Makale

İnfakın Cihattaki Rolü

Paylaş:

İslam öncesi cahiliye döneminde ikram etmek, yedirmek ve yardım etmek değer gören ve sosyal statü kazandıran davranışlar içerisinde önemli bir yere sahipti. Ancak cömertlik diye tasvir edilen tüm bu yardım davranışlarının temel nedeni, insanlar tarafından övülmek ve asalet sahibi olduğunu kanıtlamaktı. Yani yardımlar dünyevi menfaatler elde etme niyetiyle, gösteriş için yapılıyordu ve ne kadar çok yapılırsa kişiye toplumda o ölçüde üstünlük kazandırıyordu. Öyle ki cömertlik adına ciddi bir israf da söz konusuydu. İşte İslam dini birçok değer ölçüsünde olduğu gibi bu anlayışı da değiştirerek asaletin ve üstünlüğün gösteriş için israf derecesinde harcamada değil, kişinin Allah Azze ve Celle’nin emir ve yasaklarına uyma hassasiyetinde olduğunu ortaya koymuştur. Dolayısıyla İslam, kişinin kazancını nerelere, ne ölçüde ve hangi niyetle harcaması gerektiğine dair yeni bir anlayış getirmiştir. Netice olarak, bu harcama davranışlarının devam etmesi istenmiş ancak Allah Azze ve Celle’nin rızasını kazanma amacına dayanması gerektiğine ve aksi şekilde davranmanın inkarcıların özelliği olduğuna1 dikkat çekilmiştir. Adına infak dediğimiz bu olgu, yeni kurulmakta olan toplumun şekillenmesinde önemli bir rol üstlenmiş ve inşa edilecek olan medeniyetin yapı taşlarının bir kısmı bu müessese vesileyle döşenmiştir. Dinin kurucu ilk topluluğu diyebileceğimiz ashabın uygulamalarında infak gerek yardımlaşma gerekse bir dayanışma aracı olarak varlığını sürdürmüştür.

Ancak infakı sadece zengin olanın olmayana vermesi şeklinde bir yardımlaşma aracı olarak görmek doğru değildir. Elbette ki yardımlaşma dayanışmayı, dayanışma da güçlü bir toplum oluşturmayı destekleyen olgulardandır ancak Kur’an darlıkta da vermeyi emrederek infakın farklı boyutlarının da olduğunu göstermek istemiştir. “Onlar (müttakiler); bollukta da darlıkta da infak edenler, öfkelerini yenenler ve insanlar (daki hakların)dan bağışlama ile (vaz) geçenlerdir. Allah, iyilik yapanları sever.”2

Yokken bile vermenin teşvik edilmesi, meselenin vermeyi öğrenmekle beraber başka anlamlar taşıdığına da işaret eder. İnfak, başkalarını kendi nefsinin önüne geçirebilmenin de pratiğidir. Öyle ki Haşr Suresi’nde iş biraz daha ileri götürülür ve: “…Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler...”3 buyrularak kişinin kendini öncelemeyi terk etmesi bir kurtuluş yolu olarak ifade edilmiştir. Yine “Kendileri, ona duydukları sevgiye rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler”4 buyrularak maddeye yönelmiş sevginin yönü manaya çevrilmek istenmiştir. İnsanın karakterinin ortaya çıkacağı anlardan biri hem sevdiği hem de çok ihtiyaç duyduğu şeylerden vaz geçmek durumunda olduğu andır. İşte infak sürekli kazanmaya, üstün gelmeye endeksli bir yaşamın üstesinden gelmeyi öğreten, böylelikle sırf kendi lehine olan imkânlardan vazgeçmeyi başarmayı sağlayan bir amel olması yönüyle çok önemli bir karakter eğitim aracıdır. Bunu ancak hayatı iki uçlu (Dünya ve ahiret gibi... Nitekim modern Arapça’da “enfak” kelimesi metro/tünel anlamında kullanılmaktadır.) düşünenler ve tüm imkânları birer emanet olarak görenler başarabilir. Kendisine emanet olarak verilen malı vermeyi başarabilen kimse emanet bildiği canı da vermeyi pekâlâ göze alabilecektir. Dünyada verdiğinin ahirette kendini bulacağını bilen kimseler, verdikleri canın onları dirilteceğini bilerek bunu başarabilmektedirler. Bugün Gazze’de şahit olduğumuz fedakârlıklar da bu durumu en net şekilde anlatan sahnelerdir.

İnfakın sıradan bir yardım aracı olmadığının farkında olanlar bizi infakın kazanımlarından ve İslam Medeniyetinin ihyası mücadelesinden de koparma amacı gütmektedirler. “Onlar ki: ‘Allah’ın Rasulü yanında bulunanlara hiçbir infak (harcama)da bulunmayın ki, sonunda dağılıp gitsinler’ derler”5 ayeti bu durumu bize açık şekilde göstermiştir. Yine “Şüphe yok ki, inkâr edenler mallarını (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcarlar ve daha da harcayacaklardır…”6 ayetinde inkarcıların da infak ettikleri ve infak etmekteki amaçları net bir şekilde ortaya konulmuştur. Peki tüm bunlara karşılık Müslümanlar nasıl hareket etmelidirler? İşte bu sorunun cevabı da: “Gerek hafif ve gerekse ağır olarak savaşa çıkın ve mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihad edin. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır”7 ayetiyle açıklanmıştır. “Hafif ve ağır” kelimeleri tefsirlerde şartlar ne olursa olsun, savaş kolay da olsa zor da olsa, binekli de olsanız yaya da olsanız, zayıf da olsanız kuvvetli de olsanız, zengin de olsanız fakir de olsanız, ihtiyar da olsanız genç de olsanız savaşa çıkınız demektir. Sonra inen ayetlerde hastalık, ihtiyarlık gibi bazı mazeretlerin geçerli olduğu açıklanmıştır ancak bu ayetten anlamamız gereken şudur: Müslümanlar hep birlikte bir inşa mücadelesine katılmak gerek madden gerek bedenen bir şeylerini ortaya koymak zorundadırlar. Dikkat ederseniz bazı ibadetlerde azdan çoğa veya kolaydan zora doğru bir tedricilik varken infakta tam tersidir. Yeni bir toplum ve medeniyet inşa etme sürecinin başında gerek şartların zorluğundan gerek ihtiyacın fazla oluşundan gerekse infakın barındırdığı diğer kazanımlardan dolayı, Müslümanlardan malları ve canlarıyla işin içine girerek ciddi fedakârlıklar yapmaları istenmiştir.

Allah Azze ve Celle mal ile cihadı emrederek bu mücadelenin birtakım maddi gereksinimleri olduğuna işaret etmektedir. Ancak bir medeniyet kurma hedefine doğru yürürken dünya merkezli yaşamı terk edip ahiret endeksli yaşamayı öğretmek, kalplerdeki nifakı silmek ve imanları kuvvetlendirmek de mal ile cihadın kazanımlarındandır. Çünkü cihad malını kaybetmeyi göze alanların katılabileceği bir ameldir. Mal ile cihadı da ancak ahirette karşılığını alacağından emin olanlar başarabilirler. İşte canlar ile cihaddan önce mallar ile cihadın emredilmiş olması, canını verebilecek dereceye ulaşmış bir ahiret bilinci oluşturmaya yöneliktir denilebilir. Dolayısıyla “dardayken, kendiniz ihtiyaç sahibiyken ve sevdiğiniz şeylerden verin. Verin ki Allah Azze ve Celle’yi ve emirlerini hayatınızda en öne koyabilesiniz, mal sevgisinin önüne Allah sevgisini geçirebilesiniz” denilmek istenmiştir. Asıl beklenen budur. Böyle bir neslin ortaya çıkması beklenmektedir.

Bazı görüşlere göre Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Tebük seferi öncesindeki infak ısrarı ordunun ihtiyacının yanında bir yönüyle de münafıklardaki nifakı gidermeye yönelikti. Gönüllü bir infakı başarabilseler kalplerinde imana bir yol açılacaktı ama birçoğu bunu başaramadı. Bu yönüyle de infak, münafıkların durumunu henüz daha iş savaş meydanına gelmeden ortaya çıkaran bir turnusol olmaktadır. Kimileri de gönülsüz şekilde infak edip belli bir yere kadar ilerliyor ama en nihayetinde iş can vermeyi göze almaya gelince artık geri dönmek durumunda kalıyordu. 

Sonuç olarak; İslam Medeniyetinin yeniden tesis edilmesi, verebilen, vermenin önemini kavramış, malını ve canını feda etmeyi öğrenmiş olan bir neslin oluşturulmasıyla mümkün olacaktır. “Aman malımı kaybetmeyeyim” endişesini taşıyanlarla yeni bir medeniyet kurulması mümkün değildir. Malından vazgeçmeye razı olmayanlar, Allah yolunda canlarından vazgeçmeyi gerektirecek bir tehlike ile karşı karşıya gelecek olsalar birtakım mazeretlere sığınarak bu mücadeleden geri duracaklardır. İşte infak, bu şerefli mücadelenin ve asil bilincin ilk pratiğidir. Rabbim bizleri bu bilince ulaşanlardan eylesin!

1.        Bakara, 264

2.        Al-i İmran, 134

3.        Haşr, 9

4.        İnsan, 8

5.        Münafikun, 7

6.        Enfal, 36

7.        Tevbe, 41