“Allah, rızasına uyanları o nurla selâmet yollarına iletir ve onları, izniyle karanlıklardan aydınlığa çıkarıp doğru yola iletir.”[1]
Bu kitabın tabiatına ve bu İslam sisteminin tabiatına, onun “nur” olmasından daha ince, daha doğru bir delil yoktur. Mü’min bu gerçeği kalbinde, tüm varlığında, yaşamında ve zihninde hisseder ve nesneleri, olayları ve kişileri onunla değerlendirir. Onu sırf imanın hakikatini kalbinde duyması sebebiyle hisseder. Bu “nur”, mü’minin varlığını aydınlatan, hafifleştiren, parlatan bir nurdur. Önündeki her şeyi aydınlatır, açıklar, ortaya koyar ve onu doğru yola iletir. Allah İslam’ı din seçmiştir. O, bu hoşnutluğuna uyan ve Allah’ın ona seçtiği gibi onu kendisine seçen kimseyi hidayete ulaştırır, “selamet yollarına” iletir.
İslam’ı Hem Kalpleri Aydınlatan Hem De Isıtan Nur Olarak Tanımlamak
Bu tanımlamadan daha ince ve daha doğru ne olabilir? “Selamet” (barış) bu dinin, hayatın tümüne yaydığı, ferdin, toplumun ve her şeyin; kurtuluşun ve barışın, vicdan, akıl ve organların kurtuluşu, toplumun, ümmetin insanın ve insanlığın kurtuluşu… Hayatla, varlıkla, hayat ve varlığın Rabbi Allah ile birliktelik kurtuluşu. İnsanlığın sadece bu dinde ve ancak O’nun yönetiminde, sisteminde, hukukunda ve inanç kanunlarına göre düzenlenmiş toplumunda bulabildiği bir “kurtuluş.”[2]
Gerçek şu ki, Allah hoşnut olduğu bu din ile, Allah’ın hoşnutluğuna uyanları ‘selamet yollarına’ iletir, tüm bu alanlardaki bütün selamet yollarına…
Hiç kimse bu gerçeği, cahiliyenin kanunlarından ve düzenlerinden kaynaklanan, hayatı tümüyle perişan eden anarşik çatışmaların acı neticelerini görmüş kimseler gibi anlayamaz. Bu sözler ile ilk kez muhatap olanlar, cahiliye tecrübeleri sebebiyle bu kurtuluşun ve barışın anlamını biliyorlardı. Çünkü onlar, bunu bizzat tatmışlar ve bundan büyük bir haz duymuşlardı.
Bizi kuşatan ve içimize işleyen cahiliye, asırlar boyu vicdanlarda ve toplumlarda çatışmanın her türlüsünü meydana getirmiş ve yegâne kurtuluş yolunun âlemlerin Rabbinin göstermiş olduğu nur olduğundan başkası olmadığını gözler önüne sermiştir. Bu Kur’an, bu öğüt Allah’ın nurudur. Eğer insanlar bu kurallara, bu öğütlere uyarlarsa Rabbü’l Aleminin rızasına ulaşacak artık sadece O’nun için ve O’nun namına yaşamaya başlayacaklardır. Böylece artık maddi gözleri ile beraber manevi bir göze sahip olacaklardır. O manevi göz vesilesi ile basiret ve hikmetle bakmaya ve o nuru görmeye başlayacaklardır.
Cahiliye Zulmetinden Vahyin Gölgesine Sığınmak
Tarihimizin bir aralığında bu “kurtuluş ve barış” içerisinde yaşamış olan sonra, bu ‘selamet’ten çıkıp ruhlarımızı ve kalplerimizi, ahlâkımızı ve gidişatımızı, toplumumuzu ve halklarımızı parça parça eden bir çatışmaya dalan bizler, şimdi ona ne kadar ihtiyaç duyuyoruz! Allah’ın bizim için seçtiğini, kendimize seçtiğimiz ve O’nun hoşnutluğuna uyduğumuzda, Allah’ın bize bağışladığı “selamet”e girmeye yetkin olacağız.
Bu cahiliyetin belalarına esir olmuşuz. İslam ise bize yakındır. İslam barışı, eğer istersek elimizi uzatabileceğimiz kadar yakınken cahiliye anarşisine dalmışız. Değersiz şeye karşılık değerliyi veren bu alışveriş ne zararlı bir ticaret! Hidayete karşılık sapıklığı satın alıyoruz. Savaşı barışa tercih ediyoruz.
Biz insanlığı cahiliyenin her türlü renk ve şekildeki bu musibetlerinden kurtarabiliriz. Fakat kendimizi kurtarmadan “selamet” gölgesine önce kendimiz girmeden ve Allah’ın hoşnutluğuna sığınıp, olduğuna uymadan önce, insanlığı kurtaramayız. Ancak bunları yaptığında, Allah’ın “selamet yollarına” erdirdiğini buyurduğu kimselerden oluruz. Selamet yurdu oldukça geniştir ancak bu yurdun ilk sakinleri, bu hidayet ve selamet zincirinin ilk halkası kişinin kendisi olmalıdır.
“… Onları kendi izni ile, karanlıklardan aydınlığa çıkarır…”
Şüphe, hurafe, hikayeler ve masallar karanlığı… Arzular, tartışmalar ve uçsuz bucaksız çöllerde kalmak karanlığı… Sempatik ve emin yerlerden vahşet, endişe ve şaşkınlık, üzüntü ve hidayetsizlik karanlığına.
Diğer ölçülerin, hükümlerin ve dengelerin bozukluğundan kaynaklanan karanlık… Nur ise aydınlıktır. Önce sözünü ettiğimiz vicdan, akıl, varlık, hayat ve her işteki aydınlık nurdur. Işık kuvvetini kutsaldan akan bir aydınlık…[3]
Ayet-i kerimedeki ‘karanlıklardan aydınlığa’ ifadesindeki çoğul ve tekil kullanımları bir hikmet üzeredir. Allah Azze ve Celle “karanlıklar” ifadesini çoğul mana ile, “nur” ifadesini ise tekil manada kullanmak istemiştir. Bu durumun temel sebebi ise karanlığın çok fazla türevi olmak ile beraber aydınlığın tek olmasıdır. Hakikatte de insanı saptıran, Allah’tan uzaklaştıran ulvi bir değer ifade eden ahiretini kaybetmesine sebep olan şeyler oldukça fazladır bu sebeple zulmet çoktur ancak kişinin hem dünya hayatını hem de ahiret hayatını tanzim eden yol ve çıkış bir tanedir o da İslam’dır ve bu İslam nuruna alternatif olabilecek hiçbir nizam ve nur yoktur.
“…Doğru yola iletir.”
Ruhun fıtratına ve ona hükmeden yasalara uygun olan “dosdoğru” yaratılış fıtratı ve onu yönlendiren evrensel yasalara uyan “dosdoğru” öyle ki, şaşırıp gerçekleri, prensipleri ve hedefleri karıştırmadan Allah’a yönelik olan “dosdoğru…”
Bu ayet-i kerimede dikkatleri çeken başka bir yön ise, bu dinin doğru yola iletmesi ve ilettiği yolunun aslında bir nur olması. Bu din, sunmuş olduğu hayat esasları ve tarihe geçmiş olan notları ile insanlık âlemini en doğruya ulaştırabileceğini kanıtlamıştır. Bugün insanlara düşen görev ise bu dosdoğru yolu dosdoğru bir şekilde öğrenmek ve bu nura her daim muhtaç olduğunu hiç unutmamaktır.