Furkan Aile

Gençlerimiz ve Kuşak Çatışması

Paylaş:

“Annem-babam beni anlamıyor,” “onlarla bir türlü geçinemiyorum,” “anne, baba, o senin zamanındaydı...” Aynı mekânı paylaşan iki farklı nesil ve kuşak arasında “anlaşılamama” sorunu bu cümlelerde somutlaşır. Büyüklerden birinin sarf ettiği “Benim yaşıma gelince anlarsın” cümlesiyle, tartışma bir sonraki krize kadar devam eder. Peki, gerçekten gençler onların yaşına gelince bir şeyleri anlarlar mı? Yaşanılan “anlaşılamama” sorunu, yaşlanınca geçen bir şey midir? Büyüdüklerinde, nüfus kâğıtları eskidiğinde “ebeveynleri” gibi mi olurlar? “Kuşak çatışması” adını verdiğimiz bu olguyu, gençlerin ileride ebeveynlerine benzemeleriyle düzelecek bir aykırılık olarak görmenin yanlış olduğu aşikâr. Gençler, anne babalarından farklı insanlar. Farklı insanların, aynı olgulara farklı bakış açıları taşımaları da şaşırtıcı değil. Dolayısıyla, bugünün gençleri yarının ebeveynleri olduklarında da anne babalarından farklı insanlar haline geliyorlar.

                Kuşak çatışmasının bireysel nedenleri, gencin kimliğini kazanma ve kanıtlama süreci ile ilgilidir. Sosyo-kültürel nedenler ise; teknolojik değişmeler, bilgi patlaması, eğitim alanındaki gelişmeler, savaşlar, devrimlerdir. Toplumsal değerlerin değişmesi, gençlerde deneyim eksikliği, yetişkinlerde çekicilik ve enerji eksikliğinden kaynaklanmaktadır.1

                Toplumumuzdaki sürekli değişmelerin aile ortamına yansıması sonucu, eski anne-baba ve genç ilişkisinde davranış kalıpları değişmekte, yeni ilişkiler ortaya çıkmakta ve bu yeni ilişkiler çerçevesinde gençler ile yetişkinler, çeşitli anlaşmazlıklara düşmektedir. Kuşaklar arası görüş ayrılıklarını şöyle sıralayabiliriz:

  1. a) Kılık kıyafet,
  2. b) Arkadaş seçimi,
  3. c) Para harcama,
  4. d) Eğlence tarzı,
  5. e) Dini konular ve geleneklere bağlılık,
  6. f) Meslek ve okul tercihi,
  7. g) Siyasî konular.

                Kuşakların birbirine karşıtlığı her çağda var olan bir olgu olmuştur. Ama günümüz modern insanı ile geleneksel yaşayan insanı artık örtüşememekte, bu da bizim için en değerli bir sosyal yapı olan aile kurumunun bile dağılmasına ve anne-baba, çocuk çatışmasına sebep olmaktadır.

                Özellikle kuşaklar arası çatışma, gençlerin ergenlik, yani fizyolojik ve psikolojik olarak en hızlı dönemlerine denk geldiği için, genç kendisince doğru olan her şeyi yapma isteğinde bulunur. Ama aile, bunların yanlış olduğunu bildiği için, karşı çıkar ve engellemeye çalışır.

                Belki de, Müslüman ailelerin en problemli nesli, şimdiki ve yetişmekte olan gençliktir. İslamî aile ortamında dünyaya gözlerini açan çocuk, bir taraftan emekleyerek yürümeyi öğrenirken, diğer taraftan yaşadıkları yerli toplumun içine karışmanın ilk adımını çocuk yuvasına atarak başlar. Çocuk içinde bulunduğu ortamın farkına ilk defa çocuk yuvasında varır. Evdeki lisanla oradaki lisanın, eğitim sisteminin, farklı değerlerin ve hatta yemeklerin bile farklılığını ilk defa orada fark eder. Onun için, bu yeni duruma zamanla alışır veya alıştırılır.

                Kendi dini ve kültürel değerlerimizden ne kadar verebildiysek o kadar donatılan çocuk, geri kalan değerler boşluğunu okul-çevre ve medya kanalıyla doldurur. Zamanla doldurulduğunu zannettiğimiz bu sahada, tehlikeli bir boşluğun hâlâ mevcut olduğunu biz çocuğumuzdaki davranış ve olayları yorumlama biçimindeki farklılığı görmeye başlayınca ve çocuk da belli bir yaşa eriştikten sonra fark ederiz.

                İstatistikî verileri bir kenara bırakarak, birkaç cümlelik değerlendirme yapmak gerekirse; binlerce müslüman gencinin geleceği hapishanelerde kararırken, gerekli eğitim alamayanların ve dünya görüşü olmayanların sayısı hayli yüksek. Bir de buna kültürel-manevi değerleri kapsayan “kültürel kimlik”le bağlantılı meseleleri ilave ederseniz, ciddi boyutlara varan problemli bir nesille karşı karşıya olduğumuzu görürsünüz.

                Kişinin kendi iradesi ve tercihi dışında yabancı kültür atmosferinde kalması, şoka zemin hazırlar. İslamî değil de Avrupaî bir hayat yaşayan bir ülkede Müslüman gençler, iki ayrı ve zıt eğitim sistemi nedeniyle, tam bir kimlik- kişilik geliştirememişlerdir. Dolayısıyla, Müslüman bir genç tam bir kimlik oluşturamadığı için güçlü ve etkili kültürlerin çekim alanına girebilir. Asimilasyona uğrama ihtimali yüksektir.

                KUŞAK ÇATIŞMASININ NEDENLERİ

  1. Sosyo-Kültürel Nedenler
  2. Yüzyıl ve özellikle de ikinci yarısının en tipik özelliği, toplumların hızla değişmesidir. Toplumda değişmeyi hızlandıran en belirgin faktörler ya da “patlamalar” dört temel nokta içinde; “bilgi patlaması”, “teknolojik patlama, ekonomik patlama” ve “iletişim patlaması” olarak nitelendirilebilir.

                Bütün bu hızlı gelişmeler tümüyle toplumsal yapıyı da etkilemekte, toplumla birlikte insan ilişkileri ve değer yargıları da değişmektedir. Toplumdaki değişmeler bireye de bazı psikolojik, sosyolojik ve maddi yükümlülükler getirmektedir. Gençler değişime ayak uydurmak için okullarda yeterince eğitim alıyorlar. Karar verebilmeleri için, geleneksel ve dini düşünüş biçimlerini bıraktırarak, yeni modelleri öğretiyorlar. Eğitim sisteminde meydana gelen hızlı değişmelere ayak uydurmasını öğretiyorlar. Gelişmelere paralel bir eğitim, ne yazık ki Müslüman anne-babalar tarafından gençlere verilmemektedir.

  1. Ailevi Sebeplerden Kaynaklanan Gençlik Problemleri

                Geçmişte bıraktığımız dönemlerde,  aile yapımızda her şey daha rahat ve daha kolaydı ve herkesin rolü bellidir. Bundan dolayı da fazla sorun çıkmazdı. Çağımızda yüz yüze geldiğimiz sorunların birçoğu, o dönemlerde mevcut değildi. Dolayısıyla, aile reisinin işi de nispeten kolay sayılırdı. Eline geçen kazancıyla kendi kendisine yetinip gidiyordu. Herhangi bir sorun ortaya çıktığında da; aile reisi olan babanın hakemliği ve otoritesi bunu çözmeye yetiyordu. Ancak, bugün durum değişti. Günümüzde, insanlar daha iyisini giyinmeye, daha güzelini yemeye, daha lüks evlerde oturmaya çaba gösteriyorlar, ihtiyaçların çeşidi, eskiye göre çoğalmıştır. Her gün yenileri piyasaya çıktığı için, artık aile reisinin kazancı tek başına yeterli olmamaktadır. Ailenin diğer fertleri de çalışmak zorunda kalmaktadırlar. Bu da, beraberinde birçok yeni sorunlar getirmektedir.

                Son dönemlerde, aile içi geçimsizlikler, çatışmalar, evden kaçmalar ve boşanmalar gibi birtakım sorunlar sıkça yaşanmaktadır. Sonuçta, aile içi kavgalar evdeki çocuklara ve gençlere de yansıyor. Onları tedirgin ediyor, strese sokuyor. Öyle ki; evdeki gençlerden ve çocuklardan şikâyetçi olmayan, onlarla çatışmaya girmeyen aile reisleri, neredeyse yok gibidir. Gençler arasında zaten zayıflamış olan aile bağları, geleneksel kültürel değer yargıları hemen terk edilebilmektedir. Daha iyi bir yaşam düşüncesi, kısa zamanda köşeyi dönme, lüks içinde yaşama hevesiyle hemen evini terk eden gençlerimizin sayısı hiç de az değildir. Bunların çoğu da bir sömürü çarkının içine düşmekten kurtulamamaktadırlar.