Hayat kitabımız olan Kur’an, hiç şüphesiz yaşanmak ve hayata dair her ne varsa insanlığa o konularda rehberlik etmek için gönderilmiştir. Bu rehberlik ise ancak Kur’an’ın doğru bir şekilde anlaşılması ile mümkündür. Bunun için de öncelikle izlenilmesi gereken yöntem Kur’ani kavramların kendi bütünlüğü içinde doğru bir şekilde öğrenilmesidir. Kur’an’da geçen kavramları anlamak bir yönüyle Kur’an’ın mesajını doğru anlamaya vesile olurken diğer yandan o kavramın bize yüklediği mesuliyeti idrak etme, gereğini yerine getirme yönünde gayret etmemizi de sağlamaktadır.
Kur’an’da geçen kavramların genel bazı manaları olsa da İslami ilimlerin (fıkıh, tefsir, hadis, tasavvuf) her biri bu Kur’ani kavramlara kendi perspektiflerinden bazı özel anlamlar da yüklemişlerdir. Örneğin ahkâm ayetleri (hüküm içeren, helal-haram belirten kavramlar) daha çok fıkhın ilgi alanına girerken, nefsin mertebeleri, kalbin halleri ile ilgili ayetler ve içerdikleri bazı kavramlar ise tasavvufun ilgisini daha çok çekmiştir. Bu kavramlardan birisi olan “inâbe” kavramını incelemek ve bize gösterdiği hedefe doğru ilerlemek istiyoruz. Bu kavramın Kur’an’da hangi manalarda kullanıldığı, bize ne gibi sorumluluklar yüklediği üzerinde duracağız. Tasavvufun üzerinde daha çok durduğu kavram olması hasebiyle de onların nasıl bir özel anlam yüklediği noktalarına temas edeceğiz.
“İnâbe, kelime manası olarak yönelmek, dönmek, yakın olmak manalarına gelir. Bu kelime Allah’a izafe edilerek kullanıldığında, Allah’a yöneldi, tevbe etti, tevbe edip ihlas ile amel yaparak Allah’a döndü anlamlarına gelir.”1 Yine bu kelimenin kullanıldığı çeşitli isim ve fiil kalıplarında takip etmek, yönelmek, arka arkaya sürekli dönmek, defalarca gelmek gibi anlamlar dikkat çeker. Tüm bu anlamlar inâbe kavramının genel manası olan Allah’a yönelmeyi desteklemektedir. Kur’an’da geçen şekil ve içerdiği manalara bakıldığında birçok durumdan Allah’a yönelmeler olduğunu görürüz. Bu bazen inkârcıların çaresizlikten Allah’a dönüşü (geçici veya kalıcı olabilir) bazen de Müslümanların musibetlerden veya günahlarından dolayı yönelmesi şeklinde olmaktadır. Bazen de kişinin yüksek mertebelere ulaşma çabasıyla tevekkül ve teslimiyet ile birlikte Allah’a yönelme manalarında geçmektedir. İlgili ayetleri bu açılardan incelemeye çalışalım.
Aslında kişinin Allah Azze ve Celle’ye yönelmesi fıtratın sesidir. İster inansın ister inanmasın insanlar zor durumda kaldıklarında, çaresiz anlarında refleks olarak ağızlarından dua kelimeleri dökülür. O anda kendisini çok aciz, yardıma muhtaç hissettiğinden yüce bir zata yönelme isteği duyar. Hani çok söylenen bir söz vardır: “Düşen uçakta ateist olmaz.” Neden böyle söylenir? Çünkü en inançsız insanın bile o dehşet anında dudakları kıpırdar gayri ihtiyari dua etmeye başlar. Yıllar önce anestezi teknisyeni arkadaşım bir anısını anlatmıştı. Nöbette iken acile bir bıçaklanma vakası geliyor. Hastanın ameliyat olması gerekmektedir. Hastaya narkoz verip ameliyata hazırlayacağı sırada hastayı rahatlatmak için “Şununla biraz konuşayım” diyor. Konuşurlarken hasta, avukat olduğunu, bir arkadaşı ile içki içerlerken daha sonra tartıştıklarını ve bir anda olayın bu noktaya geldiğini anlatıyor. Böyle bir insanın bu şekilde karşısına gelmesine üzülen arkadaşım da hastaya nasihat ediyor. İçkinin zararlarını, bunun kendisi için bir ders, bir dönüm noktası olması gerektiğini, ameliyat sonrasında hayatına çekidüzen vermesi gerektiğini anlatıyor. Bu şekilde hastayı uyutup ameliyata hazırlıyor. Bu halet-i ruhiye ile ameliyata giren hasta, ameliyattan çıktıktan sonra daha narkozun etkisinde iken yüksek sesle “La İlahe İllallah” sözünü defalarca tekrarlayarak adeta koridoru inletiyormuş. Demek ki bilinçaltımızda Allah’a yönelme, günahlardan pişmanlık duyma ve daha da önemlisi yaşadığı hayatın ve gidişatın yanlış olduğunu vicdanın derinliklerinde hissetme mutlaka vardır.
Kur’an konuyla ilgili ayetlerde insanın bu yönüne dikkatlerimizi çekiyor. “İnsanların başına bir sıkıntı gelince, Rablerine yönelerek (munîbîne) O’na yalvarırlar. Sonra Allah, katından onlara bir rahmet (nimet ve bolluk) tattırınca, bakarsınız ki onlardan bir grup yine Rablerine ortak koşuyorlar.”2 Bu tür bir yönelmede bir kısmı tekrar eski durumuna dönüyor diğer bir kısmı dönmüyorsa demek ki herkesin yönelmedeki niyeti, samimiyeti farklıdır. Kimisi başına gelen bu musibetten ders çıkarır, acziyetini idrak eder ve bu yönelişini devam ettirirken kiminin yönelişi anlıktır, saman alevi gibi yanıp sönmektedir. Ebrehe ordusu Kâbe’yi yıkmak için geldiğinde o günkü Mekkelilerin onun ordusuna karşı çıkacak güçleri yoktu. Abdulmuttalib ve beraberindekiler Kâbe’nin örtüsüne yapışmış ve yalnız Allah’a dua edip yönelmişlerdi. Hatta rivayetlere göre Rabbimiz beytini ebabil kuşlarıyla koruyup Ebrehe ve ordusunu perişan edince, bu olayın tesiriyle Mekkeliler yedi yıl boyunca Kâbe’deki putları bir tarafa bırakıp yalnız Allah’a dua etmişlerdi.
İnâbe bazı ayetlerde imana/hidayete ulaşma manasında kullanılmıştır. Bu ayetlerde körü körüne inkâr edenle arayış içerisinde olup yönelenlerin aynı olmadığı vurgulanmıştır. “Kâfir olanlar diyorlar ki: Ona Rabbinden bir mucize indirilmeli değil miydi? De ki: Kuşkusuz Allah dilediğini saptırır, kendisine yöneleni (enâbe) de hidayete (doğru yola) erdirir.”3
“…Allah dilediğini kendisine (peygamber) seçer ve kendisine yöneleni (yunîb) de doğru yola iletir.”4
Bu ayetlerde göze çarpan şey inkârcıların hidayete talip olmadıkları, akıllarını gönderilen Peygamber ve getirdiği vahyi anlamaya değil de inkârcılığa yönlendirdikleridir. Bunun için de türlü mazeretler uydurduklarıdır. Bu durumda hidayete yönlendirilmeleri ancak Allah’a yönelmeleriyle mümkündür. Hidayet için hiçbir çaba sarf etmeyeni, Allah’a doğru adım atmayanı, arayış içerisinde olmayanı Allah hidayete erdirmez denilmektedir. Hidayette işin başı demek ki Allah’a yönelmedir. Allah Azze ve Celle, munîb olanları (kendisine yönelenleri) hidayete ulaştırmaktadır.
Başka bir ayette şöyle buyruluyor: “Tağuta kulluktan kaçınıp, Allah’a yönelenlere (enâbû ilellah) müjde vardır. (Ey Muhammed) Kullarımı müjdele!”5 Bir sonraki ayette bu kulların, sözün en güzeline (vahye) uyduklarından dolayı hem gerçek akıl sahibi hem de Allah’ın doğru yola ulaştırdığı kimseler oldukları vurgulanıyor.
Özellikle kâinatı, Allah’ın sonsuz kudretini ve sanatını tefekkür etmeye sevk eden bazı ayetlerde geçen inâbe kavramına baktığımızda, bu gibi ayetlerden istifade eden, baktığında ibretlik nazarla bakabilenlerin “inâbe” sahipleri, yani Allah’a yönelme arzusunda olanlar olduğu zikrediliyor: “Üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl bina etmiş ve nasıl donatmışız! Onda hiçbir çatlak da yok. Yeryüzünü de döşedik ve ona sabit dağlar koyduk. Orada gönül açan her türden (bitkiler) yetiştirdik. Allah’a yönelen (münîb) her kula gönül gözünü açmak ve ibret vermek için (bütün bunları yaptık.)”6
“Size ayetlerini gösteren, sizin için gökten rızık indiren O’dur. Allah’a yönelenden (yunîbu) başkası ibret almaz.”7
İNÂBE- TEVBE BİRLİKTELİĞİ
Genellikle insan günah sonrasında bir pişmanlık ve akabinde Allah’ın affına sığınma ihtiyacı hisseder. Buradaki yönelme el açıp O’na yalvarmak, mağfiret istemek anlamında, yüce makama münacat anlamında bir yönelmedir. Mü’min Allah’ın rahmetinden ümidini kesemez, kesmemelidir. Ne kadar günah içinde olursa olsun Allah’ın rahmeti çok geniştir. Vahşi Radıyallahu Anh’ın iman etmesine vesile olan Zümer Suresi 53. ayette “…Çünkü Allah bütün günahları bağışlar…” denildikten sonra, diğer ayette “Size azap gelip çatmadan önce Rabbinize dönün (enîbû), O’na teslim olun, sonra size yardım edilmez.”8 Her iki ayete bakıldığında Allah’ın sonsuz rahmet ve merhameti hatırlatılıyor, rahmetinin her şeyi kuşattığı zikrediliyor. Ne kadar günahkâr olursanız olun Allah’a dönmek, O’na yönelmek için bir fırsatınız var, o fırsatı değerlendirin. Günahkâr hayatınıza son verin, temiz bir sayfa açın ve Rabbinize yönelin. O’nun emir ve yasaklarına teslim olun. Ancak bu şekilde Allah Azze ve Celle’nin yardımına mazhar olabilirsiniz. Sonraki ayette de “Allah’a teslim olun”dan kastın ne olduğu Kur’an adres gösterilerek bildiriliyor. “Rabbinizden size indirilene (Kur’an’a) tâbi olun.”
Munîb olmak, yönelişi daima Allah’a ve O’nun emir ve yasaklarına doğru olmak, Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den sonra Kur’an’da ‘usvetun hasene’ (en güzel örnek) olarak zikredilen Hz. İbrahim Aleyhisselam’ın vasfı olarak anlatılır. “İbrahim cidden yumuşak huylu (halîm), bağrı yanık (evvâh), kendisini Allah’a vermiş (yönelmiş, munîb) biri idi.”9 Bu ayetteki evvâhın manaları için, “çok tevbe eden, çok yalvarış ve yakarışta bulunan, çok içli, çok merhametli olan” denilmiştir.10
Hz. İbrahim Aleyhisselam’ın bir peygamber olduğu halde bu kadar çok içten dua ve yakarışta bulunması, bizim gibi günahı çok, mesuliyetini hakkıyla yerine getiremeyenler için örnek olmalı. Kalbimiz yumuşamalı, dilimiz daima dua ve istiğfar ile ıslanmalı ve yönelişimiz Allah’a, emir ve yasaklarına doğru olmalıdır. Elbette ki Hz. İbrahim’in sadece bu yönü örnek değildir. O’nun kavmiyle, babasıyla ve o günkü sistemle olan mücadelesi, bu mücadeleyi yürütürken dayanağının sadece Allah Azze ve Celle olması da bizim için örnektir.
TASAVVUFTA İNÂBE
Tasavvufta, ‘tevbe makamı’* ile ‘tezekkür makamı’ arasında kalan bir makam olarak geçer. İnâbe iki türlüdür. Birincisi yukarıda bahsi geçen tüm mahlûkatın yönelmesi (Allah’ın rububiyetine), diğeri ise Allah’ın dostlarının Allah’ın ulûhiyetine kulluk ve muhabbetle inâbesidir. Tasavvuf daha çok bu ikinci mana üzerinde durur. Bu yönelmenin de dört esası olduğunu söyler: Allah’ı sevmek, O’na boyun eğmek, O’na yönelmek ve O’ndan başkasından yüz çevirmek.11
Aslında tasavvuf bu konuyu yüksek bir mertebe olarak ele almakta onu yükselmek isteyenler için hedeflerden biri olarak göstermektedir. Sadece kalp ile yönelme değil tüm hücrelerle yönelme vardır. Kişi günahını hatırladığında o günah ile ilgili lezzet değil, üzüntü ve acı duyar. Başlangıçta günahları için tevbe ve istiğfarda bulunur, günah lezzeti ve şehvet ile mücâhede ederken öyle bir noktaya gelir ki yönelişi sadece Allah olur, kalbi huzur bulup sadece Allah’a yönelme ile meşgul olur. Konuyu daha fazla uzatmamak adına bu kadarıyla iktifa edelim.
Sonuç olarak Kur’an inâbe kavramıyla her türlü durumdan Allah’a yönelmeyi, kurtuluşun, yardım ve yüksek derecelere ulaşmanın O’na yönelmekle elde edileceğini vurgular. “İşte size vadedilen cennet! Ki o, Allah’a yönelen, emirlerine riayet eden, görmediği halde Rahman’dan korkan ve Allah’a yönelmiş bir kalple (kalbin münîb) gelen kimselere mahsustur.”12
Rabbim, bu ayetin kapsamına giren kullarından olmayı cümlemize nasip etsin. Bizleri, yönelişi daima Allah’a, O’nun davasına, O’nun rızasına doğru olanlardan eylesin. Sadece musibet anlarında değil, her daim Rabbimizi hatırlayanlardan olmak temennisiyle…
* Makam: Kişinin elde ettiği hali sürdürmesi, bu halin kendinde süreklilik arz etmesi
1.Râgıb el-İsfehânî, el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, s. 508.
2.Rum, 33
3.Ra’d, 27
4.Şurâ, 13
5.Zümer, 17
6.Kaf, 6, 7, 8
7.Mü’min, 13
8.Zümer, 54
9.Hud, 75
10.İbni Kesir, Tevbe 114 açıklaması, c.7, s.3685
11.İbn Kayyım El-Cevziyye, Medâricu’s-sâlikîn, s. 395
12.Kaf, 32, 33