“Eğer sırt çevirirlerse kuşkusuz Allah kimlerin bozguncu olduğunu bilir. De ki: ‘Ey kitap ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (Tevhide) gelin. Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim, O'na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah'ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim. Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: ‘Şahit olun, biz gerçekten Müslümanlarız.”1
“Eğer sırt çevirirlerse kuşkusuz Allah kimlerin bozguncu olduğunu bilir.”
Ayet Allah’a gerçekten sırt çevirenleri bozguncular diye nitelemektedir. Tevhid gerçeğinden yüz çevirenlerin üstlendikleri bozgunculuk büyük bir fesattır. Realite olarak bozgunculuğun kaynağı, bu gerçeği kabul etmeye yanaşmamaktan başka bir şey değildir. Kabul ediş sadece dille onaylayarak olamaz. Yalnızca dil ile onayın hiç bir değeri yoktur. Olumsuz anlamdaki kalp ile kabul edişin de bir değeri olamaz. Çünkü bu kabul ediş insanların hayatlarında realiteye dayalı etkilerini ortaya çıkarmaz. Bozgunculuğun başlıca kaynağı, bu gerçeği insan hayatının realitesinde kendisinden ayrılmayan etkileriyle beraber kabul etmekten yan çizmektir.
Tevhid gerçeğinin birinci ve ayrılmaz parçası ilahlığı teke indirgemek ve dolayısıyla kulluğun da tek olduğunu kabul etmektir. Allah’tan başkasına kulluk yoktur. Allah’tan başka itaat edilecek kimse yoktur. Ondan başka emir alınacak kimse yoktur. Kanun koymada emir alma, değer yargıları ve kuralları belirlemede emir alma, eğitim ve ahlakta emir alma, insanın hayat düzeni ile ilgili her şeyde emir alma kaynağı yalnızca Allah’tır. Böyle hareket edilmediği sürece bu şirkin ve küfrün ta kendisidir. İstediği kadar dille kabul edilsin; insanların tüm hayatlarında, teslimiyet, itaat, kabullenme ve sahiplenme gibi somut verilerini meydana getirmeyen pratiğe dönüşmeyen kalp ile kabul edişlerin bir değeri olmayacaktır.
İnsanlara göre ilahlığın en belirgin özellikleri şunlardır: Kulların kulluk etmesi, insanların hayatlarında egemen yasalar belirlemesi ve onlara bir takım ilkeler koyması. Bunların herhangi birisinde kendisinin hak sahibi olduğunu iddia edenler, ilahlığın en belirgin özelliklerini kendilerinde görüyor ve kendilerini Allah’a rağmen, insanların Rabbi konumuna sokuyor demektir.
Yeryüzünde bu türden ilahların çoğaldığı, insanların birbirine tapınmaya başladığı noktadaki bozgunculuk kadar çirkin bir bozgunculuk örneği gösterilemez! Kullardan bir kulun, insanların bizzat kendisine itaat etmesi gerektiğini, bizzat kendisinin onların hayatlarına hükmedecek yasaları belirleme hakkına sahip olduğunu, bizzat kendisinin değer yargılarını ve ilkeleri belirleme hakkı olduğunu iddia etmesi sırasındaki bozgunculuk… Bu kimseler kendisini putlaştıran Firavun gibi “Ben sizin en yüce Rabbinizim”2 demese de ilahlık iddiasında bulunuyor demektir. Bu putlaşmalara yücelik verip kabul etmek ise, Allah’a ortak koşmak ya da O’nu inkâr etmektir. Bu ise yeryüzündeki bozgunculuğun en çirkin şekillerinden biridir.
Onun için ayetlerin akışı içinde bu tehditten sonra Ehl-i kitabı ortak bir söze davet yer almaktadır. Yalnız Allah’a kulluğa, O’na ortak koşmamaya ve birbirini Allah’ın dışında Rabler edinmemeye davet. Aksi takdirde bu mesaja aykırı bir davranış hiçbir konuşmaya ve tartışmaya yer verilmeyecek bir yol ayrımını gerektirecektir:
“De ki: ‘Ey kitap ehli, sizinle aramızda ortak olan şu söze geliniz: Sırf Allah’a kulluk edelim, hiçbir şeyi O’na ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp birbirimizi ilah edinmeyelim.”
Şüphesiz ki bu çağrı insaflı bir çağrıdır. Bu çağrı Hz. Peygamber’in kendisinin ve beraberindeki Müslümanların onlara üstünlük sağlamaya çalıştığı bir çağrı değildir. Ortak bir çağrıdır. Hepsi aynı hizada O’nun önünde duracaktır. Bazısı bazısına üstünlük taslamayacak, bir kısmı bir kısmını kul edinmeyecektir. Bu çağrıyı inatçı, bozguncu, sarsılmaz gerçeğe gelmek istemeyenden başkası reddedemez.
Bu çağrı yalnız Allah’a kulluğa çağrıdır. O'na hiçbir varlığı, hiçbir insanı, hiçbir taşı ortak koşmamaya çağrıdır. İnsanların birbirlerini, hiçbir nebiyi, hiçbir rasulü Allah ile birlikte ilah edinmemesine çağrısıdır. Peygamberlerin hepsi de Allah’ın kullarıdır. Allah onları emirlerini tebliğ etsinler diye seçmiştir. İlahlık ve Rububiyette kendilerini Allah’a ortak etsinler diye değil!
“Eğer yüz çevirirlerse, deyin ki: ‘Bizim Müslüman olduğumuza tanıklık edin.”
Müslümanlarla Allah’a rağmen birbirlerini Rabler edinenler arasındaki bu karşılaştırma Müslümanların kimliğini net ve kesin olarak ortaya koymaktadır. Müslümanlar, yalnız Allah’a ibadet edenler, kendisine kul olmaya yalnız Allah’ı layık görenler ve Allah’a rağmen birbirini Rabler edinmeyenlerdir. Müslümanları diğer inançlardan, bütün insanların yaşam tarzından ayıran başlıca nitelikler bunlardır. Ya bu nitelikler onların üzerinde gerçekleşecek ve onlar Müslüman olacaktır ya da bu vasıflar onların üzerinde gerçekleşmeyecek ve ne kadar Müslüman olduklarını iddia etseler de Müslüman olmayacaklardır!
İslam insanları kullara kulluktan kurtaran tam bir özgürlüktür. İslam nizamı da diğer düzenler arasında özgürlük hareketini gerçekleştiren biricik düzendir. İnsanlar, yeryüzü kaynaklı düzenlerin hepsinde birbirlerini Allah’a rağmen Rabler edinirler. Bu birbirini Rab edinme olayı en katı dikta rejimlerde göze çarptığı gibi en ileri demokrasilerde de ortaya çıkmaktadır. İlahlığın en başta gelen özelliği insanları kendisine taptırma ve kurumlarını, sistemlerini, yasalarını, değer yargılarını ve ilkelerini benimsetmedir. Bu, yeryüzü kaynaklı bütün düzenlerde şu veya bu şekilde birtakım insanların tekeline girmiştir. Şu veya bu konumda insanlardan bir topluluğa havale edilmiştir. Geniş halk kitlelerinin kendisinin belirlediği yasalara, değer yargılarına, ilkelerine ve düşüncelerine boyun eğdiği bu topluluk yeryüzü ilahlarıdır. İnsanların ilahlık ve Rububiyet özelliklerini kendilerinde görmelerine izin vermeleri ve Allah’a rağmen birbirlerini Rabler edinmelerinin tipik örneğidir bu. İnsanlar, bu ilahları böyle kabul etmekle, onlara secde etmeseler de önünde eğilmeseler de Allah’a rağmen onlara kulluk etmiş olurlar. Zira kulluk Allah’tan başkasına yönelme imkânı olmayan bir ibadettir. İşte ancak İslam nizamında insan bu boyunduruktan kurtulur. Özgürlüğe kavuşur. Düşüncelerini, düzenlerini, yaşam biçimlerini, yasalarını, değer yargılarını ve ilkelerini yalnız Allah’tan alan bir özgürlüğe kavuşur. Bu konuda onun konumu diğer tüm insanların konumu gibidir. O ve diğer bütün insanlarla eşit konumdadır. Hepsi aynı düzeydedir. Hepsi Allah’ın emrindedir. Allah’a rağmen birbirlerini Rabler edinmezler. İşte bu anlamıyla İslam Allah katında kabul gören tek dindir ve tüm peygamberlerin Allah katından getirmiş olduğu din budur.
- Al-i İmran, 63, 64
- Naziat, 24