında umutsuzca bakıyorlardı. Hz. Musa zalimin zulmü ve halkının tepkisizliği karşısında çaresizliğini Rabbine dillendirdi. Rabbimiz Azze ve Celle davasını dert edinmiş kuluna çıkış yolunu öğretti. Bu çare, Hz. Musa’nın nezdinde hepimiz için bir çareydi aslında. Zira bugün de kıyamete kadar sürecek olan hak batıl savaşının bir perdesi sahneleniyor. Zalim zulmediyor ve iktidarını sarsacak hiçbir adıma müsaade etmiyor. Hatta iktidarını korumak adına kendi elleriyle yaptıkları putlarını (demokrasi gibi) herkesin gözleri önünde yemekten çekinmiyor. Bu baskı ve istibdat altında insanlar karşı çıkmak şöyle dursun; konuşmaya hatta kendi başlarına gelen zulümleri anlatmaya dahi korkuyorlar. Zulmün karşısında sessiz kalmayanlar ise, Hz. Musa ve Hz. Harun’un yalnızlık ve çaresizliğini derinden hissediyorlar. Peki bu durumda Allah’ın bize gösterdiği çözüm nedir?
“Biz Musa ile kardeşine vahyettik ki: Soydaşlarınıza Mısır´da evler hazırlayınız, evlerinizi namazgâh haline getiriniz, namaz kılınız ve mü´minleri müjdeleyiniz.”1
1. Şehirde evler hazırlamak
2. Evleri mescitleştirmek
3. Namaz kılmak
Şehirde, yani merkezi yerlerde Allah’ın adının anıldığı, dininin ve davasının konuşulduğu, İslam’ın talim edildiği, mü’minlerin bir araya gelerek hasbihal edip dertlerini paylaştığı, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ettikleri evler hazırlayın. Adına ister vakıf, dernek deyin, ister mescit ya da ev… Gece gündüz hayır için koşan insanlarla dolup taşan, halka açık hizmet evleri hazırlayın.
Ama sadece bununla kalmayın! Evlerinizi de mescitleştirin. Her bir mü’minin evi bir mescit olsun. Ayetin diğer bir manasıyla da evlerinizin yönünü kıbleye doğru yapın! Yani evlerinizin yönü, yörüngesi kıbleye dönük olsun! Ev halkınızın ve ev hayatınızın yörüngesi Allah’a dönük olsun! Evin içindekilerin kalpleri ve hayat tarzları Allah’a dönük olmadıktan sonra taşların ve tuğlaların kıbleye dönmesinin ne önemi var ki?
• Tıpkı özel hazırlanan evler gibi, her mü’minin evinde Allah’ın adı zikredilsin!
• Evde namazlar (mümkün mertebe) cemaatle kılınsın!
• Her evde evvela ev halkı kendi içinde bir medrese kursun. Anne-babalar çocuklarına, abla-abiler kardeşlerine hem örnek olsun hem de İslam’ın temel prensiplerini öğretsin.
• Evlerimizde bir Müslümanın ihtiyaç duyacağı her hususta konular barındıran kitaplıklarımız olsun! Her birey kendi yaşına ve seviyesine uygun olan kitapları okusun, televizyonlar tabletler kapatılıp ailece kitap okumaları yapılsın.
• Evlerimiz, daima dinimizin ve davamızın konuşulduğu, aile fertlerinin birbirleriyle hayırda yarıştığı ve yardımlaştığı evler olsun.
• Evlerimiz komşu ve akrabalarımıza açık olsun.
• Evlerimiz dinimiz ve davamızın konuşulduğu halkalara her daim açık olsun. İlim ve zikir için toplanan topluluklara ve onlara iştirak eden meleklere meclis olsun.
Merkezi evler hazırladıktan ve evlerinizi mescitleştirdikten sonra ruhlarınız tazelensin. Yalnız kalmaktan ötürü zayıflayan iman ve cesaretleriniz canlansın! Ruhlarınız tazelensin ve güçleriniz birleşsin. O zaman iman edip imanın gereği olarak zalim Firavun’un zulmüne karşı durabilirsiniz!
Evlerin mescitleştirilmesi Allah’ın yardımının geleceğine dair bir müjdedir. Zira Allah Azze ve Celle, evlerinizi mescitleştirin buyurduktan hemen sonra Hz. Musa’nın “Rabbimiz, mallarını yerin dibine geçir ve onların kalplerinin üzerini şiddetle bağla”2 diyerek ettiği duaya, “İkinizin duası kabul olundu”3 diyerek mukabelede bulunmuştur. Mü’minler Allah’ın kendilerinden istediğini yaparlarsa, Allah onları düşmanlarına galip getirecek, Firavun’un zulmünden kurtaracak, kölelik ve zillet içinde bir hayattan özgürce bir dünya hayatına çıkaracaktır. Dünyada böyle şerefli bir hayat, ahirette de gözlerinin görmediği, kulaklarının duymadığı nimetler onları beklemektedir. Ama eğer onlar mutlak güç ve kudret sahibi olan Allah’ın kendilerinden istediği bir hayata yönelmezlerse, zalimlerin, despotların elinde oyuncak olarak rezil rüsva bir hayat yaşamaktan asla kurtulamayacaklar.
Evlerin mescitleştirilmesi Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in de risaletinin ilk yıllarından itibaren uyguladığı bir yöntemdi. Mü’minler, evini İslam davası için açan Erkam’ın evinde ders gördüler bir müddet. Bunun yanı sıra her biri kendi evinde İslam’ı öğrenmeye çabalıyordu. Hz. Ömer, Rasulullah’ı öldürmek üzere yola çıkmışken kız kardeşinin Müslüman olduğunu duyması üzerine onun evine yönelmişti. Kız kardeşinin evinde ise Habbab bin Eret, Hazreti Ömer’in kız kardeşi Fatıma ve kocası Sad’a Kur’an okuyordu. Mü’minler kendi evlerinde tebliğ ve talim vazifelerini sürdürmeye devam ettiler. Bu şekildeki bir gayretin sonucunda da Allah onlara zaferi nasip etti.
Bunları yaptıktan sonra da “Namaz kıl!”
Firavun ve kavminin, onlara olan işkencesi artıp onları iyice sıkıştırdıklarında namazı çoğaltmakla emrolunmuşlardır. Nitekim Allah Teâlâ Bakara suresi 153. ayette: “Ey iman edenler, sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin” buyurmuştur. Bir hadiste zikredildiğine göre; Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem herhangi bir sıkıntıya dûçâr kaldığında namaz kılardı.4 Yani Allah ile irtibatın güçlü olsun. “Secde et ve yaklaş”5 Allah’a yaklaş ki Allah’tan başka otorite kurmaya çalışanlar seni korkutamasın. Allah’a yaklaş ki verdiğin mücadelede yalnız olmadığını, her daim önünde, yanında ve arkanda Allah olduğunun farkında olasın! Allah’a secde et ki kulların önünde baş eğmeyesin! *
1. Yunus, 87
2. Yunus, 88
3. Yunus, 89
4. Ebu Dâvûd
5. Alak, 19