Kullarına kurtuluşun yollarını apaçık gösteren Allah’a hamd, cehalet ve zulüm asrını silip, hayatıyla saadet asrını yazarak gelecek tüm nesillerin kurtuluşu için ömrünü feda eden Rasulü’ne salât ve selam olsun.
İnsanlık tarihi nice krallıkların ve imparatorlukların yükselişine ve çöküşüne şahitlik etti. Küçük topluluklar; bazen bir meşe ağacı gibi taze bir filiz olarak yeşerip kocaman bir deve-devlete dönüştüler ve gölgelerinde nice kervanlar nice yolcular barındırdılar; bazen de yanmış, bitmiş, tükenmiş gibi görünen küllerinden yeniden doğarak, önce alev alev bir kor sonra kocaman bir güneşe dönüştüler ve şuleleri cihanı ısıttı.
Yüce Rabbimiz bir ayetinde şöyle buyuruyor: “Eğer siz bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. İşte; o günleri biz insanlar arasında değiştirip dururuz. Bu, Allah’ın iman edenleri belirtip-ayırması ve sizden şehidler edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez”1 Allah Azze ve Celle bu ayetiyle milletler arasında üstünlüğün hep aynı gitmeyeceğini ve bizzat kendi kontrolüyle değiştirildiğini bildiriyor. Yani bazen gün zalimlere döner, bazen de mü’minlere! Ayette de buyrulduğu üzere ümmetin böyle karanlık günlerinde Allah Azze ve Celle içimizden şehidler edinmek ister; davasının en zor günlerinde hakkı ispatlamak için çırpınan şahidler edinmek ister; dünyanın karanlık çağını kapatıp yepyeni, aydınlık bir çağ başlatmak için hayatını ortaya koyan yiğitler edinmek ister; dağları delip yolar açan, uçurumlara köprüler kuran, yollardaki tüm engelleri kaldırıp bir neslin doğuşunun önünü açan öncüler edinmek ister! Ve işte bunlar tarihin akışını değiştirirler, mücadele ile dolu hayat hikâyeleriyle destan yazarlar, tarih yazarlar.
İnsanlık tarihini incelediğimizde; isimleri tarihe geçen, olayların akışına yön veren bazı şahsiyetler gözümüze çarpar. Böyle kimselerde ortak birtakım özellikler vardır; mesela cesurdurlar, idealisttirler, hedefleri uğrunda şahsi arzularından vazgeçmiş, kendi hayatını asla düşünmeyen, çevresindeki tüm insanların yılgınlığa düştüğü, korkuya kapıldığı durumlarda asla yılgınlaşmayan, daima ümitvârdırlar! İşte bunlar tarih yazmışlardır.
Hedefine ölümüne kilitlenen Tarık bin Ziyad da onlardandır. Kendisi alabildiğine kararlı olmasına rağmen askerinde de tam bir kararlılık olması için gemilerini yakmıştı. Artık zaferden başka yol yoktu. Bu yöntem ile hem askerine son derece bir kararlılık öğretiyor hem de düşmanına iyi bir ders veriyordu. O, bu şekilde düşmana “sizin topraklarınıza dönmeye gelmedik, başaramazsak ölmeye geldik” mesajını veriyor, askerlerine ise; “Ya zafer ya şahadet! Başka bir yol yok” diyordu. Onların kitaplarında; “deneriz, olmazsa geri döneriz” diye bir cümle yazmıyordu.
Bir insanda böyle bir azmin oluşması ve bu denli hedefe kilitlenmesi; yolunun doğruluğundan ve yaptığı işin gerekliliğinden emin olmasıyla mümkün olur. İnanmayanlar başaramazlar. Bir tek hedefe yönelmeyenler de başaramazlar. Alternatifler arasında git-geller yaşayanlar, biraz dara düştüklerinde o yolu bırakıp diğer yola saparlar ve bu şekilde asla hedeflerine varamazlar. Ama yolundan emin olup asla başka ihtimal tanımayanlar sonuna kadar dayanabilirler. İstikamet bilgisine sahip olmayıp önünü göremeyenlerde böyle bir mutmainlik olamaz. Ancak, karanlık yollarını vahyin nuruyla aydınlatanlar ve Yüce Yaradan’a dayandıkları için yollarından emin olanlar bu duruşu muhafaza edebilirler.
Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim ile kullarına hem yollarını göstermektedir hem de destek ve ümit vermektedir. Allah-u Teâlâ; “Bizim uğrumuzda cihad edenlere, şüphesiz yollarımızı gösteririz”2 buyurmaktadır. Yine diğer bir ayette; “Evet, eğer sabrederseniz, sakınırsanız ve onlar da aniden üstünüze çullanıverirlerse Rabbiniz size meleklerden, nişanlı beş bin melekle yardım ulaştıracaktır. Allah bunu size ancak bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla tatmin bulsun diye yaptı. ‘Yardım ve zafer’ ancak üstün ve güçlü, hüküm ve hikmet sahibi olan Allah’ın katındandır”3 buyurmaktadır. Bu bir vaattir. Hedefi, Allah’ın dinini ve davasını hâkim kılmak olanlar elbette bizzat Yüce Allah tarafından doğru menzillere ulaştırılacaklardır.
Tarihte büyük başarılar elde edenler asla ümitsiz olmamışlardır. Tüm insanların ‘bittik’ dediği yerde onlar dimdik durmayı başarmışlar ve kazanmışlardır. Bunun en güzel örnekleri ise peygamberlerdir. En büyük örneğimiz Hz. Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem mağarada en yakın arkadaşı, sadık dostu Hz. Ebu Bekir ile birlikte müşriklere yakalandıklarını zannettiklerinde, tam bir güven ve tevekkülle; “Korkma! Allah bizimle beraberdir” diyordu.
Hakkı ortaya koyduğu zaman üstüne deniz gibi gelecek düşmanlarına karşı sapasağlam bir yürek taşımayanlar, cesaret yoksunları asla kurtuluş yollarını bulamazlar. Kur’an-ı Kerim böyle korkusuz yiğitler yetiştirmektedir. Ayette; “Onlara, düşmanlarınız size karşı birleşti onlardan korkun denildiğinde “Hasbunallah”, ‘Allah bize yeter’ derler” buyruluyor.
En zor zamanlarında dişlerini kırarcasına sıkıp, o dar geçidi atlatıncaya kadar sabretmeyenler asla tarih yazamazlar. Dayanma kuvveti kalmadığında bile bir hamle daha yapabilenler; “Sabır, sabrımdan aciz kalana kadar sabredeceğim! Sabrım, sabrı dahi hasta edene kadar sabredeceğim! diyebilenler tarih yazarlar.
Ve bir de bu iş “bir aşk meselesidir.” Rabbimizin verdiği bu kutsal yüke aşkla bağlanmayanlar onu asla taşıyamazlar.
Ve SEN de Selahaddin Eyyubi’nin kalbine yerleşen Kudüs aşkı, Fatih Sultan Muhammed’in rüyalarını süsleyen İstanbul gibi bağlanmazsan ümmetin dirilişi uğrundaki mücadeleye, asla başaramazsın!
Denizde fırtınalar koptuğunda en doğru kararları alabilen kaptan ile o sarsıntıya dayanabilen tayfa, güneş açana kadar sabrettiğinde artık hızla yol alacaktır. Fırtına dindiğinde gemileri hala sağlam, tayfaları hala hayatta olup rotası değişmemiş olanlar hedeflerine varırlar. Ama bundan evvel o fırtınaları atlatmaları şarttır…
Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Mekke’de işkencelere dayanacak gücü kalmayan ashabına o fırtınalı günleri atlatmaları için ümit dolu müjdeler veriyor ve “Bir gün gelecek bir kadın San’a’dan Hadramevt’e kadar tek başına gidecek ve Allah’tan başka kimseden korkmayacak” buyuruyordu. Bu müjdeye inanmak o şartlarda çok zordu.
Rotasını Kur’an ve sünnete göre ayarlayan bir nesil oluşmaya başlamışsa ve bir de kış mevsiminin (zulüm döneminin) sonuna denk gelmişse o nesil, işte o zaman artık devran dönmektedir ve tarih yeniden yazılıyor demektir.
Said Nursi Hazretleri kendi nesli için bu hazin kışı hissetmiş ve “biz kışın doğmuşuz, baharı göremeyiz” diyerek bu davanın, toprağın altındaki tohum ve köklerini sağlam tutma mücadelesini vermiştir. (Allah onlardan razı olsun) Onlar kışı atlatmaya çalıştılar ve bu ağacın köklerini muhafaza etmek için hayatlarını ortaya koydular. Mevsim kar kış kıyametti. Belki hâlâ da kış devam ediyor ama artık son demleri! Artık mevsim dönüyor…
Buna mukabil biz de diyoruz ki: Biz baharın kokusunu alıyoruz. Çiçeklerin açacağı, ağaçların meyve vereceği günler artık çok yakın! ‘Az’ kaldı hatta ‘an’ kaldı. Baharın gelmesiyle; bir gece de nasıl yeşerirse dallar, nasıl bir anda cemre düşerse havaya, suya, toprağa… Ve nasıl hareketlenir toprak, döker içinde biriktirdiği bereketi ayaklarımızın altına… Kara kış bitmiştir artık! Çayırlar, parklar yeşerir, hatta duvarlar bile yeşerir, mis gibi bir bahar kokusu hâkim olur havaya! İşte o gün yakındır Allah’ın izniyle…
Ey İslam Davasına gönül vermiş olan kardeşlerim! İslam ümmeti de bir mevsim dönümündedir. Mevsim bahara dönerken buzdağları (gibi olan düşmanlarımız) eriyecektir. Akan kanlarımız ümmet ağacımızı yeşertmiştir artık. Zalime verilen süre bitiyor… Batı battı batıyor… Bunun alametlerini çok konuştuk, yazdık, çizdik. Artık bizim baharımız geliyor.
Bugün insanlığın kurtuluş reçetesi bizim elimizdedir. Yüzyıldır üzerimize dağlar gibi ordularla geldiler, ama işte hâlâ bu ümmet direniyor; ölmedi, canlılığını muhafaza ediyor. İçimizden şehitler sunduk Rabbimize. Eğer kurtuluşumuz gerçekleşecekse daha nice canlarımız bu uğurda fedadır…
Artık gün bizim günümüzdür, devran bize dönmektedir. Müslümanların tarihin akışına yön verme vakti gelmiştir artık! Şu anda bu uğurda konuşanlar, çalışanlar, okuyanlar, yazanlar, çilesini çekenler ümmetin dirilişinin tarihini yazmaktadırlar. Tarih de onların her birini tek tek yazmaktadır.
Bu yazımı okuyanlardan birçoğunun elini çenesine koyup ‘acaba’ diyeceği bir gündeyiz. Haksız da sayılmazlar. Ortalık perişan! Ortadoğu kan gölü! Evet, gecedeyiz, hem de zifiri karanlık bir gece ama SABAH ÇOK YAKIN!
Zaten inanılmaz anlarda inananlar ve yola devam edebilenler tarih yazmıştır.
*Furkan Nesli Dergisinin 58. sayısından güncellenmiştir.
1. Âl-i İmran, 140
2. Ankebut, 69
3. Âl-i İmran, 125-126