Hedef

İlim Talebesinde Olması Gereken Vasıflar

Paylaş:

İlim; uğruna nice fedakârlıklar yapılması gereken, meşakkatli ve uzun soluklu bir yolculuktur. İlim talebesi bu yola çıkarken birçok vasfa sahip olmalı veya bu yolda bu vasıfları kazanmalıdır. Halis bir niyet, zorluklara göğüs gerecek sabır ve sebat, öğrendiklerini yürekli bir şekilde anlatacak cesaret, zamanın şartlarına göre eğilip bükülmeyecek bir tavizsizlik, dünya nimetlerine tamah etmeyecek zühd ve takva gibi hasletlerle bezenmelidir. Bu güzel hasletlere uymayan yönlerini, ilim ve hizmet yolculuğunda törpülemeli, istenen düzeye gelmesine gayret etmelidir.

İlim ve Gençlik

İlim, her ne kadar beşikten mezara kadar denmişse de “her şeyin vakti saatinde yapılanı makbuldür” düsturuna göre ilim talebeliğine gençken başlanması gereklidir. Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem; “Gençliğinde ilim öğrenen, taştaki damga gibi yaşlılığında öğrenen ise, su üzerine yazı yazan gibidir”1 buyurarak, gençlikte öğrenilen ilmin daha kalıcı olduğunu belirtmiştir.

Gençlikte öğrenilen ilmin kalıcı olmasını sağlayan birkaç önemli husus vardır.

Birincisi, gençlik yıllarında beynin ezberleme kabiliyetinin daha güçlü olmasıdır. Birçok âlimin daha çocukluk yıllarında Kur’an’ı ezberlediklerini ve ders almak istedikleri hocaların yanına giderken onların kitaplarını önceden ezberlediklerini biliyoruz. Bunda hafızanın kuvvetli olmasının yanında, başka fikirlerle ve yanlış bilgilerle henüz karşılaşmamış olmanın da etkisi vardır.

Gençlikteki ilmi kalıcı kılan ikinci husus; bu dönemin zaman bakımından daha elverişli olmasıdır. İlim öğrenmek; dikkati, dersleri tekrar etmeyi ve konular üzerinde yoğunlaşmayı gerektirir. Bütün bunlar da uzun zaman ister. Kişinin zaman bakımından en müsait olduğu dönem elbette ki gençlik yıllarıdır. Yaş ilerledikçe iş güç, evlilik, çoluk-çocuk gibi meşguliyetler olacağından ilme ayrılan zaman azalmaktadır.

Dolayısıyla en verimli olan gençlik yıllarını çok iyi değerlendirmek icap eder. Belki gençler önlerine çıkan birçok problemi sıralayıp, ilim öğrenmenin önüne mazeret olarak koyabilirler. Ancak tüm bu mazeretler, ilim öğrenmenin ve davaya sahip çıkmanın gençlik yıllarında daha verimli olduğu gerçeğini değiştirmez. Yine ilmin gençken tamamlanması, yarınlarda hizmette sorumluluk alanlar için de gereklidir. Hz. Ömer Radıyallahu Anh’ın dediği gibi; “İnsanlar sorumluluk yüklenmeden ilmini tamamlamalıdır.” Çünkü sorumluluk yüklendiğinde, o görevleri yerine getirirken ilme ayıracak zamanı azalacak veya kalmayacaktır.

Niyet

 İlim talebesi, ilim yolculuğuna çıkarken her şeyden evvel halis bir niyetle işe başlamalıdır. Çünkü birçok hadis kitabında muhaddislerin kitaplarının başına koyduğu hadise göre “Ameller niyetlere göredir…”2 buyrularak her işe başlarken niyet etmenin esas olduğu vurgulanmaktadır. Her ne kadar hadis hicretle ilgili söylenmişse de genel olarak yapılan her işi kapsar. İlim öğrenmede niyet Allah’ın rızası olmalıdır. Niyete; dünyalık menfaatler, insanların teveccühü, mal-makam sevgisi ve şöhret olma sevdası karışırsa, bu şekilde elde edilen ilim kişiyi Allah’ın rızasından uzaklaştırır. İlim yolunda çekilen sıkıntılar Allah’ın rızasıyla hareket eden talebeyi olgunlaştırıp yükseltirken, dünyalık menfaatlerle yola çıkanı alçaltır ve belki de yolda tökezlemesine sebep olur. Hâlbuki kişi Allah’ın rızasını gözetmeli, başına gelenlere Allah Azze ve Celle için sabretmeli, kendisini daima gören ve her haline vakıf olan bir Rabbi olduğunu aklından çıkarmamalıdır.

Şems-i Tebrizi der ki: “Urfa’da bir adam gördüm. Kırbaçlandığı halde çıkmıyordu sesi. Peşine takıldım ve niçin kırbaçlandığını sordum. Bir kadına âşık olduğundan bu hâle düştüğünü söyledi. “Bu kadar acı çektiğin halde neden ses çıkarmadın?”, diye sordum. “Sevgilim bana bakıyordu”, dedi. “Ya yüce Allah’ın seni hep gördüğünü bilseydin!” dediğimde haykırarak yere düştü.”3 Dünyalık menfaatler için sıkıntılara ve meşakkatlere katlanan insanın, Rabbinin rızası için ilim elde etmesi ve bu yolda sabretmesi gerekmez mi?

İlim öğrenmede niyet; Allah rızası, ahiret hayatını kazanmak, yeryüzünde Allah namına bir medeniyetin kurulmasına katkıda bulunmak, kendisinin ve toplumun ıslahı için çalışmak olmalıdır. Niyetinde olan her şeyi belki gerçekleştiremeyebilir ama her halukârda niyetini muhafazaya çalışmalıdır. O yüzden “Mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır”4 denilmiştir. Zira insan ne kadar gayret ederse etsin, niyetindeki ameli yakalayamaz. Allah Azze ve Celle’nin engin rahmetidir ki, yapılan amelden ziyade içteki niyete göre muamele etmektedir. Dolayısıyla, insanın niyetinin ona kazandırdığı elbette yaptıklarından daha fazla olacaktır. Bu sebeple niyetin muhafazası ve âlimin ilmiyle âmil olması ve Allah Azze ve Celle’nin rızasıyla hareket etmesi önemlidir. Yemekteki tuz misali, toplumdaki kokuşmuşluğu ve bozulmayı önlemekle yükümlü olan âlimlerin kendisi bozulmuşsa -tuz kokmuşsa*- o zaman o toplumun hali ne olur? Abdulaziz elBedri şöyle der: “Halkın bozulması idarecilerin bozulmasıyla, idarecilerin bozulması ise âlimlerin bozulması iledir. Âlimlerin bozulması da mâlum mal, makam, şan, şöhret sevgisiyledir. Dünya malına köle olmasındandır.”5

Sabır

İlim talebesinin talep ettiği ilme ulaşabilmesi için; uzun bir zamana, yüksek seviyede tahammüle ve üstün bir çabaya ihtiyacı vardır. İlmin merdivenlerini basamak basamak çıkması gerekecek, belki dünyevî birçok lezzetleri terk etmesi gerekecek, tüm bu zorluklara karşın elde ettiği nimetler dünyalık nimetler gibi peşin olmadığından sabretmesi gerekecektir. Çünkü ilim talebesinin gayesi ilkokul, lise, üniversite, yüksek lisans, doktora gibi tahsil mertebelerini aşıp bir makama gelmek değildir. Dünya’da rahat yaşamak, keyif almak da değildir. Hayır! Bunların hiçbiri değildir. İlim talebesinin gayesi ve asıl meselesi İslam sancağını taşımaktır. Bu sebeple ilim talebelerine denilmiştir ki; “Sabrı, sabırda yarışmayı ve üstün azmi elden bırakma! Zira ilim yolu uzun ve meşakkatlidir.” “Her şeyin bir engeli vardır, fakat ilmin birçok engelleri vardır” sözü ne kadar da isabetlidir.

İlim talebesi uykusuzluğa, açlığa, hocasının dizinin dibinde uzun yıllarını vermeye, Allah rızası için hizmette bir yerden başka bir yere hicret etmeye talip olduğunu bilmeli ve bütün bu zorluklara sabretmelidir. İmam Şafi rahimetullahi aleyh, Ebu Hanife rahimehullahi aleyh’in fıkıh konusunda otorite olmasını şu sözlerle vurguluyor: “Bütün insanlar fıkıh bilgisinde Ebu Hanife’nin iyalidir (çoluk çocuğudur.)”

İşte fıkıhta otorite olan Ebu Hanife rahimehullah’a; “İlmi nasıl öğrendiniz?” diye sorulduğunda: “Kargalar gibi uykusuz sabahladım, merkeplerin sabrettiği gibi sabrettim” diyerek cevap verir.

İlim talebesi basamakları birer birer çıkmalı, daldan dala atlamamalı, sık sık hoca değiştirmemeli, bir kitabı veya konuyu bitirmeden diğerine geçmemelidir. Nefis ve şehvetin isteklerine karşı da sabretmeli, zamanın fitnelerinden uzak durmalı, rızık konusunda aza kanaat etmeli ve sabırlı olmalıdır. Eğitimini kısa sürede bitirip bir an önce diploma almaya çalışmamalı, eğitiminin uzun sürmesinin kendi lehine olacağını, hizmet içinde olgunlaşması ve elde ettiklerinin pekişmesi için fırsat olduğunu düşünmelidir.

Yine ilim talebesi ibadetlere karşı da sabırlı ve sebatkâr olmalıdır. Elde edeceği ilimle amel etmeli, ilmiyle âmil olmalıdır. İlmiyle hem kendisini hem de toplumu her türlü yanlışlıktan muhafaza ve ıslah etmeyi amaçlamalıdır.

Gelecek sayıda konuya devam etmek temennisiyle…

1) Keşfü-l Hafâ, 2: 66.

2) Buhârî, Bedü’l-Vahy, 1; Müslim, İmare, 155; Ebu Davud, Talak, 11

3) Sinan Yağmur, Aşkın gözyaşları Tebrizli Şems, s.39.

4) Mecmeu’z-Zevâid, 1/61, 109

5) Burhaneddin Zernuci, Tâ’lim’ül Müteallim, s. 83.

* Yetki ya da sorumluluklarını yerine getirmeyenler ve kötüye kullananlar hakkında kullanılan halk deyimi.