Başyazı

İdealist İnsan Olmak -5

Paylaş:

Hamd; değerli olarak yarattığı insana değerli ve kutsal hedefler gösteren Rabbimize, Salât-u Selam; ideallerine bağlı kalarak dünya ve ahiret dengesinin nasıl sağlanacağını gösteren Efendi­miz’e, Selam ise; Rabbimizin göstermiş olduğu ideal uğrunda, Allah Rasulü’nün yolunu takip ederek mücadele eden kardeşlerimin üzerine olsun…

Geçmiş sayılarda idealist insanın özelliklerini anlatıyordum. Kaldığım yerden devam ediyorum…

  1. İdealist İnsanlar Dava ve İdeallerinden Ta­viz Vermezler

Şu bir gerçektir ki; aslında davası ve ideali ol­mayan ancak davayı, davanın büyüklerini veya dava içinde bulunanları sevdiği için hareketin içerisinde bulunan birçok insan mevcuttur. Bu tür insanlar, zorlandıkları her meselede dava­larından ve ideallerinden taviz vermek isterler. İdealist insanlar ise davalarından ve idealle­rinden asla taviz vermezler. Çünkü onlar dava­larının doğruluğundan ve onun dışındaki her şeyin yanlış olduğundan emindirler. İdeallerine ulaşabilmeleri için taviz vermeden yollarına de­vam etmeleri gerektiğinin farkındadırlar. İdeal­lerinden taviz vermeyi ideal ve davalarına ihanet olarak kabul ederler. Ayrıca menfaat için ya da önüne çıkan engellerden dolayı davasından taviz veren insanlara kimsenin güvenmeyeceğini ve dolayısıyla da ideallerine ulaşamayacaklarını bi­lirler. Bu bakış tarzı tüm idealistler için geçerlidir. Müslüman bir idealiste gelince; bunlara ilaveten bir de davasının ve idealinin Allah’tan gelmiş ol­ması, kendinin icad ettiği bir dava ve ideal olma­dığı için taviz veremeyeceği gerçeği söz konusu­dur. Çünkü davayı da ideali de gönderen Allah’tır ve kulun Allah’tan gelene müdahale etme yetki­si olamaz.

İdeallerinden vazgeçen ve davasından taviz verenlerin birçoğu aslında ya davasına ve ideali­ne inanmamış ya korkak ya menfaatine düşkün ya da rahatına düşkün olduğundan öyle davra­nırlar. Rahatlarının ve menfaatlerinin bozulma­sını istemezler. Ancak sanki davanın menfaatle­rini düşündükleri için öyle davranıyorlarmış gibi konuşurlar ve: “Biz davamız ve ideallerimiz için taviz veriyoruz, aslında fedakârlık yapıyoruz” der­ler. Bu şekilde bilerek veya bilmeyerek yalan söy­lemiş olurlar.

Dava insana kişilik kazandırır. Taviz vermek ise kişiliği bozar. Davanın doğruluğu önemli olduğu kadar davanın hareket metodunun doğru olması da önemlidir. Doğru ideallere doğru me­totlarla ulaşılır. Eğer bir hareket metodu şahsi­yetten ve inançtan taviz verilmesini ve bukale­mun gibi renk değiştirilmesini gerektiriyorsa o metot, doğru bir metot olamaz.

Müşrikler, Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e gelip: “Ya Muhammed! Bu dava ile istediğin kral olmaksa seni kralımız yapalım, istediğin zengin olmaksa seni en zenginimiz ya­palım, istediğin güzel kızlarla evlenmekse seni en güzel kızlarımızla evlendirelim” demişler ve Efen­dimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile anlaşmaya O’nu yavaş yavaş davasından vazgeçirmeye ve başka bir tarafa sevk etmeye çalışmışlardı. Efen­dimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bütün bu teklif­leri reddetmiş ve: “Ben bunlar için gönderilmedim. Ben sizi Allah’tan başka ilahın olmadığını kabul et­meye, sadece Allah’a ibadet ve itaat etmeye, sahte ilahları terk etmeye davet ediyorum” demişti. İşte bu, idealist bir dava adamının davranışıdır.

Efendimizin amcası Ebu Talip, Efendimize: “Yeğenim! Sen onlara: ‘Bütün ilahlarınızı bırakın’ diyorsun. Onlar bunu kabul etmiyorlar. Onlara başka bir şey söyle” dediğinde Efendimiz: “Valla­hi, bundan başka bir şey söylemem” buyurmuştu. Çünkü bu, O’nun davasıydı. Davası Tevhiddi ve ideali de sahte ilahların reddedildiği, kula kul­luğun bitirildiği ve sadece Allah’a ibadet ve itaat edilen bir toplumun meydana gelmesiydi. Dava­nın Allah adına olması ve yanına başka bir dava­nın eklenmemesi gerekiyordu. Çünkü ne dava ne de ideal Peygamberimiz’e aitti. Her ikisi de Allah’tan gelmişti ve kendinin en küçük bir de­ğişiklik yapma yetkisi yoktu. Müşriklerin kabul etmediği Tevhid davasını bırakıp onların kabul edebileceği “ibadet ve ahlak davası, fakir-fuka­ra davası ya da milliyetçilik davası” gibi davaları savunması isteğini bu yüzden reddetmişti. İde­alist insanlar böyle olurlar. Kimse onları dava­larından saptıramaz; çünkü idealleri vardır. Eğer bir insan davasından taviz veriyorsa ya da başka ideallere kayıyorsa o insan idealist değildir.

Bu noktada tavizin ne olduğunu da kısaca anlatmamız gerekmektedir. Taviz: İnanç esas­larında, farzlarda veya haramlarda geri adım atmaktır. Hâkim güçlerin istediği şekilde inanç­ta değişiklik yapmak, dini ılımlı hale getirmek, engellerle karşılaşınca farzları terk etmek, az bir baskı gördüğünde haramlara girmektir. Bir konu, iman esası, farz veya haram değilse, me­sela sünnet ya da müstehap ise o konuda şartla­ra göre davranmak taviz vermek değil müsama­hakâr davranmaktır. Taviz konusunda ölçümüz bu olmalı, tavizden aslandan kaçar gibi kaçmalı ancak farz veya haram olmayan konularda mü­samahakâr davranmayı da bilmeliyiz. Taviz ver­memek ya da takva olmak adına farz olmayanı farz yapmamalı, haram olmayanı da haram yap­mamalıyız. İslam itikadını ve İslam fıkhını ölçü olarak almalıyız.

Bu konuyu daha geniş bir şekilde Hazi­ran-2021 sayısında “İdealist İnsanlar Rotadan Sapmamaya Çok Dikkat Ederler” başlığında an­latmıştım. Haziran sayısı da okunduğunda konu daha iyi anlaşılacaktır.

  1. İdealist İnsanlar Duygularıyla Değil Akıl­larıyla Hareket Ederler

İdealist insanlar duygularıyla değil, akıllarıyla hareket ederler. Çünkü hedefe duygusal kararlarla değil akli ve cesur kararlarla varı­labilir. İdealist insanlar taş değildirler, onların da duyguları vardır hem de ideallerinden dolayı duyguları birçok insandan daha güçlüdür. Ancak akılla karar verilmesi gerektiğinde akılla karar verebilirler, zayıflık göstermezler.

Duyguyla hareket etme durumu, aklın önü­ne geçiyorsa bu zayıflıktır. Radikal bir karar ve­rilmesi gerektiği ya da müdahale edilmesi ge­rektiği yerde duygusallık gösterilerek o karar verilemiyor, müdahale edilemiyor ve o cesaret gösterilemiyorsa bu itidalli davranmak değil ger­çekte korkaklıktır, dava ve idealin olmamasıdır. Çünkü dava ve ideal, insana zor ama akli kararları verdirir.

İdealist insanlar iradeli insanlardır. İdealleri onların iradelerini kuvvetlendirir. Şöyle de söy­leyebiliriz; İradesi güçlü insanlar iradesi zayıf in­sanlardan daha idealist olabilirler.

  1. İdealist İnsanlar Kararlıdırlar

İdealist insanlar kararsızlığa düşmezler. Bu aynı zamanda güçlü bir insan olmak demektir. Demek ki idealist insanlar, idealleri sayesinde güçlü bir insana dönüşmekte, cesur, kararlı ve iradeli bir insan olmaktadırlar.

İdealist insanlar, kim ne derse desin ve önüne ne kadar engel çıkarsa çıksın yollarından dön­mezler, son derece kararlıdırlar; çünkü onlar da­valarından ve ideallerinin doğruluğundan mut­maindirler. İman esaslarında mutmain olmak nasıl zorunluysa, insanın idealist olabilmesi için de davasının doğru olduğu, idealinin ulaşılabilir olduğu ve bu yolda mücadeleye değdiği husu­sunda da mutmain olunması zorunludur. Ancak bu şekilde tereddütlerden kurtulup çok şey feda edilebilir. Dava uğrunda fedakârlık yapılamama­sının ve idealist olunamamasının perde arkasın­da gerek din gerekse dava hakkında tereddütler yaşanıyor olması yatmaktadır.

İdealinden mutmain olmayanlar her zaman kararsız ve zayıf bir insan olarak kalacaktır. Bizim gerek iman esasları gerekse idealimiz ve hedefle­rimizle ilgili mutmain olmamız şarttır. Allah Azze ve Celle: “Artık kim zerre kadar iyilik yapmışsa, kar­şılığını görecek”1 buyurmaktadır. Buna inanan ve bundan mutmain olan insanlar dava ve idealleri uğrunda daha çalışkan ve amellere karşı daha istekli olur, hedefine aşkla şevkle yürür, amacına sımsıkı sarılır. Böyle bir gayret yoksa mutmain olunamamış demektir.

  1. İdealist İnsanlar, İnsanlara Yardım Eder Ancak Yardım Almazlar

İdealist insanlar ideallerine taraftar toplamak isterler. Bunun yollarından birinin de insanla­ra yardım etmek olduğunu, insanlara ne kadar yardım ederlerse ideallerinin taraftarlarının da o kadar çoğalacağını bilirler. Böylece idealleri on­ları insan sever ve hayırsever yapar. Kendileri ise yardım almaktan utanırlar. Onurlarını her daim muhafaza ederler. İdealleri onları izzet sahibi yapar. Kur’an-ı Kerim böyle insanlardan bahse­derken: “…Utangaç (İffetli) olduklarından dolayı, bilmeyenler, onları zengin sanırlar. Oysa sen onları yüzlerinden tanırsın. Yüzsüzlük yapıp kimseden bir şey isteyemezler…”2 buyuruyor. Onların bu dav­ranışları kibirlerinden değil onurlu olmalarından kaynaklanır.

  1. İdealist İnsanlar Okurlar ve Öğrendikleri­ni Anlatırlar

Okumak, idealist insanların ideallerine ulaşa­bilmesi için bir araçtır. İdealist insanlar okuma­dan, araştırma yapmadan ideallerine varamaya­caklarını bilirler. Onun için sürekli olarak okur ve araştırma yaparlar. İdealleri olmayan insanlar ise okumazlar, kendilerini geliştirmezler. İdealleri olsaydı, “Acaba hedefimize nasıl varacağız?” diye düşünür, dert eder, okumaya ve öğrenmeye çalı­şırlardı.

İdealist insanlar, çok okudukları gibi aynı zamanda okuduklarını ve öğrendiklerini anlatır­lar. Davalarının davetçi ve propagandacılarına dönüşürler. Yani idealistler aynı zamanda pro­pagandacıdır. İdealistlerin hedefi tüm dünyadır ve hedefi “tüm dünya” olanlar yerinde duramaz­lar. Bir misyoner gibi sürekli anlatacak insan ararlar.

Kişi bir davanın davetçisi, müdafi ve muhafı­zı olmadıysa idealist değildir. Her davanın ken­di muhafızlarına ihtiyacı vardır. Bir dava kadar kıymetli olmadıkları halde korumaları (muha­fız) olan nice insanlar vardır. Davaların neden muhafızları olmasın? İnsanın ulaşabileceği şe­reflerin en üstünü, hak davanın müdafii olma şerefidir.

İdealist insanlar ideallerini anlatmak ve du­yurmak için gerekirse memleket değiştirirler. Bu bir fedakârlıktır ve hicret zordur… Ancak idealist insanlar hicreti başarabilirler. İdealist olmayan­lar ise iş icabı başka yerlere giderler ama dava icabı gitmeleri gerektiğinde gidemezler.

  1. İdealist İnsanlar Toplumlarını Yükselten İnsanlardır

İdealistler her zaman azdır ve devletleri, top­lumları, cemaatleri yükseltenler, gelişmeleri sağlayanlar aslında daima az sayıdaki idealist insanlardır. Bir cemaatte veya bir devlette ide­alistlerin sayısı ne kadar çoksa gelişmeler de o kadar çok olacaktır. Çünkü onlar, tuttuklarını ko­parır, işlerini iyi takip ederler. İşini iyi takip etme­yen, kulak arkası eden insanlar asla “idealist bir dava adamı” olduklarını iddia edemezler.

İdealistler işlerini unutmazlar, tehir etmez­ler ve gerektiğinde yıllarca takip ederler. İdealist olmayanlar ise mazeret üretirler ve “Filan yapa­caktı yapmadı, filanı çağırdım gelmedi…” diyerek işi hep başkalarına bırakırlar. İşlerini takip etme­yen veya tehir edenlerle ne bir cemaat ne de bir devlet yükselebilir. Çünkü böylelerinin her işleri yarımdır, hiçbir işi tamamlamamaktadırlar. Kü­çük bir mesele bile koşturmadan, takip etmeden, uğraşmadan sonuçlanmaz. Mesela evdeki basit bir tamirat bile takip edilmez, usta aranmaz, mal­zemeler getirilmezse iş yarım kalır. Dolayısıyla böyleleri arkalarında eser bırakamazlar. Eserleri, idealist insanlar meydana getirirler.

İdealist insanlar vazifeyi kendi omuzlarında bilirler, başkalarına tam güvenemezler, “Ya yap­mazsa?” diye düşünürler ve ona göre önlemlerini alırlar; çünkü genellikle insanlar işlerini ihmal ederler. Böyle insanlar yaptıkları işten sonuç alır­lar ve gelişmeleri sağlayanlar her zaman böyle insanlardır. Hatta diyebiliriz ki aslında mücadele davaların idealistleri arasındadır. Büyük bir ka­labalık sanki birbirleriyle mücadele ediyormuş gibi görünüyorsa da hakikatte hak davanın ide­alistleri ile batıl davaların idealistleri mücadele etmektedirler. Arkalarında iz bırakanlar hep idealist insanlardır.

İDEALİST İNSAN YETİŞTİRMENİN YOLLARI

  1. İdol Göstermek

İdealist insanlar eğitimle meydana getirile­bilir; fakat gerçek idolleri Allah seçer ve yetiş­tirir. Tamamen aynı olmasa da peygamberlerin seçilmesine benzer. Peygamberler çok namaz kıldıklarından ya da çok oruç tuttuklarından dolayı peygamber olmamışlardır. Allah onla­rı seçtiğinden dolayı peygamber olmuşlardır. Çünkü Allah onları layık görmüştür. Aynen onun gibi gerçek idoller de Allah tarafından yetiştiri­lirler.

Mesela İmam-ı Azam, Fıkıh talebesi için bir idoldür. Müslüman bir dava adamı için sahabe­nin büyükleri, Hz. Hüseyin, Bediüzzaman, Ha­san El Benna, Seyyid Kutub vb. birer idoldür. Bu insanlar aslında çok okumakla, çok çalışmak­la idol olmuş değillerdir. Onlardan daha fazla okuyanlar, onlar gibi idol olamamışlardır. Allah onları o alanda kabiliyetli yaratmış ve o alanda seçmiştir. Çünkü onlar; samimi, cesur, fedakâr, sabırlı, canını ve malını Allah’a satmış kimseler­dir. Allah, idol yapacağı kimseleri imtihanlara sokar, sabır verir, olgunlaşmalarını ve yüksel­melerini sağlar. Gerçek idoller böyledir ama bir de sahte idoller vardır. Sahte idolleri de dev­letler üretir, yalanlarla sevdirir ve onları idol­leştirir. Kâfirler, zalimler ve fasıklar gençlere her alanda sahte idoller sunarlar. Çünkü sahte idollerin gerçek idollere ulaşmada bir engel ol­duğunu bilirler. Çocuklarımızın ve gençlerimizin; Peygamberleri, sahabileri, Müslüman dava adamlarını ve alimleri idol olarak seçmesi için gayret göstermeli ve çocuklarımıza onları sev­dirmeliyiz. Nesillerimizin Müslüman bir idealist olmasının buna bağlı olduğunu unutmamalıyız. Düşmanlarımızın onlara başka idoller gösterdi­ğini görüp dururken bu konuyu ihmal edemeyiz.

  1. Hedef Göstermek

Büyük hedefler göstermeden idealist ne­siller meydana getiremezsiniz. O yüzden Allah Azze ve Celle, Enfal Suresinde: “Yeryüzünde fit­ne (Nesli ve ahlakı bozan, kötülükleri çoğaltan gayr-ı İslami düzenler) kalmayıncaya ve dinin (hayat düzeni) tamamı yalnız Allah’ın olunca­ya kadar onlarla savaşın”3 buyurarak Müslü­manlara hem vazifelerini bildirdi hem de tüm dünyayı hedef olarak gösterdi. Duha Suresinde Hz. Peygamber’e hitaben: “Gelecek günler senin için bugünden daha hayırlı olacak. Rabbin sana verecek ve sen razı olacaksın”4 buyurarak ümit verdi ve hedef gösterdi. Peygamberimiz de üm­metine hedefler gösterdi ve İran’ın, Bizans’ın ve Yemen’in fethedileceğini haber verdi. Ayrıca İs­tanbul’un ve Roma’nın fethedileceğini de bildir­di. Bütün bunlar idealist Müslüman nesiller ye­tiştirmek ve Müslümanlara ümit vermek içindir. Allah ve Rasulü’nün verdiği müjdelerin çoğu gerçekleşti, gösterilen hedeflerin birçoğuna ulaşıldı ve Müslümanlar kıtalara hükmettiler. İstanbul fethedildi, Roma fethedilmeyi bekli­yor. Ancak son 100 yıldır halimiz perişan ol­duğu için bize haber verilen Roma kızıl elması adeta inanılmayan bir hedefe dönüşmüştür. Oysa diğer bütün müjdeler gerçekleştiği gibi bu da gerçekleşecektir.

Peygamberimiz’in kıyamete yakın Hz. İsa’nın yeryüzüne tekrar geleceğini ve İslam Medeniye­tini kuracağını bildirmesi de bizi idealist yapmak ve ümit vermek içindir. Hz. İsa’nın tekrar gele­ceği ile ilgili hadisleri inkâr edenlerin bir kıs­mı, bu hadislerin Müslümanlara ideal ve hedef kazandırıyor olmasından ve geleceğe dair ümit vermesinden rahatsız olmakta, o yüzden bu ha­disleri inkâr ettirmeye çalışmaktadırlar. Konu ile ilgili hadisler okunduğunda; “Hz. İsa’nın tek­rar geldiğinde domuzu öldüreceği, haçı kıracağı, Deccal’i öldüreceği, yeryüzünde birkaç yıl hük­medip İslam Medeniyetini kuracağı ve bütün yeryüzünde bolluk bereket olacağı…” müjdele­rinin verildiği görülecektir. Böylece buna inanan Müslümanlarda “Demek ki bu kötü durum de­ğişecek ve hedefe ulaşmak mümkün olacaktır” anlayışı gelişecek, kendilerinde ümit, moral ve gayret meydana gelecek ve ideallerinden vaz­geçmeyeceklerdir. Oryantalistlerin bu hadisleri inkâr ettirmeleri işte bu yüzdendir. İdealist ol­mamızı engellemek, ümitsizleşmemizi ve tem­belleşmemizi sağlamak içindir. Yani Hz. İsa’nın tekrar geleceğine dair hadislerin inkâr ettiril­mesi ilmin gereği olarak değil aslında siyasetin gereği olarak yapılmaktadır.

Gösterilen hedef “yakın hedef, orta hedef ve uzak hedef” şeklinde taksim edilebilir. Sadece uzak hedef, hedef olarak gösterilirse o zaman insan, çok uzak gördüğü için o hedefe doğru koşmayabilir, faaliyet yapmayabilir hatta ümit­sizliğe düşebilir. ‘Yeniden İslam Medeniyetini kurmak ve tüm dünyada İslam’ın hâkimiyetini gerçekleştirmek mümkün mü ki?’ diye düşün­meye başlayabilir. Yalnız uzak hedefin olması insanları ümitsizleştirebilir ve ümitsiz insan­lar da idealist olamazlar. Yakın ve orta hedefi göstermeden sadece çok uzak bir hedef gös­termek aslında hedef göstermemekle aynıdır. O yüzden uzak hedefi gösterirken bir de yakın hedef ve orta hedef gösterilmelidir. İdealist in­san uzak hedefi kalbine yerleştirip yakın ve orta hedefe doğru gayret edecektir.

  1. İnsanları İdealden Mutmain Kılmak

Bir insanın idealist olabilmesi idealinin doğruluğundan mutmain olması ile mümkün­dür. İdealinden mutmain olmayan insanlar, idealist olamazlar. İdealden mutmain olmak ise davanın delillerini bilmekle mümkündür. Doğru davanın delilleri çoktur. Dava yanlışsa, onun doğruluğuna delil bulunamaz. Bizim da­vamız haktır, delillerimiz de çoktur. Yeter ki delilleri öğrenelim, öğretelim. Sadece birisin­den duyduğu için davayı savunan kişiler dava­larından mutmain olamazlar. İslam düşmanları, Müslüman kitlelerin İslam davasını anlamama­sı ve İslam’ın gösterdiği ideallere sarılmaması için gerçek ve samimi hocalara karşı düzenin uşağı, derin devlete çalışan yahut da gerçeklerden habersiz gafil hocaları çıkartırlar ve onlara: “Biz bu işin profesörüyüz. Dinin davası yoktur. Din, ibadet ve ahlaktır. Namazınızı kılın, ahlaklı olun tamam” dedirtirler. Dinin davası olduğunu Kur’an’dan ve Sünnetten delilleriyle bilmeyen kişinin bu durumda inancı sarsılabilir ve İslam Medeniyeti idealinden vazgeçebilir. Eğer kişi da­vayı ayetlerle, hadislerle ve aklî delillerle bilirse, o zaman rahat bir şekilde bu adamların zehirle­rinden kurtulabilir ve yoluna devam edebilir.

Demek ki idealist insan yetiştirmek; insan­lara idol göstermekle, hedef göstermekle ve idealden mutmain kılmakla gerçekleşir. Mut­main kılmak da delilleri öğretmekle mümkün olabilir.

İDEALİST İNSAN YETİŞTİRMENİN DİĞER YÖNTEMLERİ

İdealist insan yetiştirebilmek için yukarıda anlatılanların dışında pratik olarak şunlar da ya­pılabilir:

  1. Evde, iş yerinde vs. insanlarımıza ideal ka­zandıracak görselleri, yazı ve fotoğrafları yaygınlaştırmak. Mesela hepimizin evinde İslam Medeniyetini hatırlatması için Os­manlı arması, Filistin’in Yahudi işgalinden kurtarılmasını ve cihad ruhunu tutuştur­masını sağlamak için Mescid-i Aksa fotoğ­rafları gibi görseller olmalıdır.
  2. İslam âleminin durumunu gösteren video­ları ve belgeselleri izletmek. Afrika, Irak, Su­riye, Afganistan, Filistin, Yemen, Libya, Doğu Türkistan gibi ülkelerin İslam düşmanları tarafından ne hale getirildiği izletilmelidir. Ayrıca gençlerin düşürüldüğü bataklıklar ve meydana getirilen sorunlu ve mutsuz top­lum belgesel ve istatistiklerle gözler önüne serilmelidir. İslam âleminin bu durumdan kurtarılması gerektiği fikri iyice yerleştiril­meli ve insanlarımıza ideal kazandırılmalı­dır.
  3. İnsanlarımıza, özellikle gençlerimize ideal kazandıracak sloganlar geliştirmek ve her­kese ezberletmek. Çünkü sloganlar gençle­re ideal kazandırmakta etkilidir. Bu slogan­lar tekrarlanmalı ve unutturulmamalıdır.
  4. Her zaman ve her yerde idealimizden bah­setmek. İdealimiz “Allah’ın dünyasında Al­lah’ın dediğinin olması”, Allah’ın istediği ve insana yaraşır medeniyetin tüm dünyada gerçekleşmesidir ve bunu Tevhid akidesi ifade etmektedir. “La İlahe İllallah” akidesi manasıyla birlikte hiçbir zaman unutturul­mamalıdır. Allah’tan başka ilahın yani itaat edilecek makamın olmadığı, tüm insanların sadece Allah’ın kanunlarına göre yaşaması ve sadece O’na itaat etmesi gerektiği herke­se öğretilmelidir. Bazı insanlar öğrendi diye hiçbir zaman “Herkes öğrendi” denilme­melidir. Her sohbete Tevhidi bilmeyen yeni insanların geldiği unutulmamalıdır. Ayrıca bilenlerin de unutabileceği, en azından gün­deminden çıkacağı ve bunun sonucunda idealsiz ve dertsiz insanlara dönüşecekleri akıldan çıkarılmamalıdır. Herkes öğrendi denilerek ya da hâkim güçlerle karşı karşıya gelmekten korkarak Tevhidden bahsedil­mezse şeytanın tuzağına düşülmüş demek­tir. Eğer ideal unutulur ya da unutturulursa ideale varmak mümkün olmayacaktır.
  5. Kâfirlerin zulümlerini, tuzaklarını ve pro­jelerini anlatmak, ilgili kitapları okutmak ve belgeselleri izletmek. Bu, Müslüman­ların muhalefet ruhunu kamçılar ve za­limlerden nefret etmelerini sağlar. Kendi dinlerine, davalarına, ideallerine sarılma­larına ve idealist olmalarına vesile olur. O zaman İslam topraklarında zulme karşı bir hareket başlar. Elimizde internet gibi bir imkân var. Ayrıca kâfirlerin zulümlerini ve tuzaklarını anlatan kitaplar ve belgeseller var. Bu zulümleri ve projeleri Batılılar bile yazmaktadır. Bir Batılı olan Paul Harrison, “3. Dünyanın Batılılaştırılması” adlı kita­bında Batılıların diğer ülkeleri nasıl geri bı­raktıklarını, bu maksatla Batılı devletlerin yaptıkları projeleri anlatıyor. Yani “Afrika ve Ortadoğu neden bugün bu halde, Mısır niye geri kaldı, Arabistan’da neden fabrika yok? Özellikle İslam âlemini geri bırakmak, teknolojide geri kalmalarını sağlamak, sa­nayileşmelerini, tarımı ve hayvancılığı ge­liştirmelerini engellemek için neler yaptı­lar?” İnsanları idealist yapmak için yalnızca zulmü anlatmak yeterli değildir, tuzakları ve projeleri anlatmak da önemlidir. Mesela Miles Copeland’ın “Ortadoğu’da Devletler Oyunu” adlı kitabında CIA’nın Ortadoğu’da nasıl müdahalelerde bulunduğu, hangi devlette nasıl darbe yaptırdığı konusu an­latılır. Ancak herkes uzun uzun kitap oku­madığı için topluma kâfirlerin zulümlerini ve tuzaklarını özet şeklinde anlatmak ve bazı noktaları adeta ezberletmek icap eder. O zaman insanımıza “biz bu durumu değiş­tireceğiz, bu tuzakları bozacağız” anlayışı verilmiş ve bir ideal gösterilmiş olur. Unu­tulmamalıdır ki ideal verilmeyenler, kendi­lerine gereksiz şeyleri ideal yaparlar.
  6. Batıl yolda mücadele edenlerin hayatla­rından örnekler vermek. Onları idolleştir­memek ve kendi idollerimizin önüne geçir­memek şartıyla batıl ideolojilerin peşinden giden idealist insanlardan da misaller ve­rilmesi hak yolun yolcularının daha cesur, daha fedakâr ve idealist olmasına etki ede­bilir. Onların çektiği çilelerden örnekler verilmesi ya da hayatlarının belgesellerde izlenmesi, kitaplardan okunması insanda mücadele ruhu oluşturur. “Bu insanlar batıl bir dava için bile nelere katlanmışlar, ideal­lerinden vazgeçmemişler. Biz hak dava uğ­runda daha fazlasına katlanmalıyız. Çünkü bize cennet var” diye düşündürür, karşısına bazı zorluklar çıktığında hemen pes etmez ve ideallerinden vazgeçmez.
  7. Ümmetimizin şanlı tarihi üzerinde dur­mak. İslam tarihi şanlı ve harika bir tarihtir. Evet, tarihimizde yanlışlarımız vardır ama bizim yanlışlarımız asla batıl ehlinin yan­lışları kadar çok ve iğrenç değildir. Arap’ıyla Türk’üyle Kürt’üyle gittiğimiz yerlere Tev­hid akidesini ulaştırmış, toplumları krallara kulluktan kurtarmış, adalet ve medeniyeti götürmüşüzdür. Kendimizi değil Allah Azze ve Celle’yi hâkim kılmış, işgal değil fetih ger­çekleştirmişizdir. O halde şanlı tarihimizden de misaller vermeliyiz. Bu şekilde insanla­rımıza idol göstermiş olur, yeniden o eski şanlı günlerimize ulaşma isteği oluşturmuş oluruz. Osmanlı ruhunun canlandırılması aslında İslam Medeniyetinin ve ümmet ru­hunun canlandırılmasıdır. Osmanlı dendi­ğinde akla laiklik ya da demokrasi değil İs­lam gelir.

                Değerli kardeşlerim! İdealist insanlar ve idealist bir nesil yetiştirmek zorundayız. Eğer düşmanlarımızın yetiştirdiğinden daha fazla idealist insan yetiştirebilirsek biiznilleh bu mücadeleyi kazanırız. Çünkü idealist insan yetiştirmek sadece bizim için değil onlar için de zordur. Biz nasıl ki insanları dünya sevgi­sinden kurtarıp dava adamı yapmakta zor­lanıyorsak onlar da zorlanıyor. Kim bunu ba­şarır ve idealist insanlar yetiştirirse, o dava muzaffer olur.

                Bu konuyu burada tamamlıyoruz. Allah’a emanet olun.

 

  1. Zilzal, 7
  2. Bakara, 273
  3. Enfal, 39
  4. Duha 4,5