Başyazı

İslam ve Mücadelesi

Paylaş:

Kullarına doğruyu ve doğruyu hâkim kılmanın, toplumu değiştirmenin yasalarını öğreten Allah’a hamd; Allah’ın toplumsal değişim yasalarına göre mücadele eden ve böylece dünyanın en büyük devrimini gerçekleştiren yüce Peygamberine salât-u selam; bugün Sünnetullah’ı tespit edip ona göre mücadele verme ve toplumda hayırlı değişimler gerçekleştirme gayreti içinde olan kardeşlerime selam olsun.

Allah Azze ve Celle mücadelenin olmasını istediği için yeryüzüne insanı gönderdi. Her peygamberin gönderilmesi, yeryüzünde mücadelenin yeniden başlatılması içindir. Küfrün, şirkin ve günahların çoğaldığı her dönemde Allah-u Teâlâ yeryüzüne mutlaka müdahale etmiş ve küfrün belini kıracak, haramları yok edecek olan peygamberlerini göndermiş, onlarla insanlara yeniden önlerini ve nereye doğru gideceklerini göstermiştir. Allah Azze ve Celle bu şekilde, insanı onursuzluğa sürükleyen şirk ve haramlardan korumuştur.

Allah dinini mücadele için gönderdi. İsteseydi bütün kâfirleri bir zamanda bir bölgede, bütün Müslümanları da başka bir zamanda başka bir bölgede yaratırdı. Bu şekilde kâfirlerle Müslümanlar arasında bir mücadele de olmamış olurdu. Ama Allah’ın muradı mücadelenin olması yönündeydi. Kur’an-ı Kerim buyuruyor; “Andolsun, biz insanı zorluk içinde yarattık.”1 Allah Azze ve Celle bunu bize yemin ederek söylemektedir. Yemin olsun ki insanı meşakkat içinde yarattık, yemin olsun ki insanı zahmetli bir hayata soktuk. Dolayısıyla insanlar rahat ve mücadelesiz bir hayat istememelidirler. Allah’ın muradı budur. Bizim muradımız Allah’ın muradına uygun düşmelidir.

Allah, insanın mücadele etmesini, kabiliyetlerini geliştirmesini ve meleklerden üstün hale gelmesini istemektedir. Rabbimiz insanın değerini yükseltmek isterken insan ise rahatı tercih etmektedir. Çünkü mücadele etmek insana zor gelmektedir. Bundan dolayı insan mücadeleden kaçmak için neredeyse; “Ya Rabbi şu mücadeleyi bize neden emrettin? Sadece namazı, orucu emretseydin olmaz mıydı?” diyecek duruma gelmiştir.

İnsanlar kendilerine rehberlik edecek biri olmadığı müddetçe mücadele etmeyeceklerinden dolayı Allah Azze ve Celle, onlara sürekli olarak peygamberler gönderdi. Peygamberler mücadelenin lideri oldular ve bu şekilde insanlar onlarla birlikte mücadele edebildiler. Hz. Peygamber de diğer peygamberler de aynı şekilde yeryüzünde mücadeleyi başlatmak üzere görevlendirildiler. Peygamberlerin mücadelesi, sadece Allah’ın varlığını iddiadan ya da Allah’ın varlığını inkâr edenlere karşı olan bir mücadeleden ibaret değildir. Peygamberlerin mücadelesi Allah’ı kabul ettikleri halde “Allah’ın dünyasında benim dediğim olur” diyenlere karşıdır. Onların mücadelesi ateizme karşı değil, şirke karşıdır. Tarih boyunca hiçbir zaman Allah´ı inkâr edenler çok olmamıştır. Buna karşılık Allah´ı kabul ettiği halde Allah´a ortak koşanlar ve yeryüzünde istediği gibi bir düzen kuran ve insanları sömürenler her zaman var olmuştur. İşte Peygamberler, onlara karşı mücadele etmek için görevlendirilmişlerdir. Allah Azze ve Celle kitabında buyurur: “Ki O, elçilerini hidayetle ve hak din ile diğer bütün dinlere karşı üstün kılmak için gönderdi. Şahid olarak Allah yeter.”2 Allah dinini, mücadele ile bütün dinlere, düzenlere ve ideolojilere üstün kılmak için gönderdi. Sonradan ortaya çıkan şey, ister Allah´a, isterse de bir insanın aklından çıkmış olan ideolojiye dayandırılsın yok olmaya mahkumdur neticede Allah Azze ve Celle dinini bütün dinlere üstün kılacağını vadetmiştir. Demek ki Allah Azze ve Celle´nin bu dini gönderme maksadı, onu yeryüzünde hâkim kılmaktır. Dolayısıyla böyle bir maksatla gönderilmiş olan dinin, mücadele insanı yetiştirmesi gerekmektedir.

Bugüne kadar birçok mücadele insanını ve dava adamını o davaya sürükleyen bir sebep vardır. Ya ırkının hakları verilmemiştir ya fakir bırakılmıştır ya da bir takım zulümlere uğramıştır. Bunlardan ötürü ya bir davaya katılmış ya da bir davayı başlatmıştır. Bunlar ya sosyalizm olarak fakirler, hakları verilmeyen ezilmiş insanlar adına ya ırkçılık davası şeklinde ya da maddi bir menfaat elde etmek, makam mevki sahibi olmak için başlamıştır.

Hz. Peygamber’in şahsında bunların hiçbirisini göremezsiniz. Allah Rasulü toplumunda sevilen bir insandı; Abdulmuttalib’in torunuydu, herkes ona hürmet ederdi. Muhammed-ül Emin olarak zikredilir, “O söylüyorsa doğrudur” denilirdi. Aslında Allah Rasulü imtiyazlı bir ailenin çocuğuydu. O günün toplumunda önde gelen bir ailenin çocuğu olup, normal birçok insanın sahip olmadığı haklara sahipti. Allah Rasulü mücadelesini ne imtiyaz sahibi olmak ne bir sınıfın haklarını gündeme getirmek ne de bir ırkın haklarını savunmak için başlatmıştır. O, kırk yaşına kadar böylesi meselelere hiç girmemiş, hiç kimse onun o güne kadar Allah adına konuştuğunu, ahiretten bahsettiğini duymamıştır. Ve bu insan Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bir gün birden bire değişmiş ve öyle bir kelam söylemeye başlamıştı ki onun benzeri ne öncesinde ne de sonrasında asla söylenmemiştir. Öyle bir dava başlatmıştı ki ölümüne kadar gitmiş, bütün dünyaya meydan okuyabilmişti. Hâlbuki bundan öncesinde hayatında hiç böyle bir şey yoktu. Bir gün kendisine Allah Azze ve Celle peygamberlik görevini vermiş ve “Yeryüzünde benim sancağımı yeniden dalgalandıracak, tek ilahın Allah olduğunu dünyaya haykıracaksın” buyurmuştu. “Öyleyse emrolunduğun şeyi açıkça söyle ve müşriklere aldırış etme.”3 Allah Rasulü’nün o güne kadar böyle bir dava öne sürdüğü, ahiretten, kitaptan, peygamberlikten, dinden bahsettiği hiç görülmemiştir. Bu gerçeği Allah Azze ve Celle ayette şöyle ifade eder: “Böylece sana emrimizden bir ruh vahyettik. Sen, kitap nedir, iman nedir bilmiyordun.”4

 

Kim Bu Mücadeleyi Başlattıysa Hepsinin Başına Bu Gelmiştir

Efendimize vahiy geldiği zaman başına gelen şeyin ne olduğunu bilmiyordu. Yaşadıklarını Hanımı Hz. Hatice annemize anlatmıştı. O da, “Senin başına gelenin ne olduğunu bilmiyorum ama amcamın oğlu Varaka, âlim bir insandır. Hıristiyan biri ve İbranice’yi, Tevrat’ı, İncil’i çok iyi bilir, gidelim ona soralım” dedi. Gidip sordular. Varaka, Efendimize hitaben; “Sana gelen, Musa´ya gelen Namus-u Ekber’dir yani Cebrail’dir. Sen Peygamber seçilmişsin Ey Muhammed. Eğer bu milletin seni vatanından, şu Mekke´den çıkarttıkları zaman hayatta olursam sana yardım edeceğim” dedi. Efendimiz şaşırdı. “Kavmim beni mi kovacak? Oysa beni çok severler. Bana Muhammed-ül Emin derler. Beni anlaşamadıkları meselelerde hakem yaparlar. Bana hürmet ederler. Ben zemzemin sahibi olan Abdulmuttalib´in torunuyum. Beni mi kovacaklar?” dedi. Evet, dedi Varaka ve devam etti: “Senin getirdiğin davayı her kim getirdiyse, kim bu mücadeleyi başlattıysa hepsinin başına bu gelmiştir. Senin de başına gelecek. O günler geldiği zaman eğer hayatta olursam sana yardım ederim.”

Allah Azze ve Celle, aslında bu şekilde Peygamberimizin başına gelecek olan zorlukları öncesinden haber veriyordu. Rabbimiz Peygamberine adeta şunları söylemektedir; “Ey Rasulüm senin başına da bu imtihanlar gelecek. Nasıl ki senden evvel gelen Ulu’l Azm Peygamberler; Nuh, İbrahim, Musa ve İsa (Salavatullahi Aleyhim ecmain) sabrettilerse sen de öyle sabret! Seni anlamayacaklar, sana iftiralar atacaklar, önüne engeller çıkaracaklar, bilir bilmez konuşacaklar. “Onlara karşı acele davranma.”5 Böylece Allah Azze ve Celle Peygamberimizin başına gelecek olanları hem Varaka’nın dili ile hem de göndermiş olduğu ayetleri ile kendisine bildiriyordu. Allah Azze ve Celle Peygamberine bu yolun kolay bir yol olmadığını baştan gösterdi. Bugün de İslam davasına girecek olanlar, Müslümanların uyanışını isteyenler bunu bilerek bu davaya katılmalıdırlar. Kendilerine tozpembe bir dünya, tozpembe bir dava teklif edilmemektedir. Meşakkatli bir dava teklif edilmektedir. Anlaşılmayacaksınız, anlaşılmamaya razı olacaksınız! İftiralara uğrayacaksınız, buna razı olacaksınız!

Hz. İsa Aleyhisselam da havarilerine, “Benim yüzümden işkencelere, iftiralara uğrayacaksınız. Benim yüzümden hapislere atılacak, öldürüleceksiniz” diyordu. Bütün peygamberler mücadele için gönderildiler ve bunu da ümmetlerine haber ettiler. Allah Azze ve Celle, Peygamberimizi bir vazife ile görevlendirdiği ve O´na mücadeleyi emrettiği için O da mücadeleyi başlattı. Yoksa fakir olduğu, sömürüldüğü ya da hakları elinden alındığı için bir mücadele başlatmış değildir. Elbette O´nun davası fakiri, garibanı da kalkındıracaktı. Elbette O’nun davası, Arapları dünya devleti yapacaktı. Elbette dünyada da onları başarılı kılacaktı ama O, insanları buna değil sadece ve sadece “Allah´tan başka ilahın olmadığını kabul etmeye” davet ediyordu. Elbette ki O’nun mücadelesi sonucunda, kadınlar, kız çocukları toprağa gömülmekten kurtulacaktı. Elbette O’nun mücadelesi sonucunda, köleler kölelikten, fakirler fakirlikten, sömürülenler sömürülmekten kurtulacaktı ama O, bunları söyleyerek insanları İslam’a davet etmedi. Çünkü o zaman davası Allah adına olmamış olurdu. O, insanları “La İlahe İllallaha” davet ederken onlara şunu söylüyordu, “Gelin La İlahe İllallah deyin bütün Araplar ve Arap olmayanlar size boyun eğsinler!” Allah Rasulü onlara bu mücadelenin sonunda gelinecek olan noktayı söylüyordu ama “onun için iman edin” demiyordu. Evet, sonunda böyle olacak; çünkü La İlahe İllallah sadece bir sözden ve inançtan ibaret değildir. La İlahe İllallah, bir hayat nizamıdır. La İlahe İllallah, doğumunuzdan ölümünüze kadar hayatınızda ne varsa, savaştan barışa, parayı kazanmaktan onu harcamaya, suçlulara vereceğiniz cezaya kadar her meseleye Allah´ın hükmetmesi demektir. Allah her meselenize hükmedecek. O’ndan başka bir ilah tanımayacaksınız. Sadece O´na itaat edeceksiniz ve işte o zaman güçlü bir toplum meydana gelecek. İman esaslarıyla, ibadet esaslarıyla, ahlak esaslarıyla, muamelat esaslarıyla, devletle ilgili konulan esaslarla güçlü bir toplum, güçlü bir devlet meydana gelecek ve işte o zaman dünya devleti olacaksınız. Hz. Peygamberin de, bütün peygamberlerin de söylediği budur.

 

Kur’an Neden Geçmiş Peygamberlerin Kıssalarını Anlatır?

Bu kitap tarih kitabı değildir, o halde neden geçmiş peygamberlerin kıssalarını anlatır? Kur’an-ı Kerim kıssalarla bize şu mesajı verir; bu mücadeleyi ilk defa siz yapmıyorsunuz. Sizden evvel bütün peygamberler de bu mücadelenin içerisindeydi. Sizin davanız sonradan ortaya çıkan bir dava değildir. Siz türediler değilsiniz. Sonradan ortaya çıkmış bir fikir, bir akım değilsiniz. Sizin davanızı Hz. Nuh Aleyhisselam savundu. Sizin davanızı Hz. İbrahim de savundu. Sizin davanızı Hz. Musa da savundu…

Bu mücadele, Kur’an´da zikredilen en eski kavim olan Hz. Nuh Aleyhisselam’ın kavminden beri devam eden bir mücadeledir. Kur´an-ı Kerim bize geçmiş peygamberlerin kıssalarını anlatarak moral bulmamızı istemektedir. Sonuçta Allah o mücadele insanlarına yardım etti, onlar yalnız bırakılmadılar. Belki küfür bir dönem galip gelmiş olabilir. Ama sonuçta son söz Allah´a aittir!

Allah Azze ve Celle; “Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz,”6 ve “Biz bu günleri insanlar arasında evirip çeviriyoruz” buyurmaktadır. Allah zaferi bazen kafirlere bazen Müslümanlara verir. “İşte o günleri insanlar arasında devrettirip dururuz.”7 Müslümanların kabahati; tembel olmaları, dünyaya dalmaları, ölümden korkmaları, vazifelerini terk etmeleridir. Oysa onlar bu dünyaya mücadele için gelmişlerdi. Mücadeleyi terk ettikleri için Allah Azze ve Celle galibiyeti onlardan almış bazen kâfirlere vermiştir. Rabbimiz neden böyle yapmaktadır? “İçinizden hakikaten iman etmiş olanlar ortaya çıksın, içinizden şehitler olsun diye.” Allah için mücadele etmiş, ömrünü vermiş, canını, malını ortaya koymuş kimselerin ortaya çıkması için Müslümanlara mağlubiyet yaşatılır. Böylece Allah mücadelenin devam etmesini ve Müslümanların kabiliyetlerinin gelişmesini istemiştir. Çünkü mücadele, insanın kabiliyetlerini geliştirir, insanı olgunlaştırır, insana sevap kazandırır, mücadele sonucunda insanlar yeryüzünde insana yakışır bir medeniyet meydana getirir. Toplumlarının uyanması için canını, malını ortaya koyan, Müslümanlara yapılan zulmün bitmesi için kendini unutan; şahsi hayatından vazgeçen, yeryüzünde Allah’ın davasının hâkim olmasından başka hiçbir arzusu kalmayan dava adamlarıyla bir daru’s selam meydana gelir. Allah Azze ve Celle buyurur: “Allah sizi barış yurdu olan daru’s selama çağırır ve kimi dilerse onu dosdoğru yola yöneltip-iletir.”8 Mücadele bunun mücadelesi…

“Selem” ve “İslam” kelimelerinin kök harfleri aynıdır; Sin, Lam, Mim… İslam; teslim olmak ve barış içinde olmak demektir. Yani Allah´a teslim olacaksınız ve barış içinde olacaksınız. Başka türlü hiçbir şekilde barışı yakalayamayacaksınız. İstediğiniz kadar yanlış çözüm yolarının peşine düşün, hiçbir zaman barışa ulaşamayacaksınız. Allah sizi daru’s selama, barışa davet ediyor. Daru’s selama ulaşabilmeniz, Allah’ın koymuş olduğu esaslarla mümkündür. Allah’ın bize emretmiş olduğu mücadele, yeryüzünde bir daru’s selamın meydana gelmesi içindir… Allah Azze ve Celle, benim koyduğum hükümlere bağlı kalmadığınız sürece asla selamete erişemeyeceksiniz, selamete ulaşmanız ancak Allah için mücadeleniz ile mümkündür, buyurmaktadır. Demek ki tüm peygamberlerin ve Müslümanların mücadelesi, daru’s selam içindir.

“O sizi yerden (topraktan) yarattı ve onda ömür geçirenler kıldı.”9 Allah Azze ve Celle yeryüzünde bir medeniyet meydana getirmek istemiştir. İnsana yakışır bir medeniyet; erkeğin erkek, kadının kadın olduğu, kullara kulluğun reddedildiği sadece Allah’a kul olunduğu bir medeniyet. Allah Azze ve Celle bu mücadeleyi her şeyden önce tevhid için emretti. Tarih boyunca insanlar yıldızlara baktılar, bir takım varlıklara baktılar ve onları ilahlaştırdılar. Bir kısmı güneşe bakıyordu. Mevsimlerin değişmesinin yıldızlarla ve güneşle alakalı olduğunu sanıyor ve bunu yıldızlar yapıyor diyorlardı. Bu şekilde yıldızları ilahlaştırıyorlardı. Yıldızları yaratanın Allah olduğu biliyorlardı bununla birlikte Allah’ın onlara görev ve yetki verdiğine, onlara güç kuvvet verdiğine inandıkları için onlardan yardım istiyorlardı. Bir kısmı ise onların Allah´a yaklaşmada aracı olduğuna inanıyor ve o şekilde ibadet ediyorlardı. “Biz onlara ancak bizi Allah´a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz”10 diyorlardı. Allah Azze ve Celle bütün batıl inançları göndermiş olduğu hak dava ile yerle bir etti.

Hz. İsa Aleyhisselam bir gün Yahudilere şirki uzun uzun anlattı. Çünkü bir takım mantıklarla kimi yıldızlara, kimi putlara tapardı. Hz. İsa Aleyhisselam onlara şirki anlatınca bir Yahudi âlimi geldi ve “Ey Muallim, bize neden şirki anlattın? Biz zaten tevhid ehliyiz, biz zaten bir tane yaratıcıya iman ediyoruz. Biz şirk içerisinde miyiz ki, sen bize şirki anlattın?” diye sordu. Hz. İsa Aleyhisselam, “Sizin topraktan, ağaçtan, taştan putlara tapmadığınızı ben de biliyorum. Siz etten putlara tapıyorsunuz” dedi. Sizler insanların izinden gidiyor, kullara kulluk yapıyorsunuz. Rabbinizin koymuş olduğu kanunları yok sayıp kulların koymuş olduğu kanunlara boyun eğiyorsunuz.

Tarih boyunca kâfirlerin büyük bir çoğunluğu Allah’ın varlığını kabul etmişlerdir. Bunda bir sorun yoktur. Onları kâfir yapan şey, Allah’ın varlığını inkâr etmeleri değildir. Yani mücadele, Ateizm, Komünizm gibi Allah’ı inkar eden akımlara karşı değildi. Peygamberlerin mücadelesi, Allah´ı kabul eden ama peygamberi kabul etmeyen, Allah´ı kabul eden ama kitabı kabul etmeyen, Allah´ı kabul eden ama ahireti kabul etmeyen anlayışa karşıydı.

 

Neden Allah´ı Kabul Ederler De Kitabı Kabul Etmezler?

Neden Allah´ı, hatta melekleri kabul ederler ama peygamberi kabul etmezler? Neden haccı kabul ederler, hac yaparlar ama ahireti kabul etmezler? Çünkü onlar kendilerine karışmayan bir Allah istiyorlardı. Peygamber göndermeyen, kitap göndermeyen, ahirette onlara hesap sormayan, sadece rızık veren, kâinatı idare eden, yağmuru yağdıran, güneşi doğuran ve batıran ama insana karışmayan, insanı başıboş bırakan bir Allah’a inanıyorlardı. Allah’ın gönderdiği peygamberine ve kitabına uymak istemiyorlar, özgür olmak istiyorlardı. Onların bu isteklerine Kur’an-ı Kerim şöyle karşılık verdi: “İnsan, ‘kendi başına ve sorumsuz’ bırakılacağını mı sanıyor?”11 Onlar peygamberlere, kitaba iman ettikleri zaman çok iyi biliyorlardı ki artık toplumlarını sömüremeyecekler. Allah’ın kanunları hâkim olacak ve artık istedikleri gibi davranamayacaklar. Onun içindir ki, peygamberlere karşı gelenlerin ilki daima kodamanlar, zenginler, mevki makam sahipleri ve o mevki makam sahipleri ile iş birliği yapan din adamları olmuştur.

Hz. Musa’ya karşı gelen Bel’am, bir âlimdi. Bizim kaynaklarımızda ismi geçmese bile İsraili kaynaklarda adı geçer. Kur´an’da da ondan bahsedilmektedir. Peygamberlere karşı gelen, mücadelenin önünde engel olan bir âlimdi. Firavunla iş birliği içerisindeydi. Güya İslami söylemlerle Allah adına Hz. Musa’nın önüne set çekmeye çalışıyordu. Musalara karşı sadece Firavunlar mücadele etmediler, Bel’amlar da mücadele ettiler. Hem de Firavunlardan daha şiddetli bir mücadelede bulundular.

Peygamberimizin de diğer peygamberlerin de mücadelesi; yeryüzünde Allah’ın dediğinin olması içindi. Krallar, “Gökler Allah’ın, yeryüzü bizim” diyorlardı. İşte o yüzden mücadeleye karşı koyanlar öncelikle krallar, zenginler ve sahte din adamları oldu. Bugün bir takım Müslümanlar da batıl düzenin bozulmasını istememektedir. Oysa düzenin kaymağını kimler yiyorsa onlar o düzenin bozulmasını istemezler. Allah’ın istediği gerçekleşti mi ki Müslümanlar muhafazakârlaştılar ve mücadeleyi terk ettiler? Şimdilerde Müslümanlar kendilerini tanımlarken “Muhafazakâr” kelimesini kullanıyorlar. Muhafazakâr öyle mi? Neyi muhafaza ediyorsunuz? Allah’ın kitabı mı hâkim, İslam medeniyeti mi var? Allah sizi mücadele için gönderdi. Muhafaza, İslam hâkim olduktan sonra olabilecek olan bir şeydir. Yeryüzünde ve memleketinizde İslam hâkim midir? Allah’ın dediği mi olmaktadır ki Müslümanlar ılımlı hale geldiler ve mücadeleyi terk ettiler? Neyi muhafaza ediyorlar? İslam düşmanları tuzaklar hazırladılar ve Müslümanlara sonradan yeni isimler koydular. Hâlbuki bizim ismimizi Allah koymuştu. Bize “Müslim” dedi Rabbimiz. Sadece Allah´a teslim olacak ve O’na kulluk edecek, kullara kul olmayacaktık.

Konuya kaldığımız yerden devam etmek üzere… Allah’a emanet olun.

2016 Kayseri -İslam Ve Mücadelesi Konferansından hazırlanmıştır.

1) Beled, 4

2) Fetih, 28

3) Hicr, 94

4) Şura, 52

5) Meryem, 84

6) Âl-i İmran, 139

7) Âl-i İmran, 140

8) Yunus, 25

9) Hud, 61

10) Zümer, 3

11) Kıyame, 36