Musab Bin Umeyr’in davet çalışmalarıyla İslam, Medine’deki her evde yeni gündem konusu olmuşken Mekke’deki zulüm hat safhalara çıkmıştı. Birinci ve ikinci Akabe biatleriyle Müslüman olan ve sayıları gitgide artan Medineliler ise zor günler geçiren Mekke merkezli İslami hareket için yeni bir kapı olmuştu.
İslami hareketin önderi Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sellem böyle bir ortamda Müslümanlara hicret izni vermiş ve Müslümanlar gruplar halinde hicret etmeye başlamışlardı. Son olarak da Peygamberimiz ve Hz. Ebu Bekir hicret etmişti. Peygamberimizin hicreti tehlikeli bir süreçti. Bu nedenle yatağına Hz. Ali’yi bırakarak müşrikleri atlatmış, zorlu bir yolculuğun ardından Medine’ye ulaşmıştı.
Mekke’de günümüzdeki gibi bir devlet düzeni olmasa da müşrikler -özellikle liderleri- saltanatlarının sarsıldığını fark etmiş ve birlik halinde İslami hareketi durdurmak için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardı. Ancak Medine farklıydı. Medine’de, daha doğrusu o günkü ismiyle Yesrib’de birlik hali yoktu. Aksine bir kaos ortamı hakimdi. 120 yıldır süren Evs ve Hazreç kabilesi savaşları yaşanıyordu. Bunun dışında Yahudiler de güç sahibiydiler. Az da olsa Hristiyanlar da vardı.
Medine Sözleşmesi imzalandığında Medine’deki Müslümanların sayısı 1500, müşrik Arapların 4500, Yahudilerin 4000 civarında idi. Peygamberimiz Yesrib’in bu karmaşık ortamına şahit olduğunda ilk olarak Müslümanlar arasında “muahat” gerçekleştirdi. 'Kardeşleşme' de diyebileceğimiz muahat ile mü’minler arasındaki ırk, kabile, soy ayrımı ortadan kalkmış, mü’minler kendi başlarına bir topluluk olma bilincine ulaşmıştır. Bir toplumun bu duyguya ihtiyacı olduğu bir gerçektir. “Ben İslam milletindenim” düşüncesine sahip olmayanlar, kalbinde ve zihninde İslam milleti kavramını yerleştirmeyenler bir zaman sonra ben Türk’üm, ben Kürt’üm, ben Arap’ım demeye başlayabilirler. Bu nedenle ümmetin her ferdinin kendisini ırklardan, soylardan vs. bağımsız olarak İslam milletinden hissetmesi gerekmektedir.
Medine’deki birlikten önce Müslümanlar kendi birliklerini sağladılar. Ardından ise Peygamberimizin öncülüğü ve yürütücülüğü ile Medine Sözleşmesinin görüşmeleri başladı. Bu görüşmelerin ilki Enes Bin Malik’in evinde yapılmıştı ve Ensar ile Muhacir arasındaydı. İkinci kısmı ise Binti Haris’in evinde yapılmıştı ve Yahudiler ile imzalanmıştı. Bu Anayasanın 47 maddesi vardı. Ancak bazı araştırmacılar bazı maddeleri ikiye ayırarak bu sayıyı 52’ye çıkartmışlardır. Sözleşmeyi Hz. Ali eliyle yazmış ve kılıcının kınında saklamıştır.
Zamanda yolculuk yapılabilseydi 620’li yıllara giderdik, Peygamberimiz ve sahabilerin yanına, Medine’ye. Herkeste bir heyecan, bir telaş… Bir yandan görüşmeler yapılıyor, bir yandan mescid yükseliyor, bir yandan nüfus sayımı, diğer yandan Medine’nin sınırları tespit ediliyor… Peygamberimiz siyasi dehasıyla -Allah’ın izniyle- yepyeni bir toplum kuruyordu. Kalpleri ve zihinleri İslam ile terbiye edilmiş Müslümanlar ve iman etmeseler de bu toplumda kendi dinlerini rahatça yaşayan Yahudiler ve hatta müşrikler… Elbette tebliğ her zaman devam eder. Ancak kimse zorla iman ettirilemeyeceğinden farklı din mensupları da taraf olarak görülüyor ve karşılıklı görüşmeler ile ilerleyen bir süreç sonucunda Medine Sözleşmesi/Anayasası/Vesikası ortaya çıkıyordu. Elbette bu, Peygamberimizin önderliğinde oluyor, süreci Peygamberimiz idare ediyordu. Yoksa sırf anlaşma yapılacak diye asla taviz verilmiyordu.
Medine Sözleşmesi, Muhammed Hamidullah’ın da ortaya koyduğu gibi tarihteki ilk Anayasa olma özelliğine sahiptir. Gerek ilk oluşu gerekse de farklı toplulukları bir araya getirerek huzur ve barış içerisinde yaşatması açısından çok önemlidir. Bizlere Peygamberimizin devlet yönetimine, İslam’ın devlet nizamına dair önemli bilgiler sunmaktadır. Peygamberimiz Allah’ın izni ile insanların kalplerini ıslah ederek onları sağlıklı bireyler, muttaki mü’minler haline getirdiği gibi yine aynı kaynaktan fışkıran metodlar ile şehri imar ediyor, Yesrib’e medeniyet getiriyor ve tüm dünya için örnek bir şehir/ülke kuruyordu. Yesrib Medine oluyordu. Toplumda sosyal adalet ve barış sağlanıyordu. Muahat gibi uygulamalarla inananlar arasında dayanışma hat safhaya çıkıyor, tarafların gönül rızasıyla imzaladığı anlaşmalar sayesinde de farklı gruplar bir arada yaşayabiliyorlardı.
Medine Sözleşmesi üzerine daha geniş okumalar için Ali Bulaç’ın yakın zamanda neşrettiği “Medine Sözleşmesi” kitabına bakılabilir. Muhammed Hamidullah’ın da eserlerine bakılabilir. Ayrıca vesika hakkında çok sayıda makale ve kitap bulunmaktadır. Medine Vesikası üzerinde daha geniş durulmayı hak etse de biz burada bırakıyoruz. Son olarak sözleşme metninden bazı maddeleri sizlerle paylaşmak istiyoruz:
Bismillahirrahmanirrahim.
- Bu vesika, Peygamber Muhammed tarafından Kureyşli ve Yesribli mü’minler ve bunlara tâbi olanlarla sonradan onlara katılmış olanlar ve onlarla beraber cihad edenler için düzenlenmiştir.
- Vesikayı imzalayanlar diğer insanlardan ayrı bir ümmet teşkil eder.
- Takva sahibi mü’minler saldırganlara, haksız bir fiil tasarlayanlara ve cürüm işleyenlere, bir hakka tecavüz edenlere, mü’minler arasında karışıklık çıkarmak isteyen kimselere karşı olacak ve bunlardan biri kendilerinden bir kişinin evladı bile olsa hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır.
- Hiçbir mü’min kâfir için bir mü’mini öldüremez ve mü’min aleyhine kâfire yardım edemez.
- Mü’minler birbirinin Allah yolunda akan kanlarının intikamını birlikte alacaktır.
20/a. Takva sahibi mü’minler en iyi ve en doğru yol üzerinde bulunurlar.
20/b. Hiçbir müşrik bir Kureyşli’nin malını ve canını himayesi altına alamaz ve hiçbir mü’minin Kureyşliler’e müdahalesine engel olamaz.
- Üzerinde ihtilâfa düşülen konular Allah’a ve Rasulü Muhammed’e arz edilecektir.
36/a. Yahudilerden hiçbir kimse Hz. Muhammed’in izni olmadan -Müslümanlarla birlikte savaşa- katılamayacaktır.
37/a. -Medine’ye yönelik bir saldırı olması halinde-Yahudiler ve Müslümanlar kendi savaş masraflarını kendileri karşılayacak, bu sahifede gösterilen kimselere savaş açanlara karşı yardımlaşacaktır. Onların arasında kötülük değil iyi niyet ve samimiyet hâkim olacaktır. Bu vesikadaki bütün kurallara muhakkak riayet edilecektir.
37/b. Hiçbir kimse müttefiklerine karşı suç işleyemez; mazluma muhakkak yardım edilecektir.
- Yahudiler Müslümanların yanında savaştıkları müddetçe harcamalara katılacaklardır.