Başyazı

Kur’an’ın Evrensel Çağrısı -2

Paylaş:

Hamd; insanı milyonlarca yolun karşısında çaresiz bırakmayıp onlara yol gösteren Allah’a, Salat ve Selam; insanları doğru yola çağırabilmek için hayatını ortaya koyan ve bu yolda çileler çeken Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e, Selam; doğru yolun Allah’tan gelen yol olduğuna inanan ve başka yolları reddedip Allah yoluna giren mü’minlere olsun.

154. sayımızda “İnsanın Vahye Olan İhtiyacı” konusu üzerinde durmuş, insanın vahye ihtiyacının delillerinden beş tanesini anlatmıştım. Vahye ihtiyacın delillerini anlatmaya devam ediyorum.  İnsan vahye muhtaçtır çünkü;

6. İnsanın, insan fıtratın ve tüm kâinatı bilenden bir mesaja ihtiyacı vardır. Çünkü insanı ve kâinatı tanımayanların, insana uygun bir hayat tarzı ve medeniyet esasları ortaya koyması mümkün değildir. Çok kompleks bir varlık olan insanı ve sonsuz büyüklükte olan kâinatı bilmek insan için mümkün değildir. İnsanı ve kâinatı bilmeden insana hayat nizamı ve medeniyet esasları tayin edilecek olursa konulan nizam ve esaslar hem insana hem de kâinata uymayacaktır. İnsanı da kâinatı da en iyi tanıyan onu yaratan Allah olduğuna göre insanın Allah’tan gelen vahye ihtiyacı vardır. Bir cihazı en iyi bilen, onu yapan değil midir? Bir cihazın kullanım kılavuzunu o cihazı yapanlar hazırlamaz mı? İnsanı  ve kâinatı tanımayanların kurduğu nice medeniyetler vardır ki bütün bir milletin mutluluğunu alıp götürmüş ve nice buhranlara sebep olmuş iken Allah’tan gelen vahye göre kurulan İslam Medeniyeti ise milleti emniyet ve huzurun zirvesine yükseltmiştir.

Nobel ödüllü Tıp Doktoru Alexis Carrel, insanı en iyi tanıyan kimselerden biri olduğu halde insanı tanıyamadıklarını ifade etmekte ve “İnsan Denen Meçhul” kitabında: “Mekanik, kimya ve fizik; fizyoloji ve psikolojiden çok daha süratli ilerledi. İnsan kendini tanımadan önce madde dünyasına hâkim oldu. Böylece modern toplum, ilmî buluşların tesadüfü ile vücut ve ruh kanunlarını hiç dikkate almadan kurulmuştur. Biz, feci bir hayalin kurbanları olduk. Bu kendi keyfimize göre, tabii kanunlardan sıyrılarak yaşayabileceğimiz hayal idi. Tabiatın asla affetmeyeceğini unuttuk. Kurduğumuz medeniyet insana zarar verdi” diyerek kurdukları medeniyeti, insanı tanımadan kurduklarını ve bu medeniyetin insana zarar verdiğini itiraf etmektedir.

Maddeyi çözmek, insanı çözmekten çok daha kolay olduğu için Allah Azze ve Celle maddeyi çözmeyi, Matematikte, Kimyada, Tıpta ve diğer pozitif ilimlerde gelişmeyi insana bırakmış; insana yol göstermeyi ise kendi üzerine almıştır. Çünkü ruhu olan insanı çözmek, maddeyi çözmekten çok daha zordur ve hatta insan için bu mümkün değildir. Onun için Kur’an-ı Kerim: “Hidayet yolunu göstermek, bizim üzerimize vazifedir”1 buyurmuştur. Bir başka ayette ise: “Yolu doğrultmak, Allah’a aittir”2 buyurmakta, insana yol gösterme işini Allah’ın kendi üzerine aldığını ve insanın görevinin yol tayin etmek değil, gösterilen yola uymak olduğunu ifade etmektedir. Fakat insan; haddini aşmakta, gösterilen yola uyacağına yol tayin etmeye kalkışmaktadır. Allah, insanı halifesi olarak yaratmıştır. İnsan ise ilah olmak istemekte, nizam tayin etmekte ve yeryüzünde bunalımların, kötülüklerin ve suçların çoğalmasına sebep olmaktadır. İnsanın yapması gereken, tüm insanlara uygun bir nizam kurmak için Allah’ın kitabına başvurmaktır.

7. İlk insanın bir peygamber olarak yaratılması ve yeryüzündeki hayatın bir peygamber ile başlatılması insanın vahye ihtiyacını gösterir. İnsan vahiy olmadan sadece aklı ile doğru yolu bulabilecek olsaydı insanlık alemi bir peygamberle başlatılmaz ya da en azından peygamberin gönderilmesi bir müddet sonraya bırakılırdı. Ancak yaratılışın başlangıcında insanoğlunun bir saniye bile başıboş bırakılmamış olması insanın kendi başına doğru yolu bulamayacağını ve insanın vahye olan ihtiyacını ispatlar.

8. İnsanlık tarihi boyunca on binlerce peygamberin gönderilmiş olması ve insanoğlunun hiçbir zaman vahiysiz ve başıboş bırakılmamış olması insanın vahye ihtiyacını gösterir. Önceki peygamberin getirdiği, bilindiği ve varlığı sürdürdüğü müddetçe yeni bir peygamber gönderilmemiş ancak peygamberin getirdiği hakikatler kaybolunca yeni bir peygamber gönderilmiştir. Hak din yeryüzünden kaybolur kaybolmaz yeni bir peygamberin gönderilmesi ve insanların hiçbir zaman sadece akıllarına terk edilmemesi, insanın vahye ihtiyacı olduğunu gösterir.

9. Eğer insan, vahiysiz doğru yolu bulabilecek olsaydı fetret dönemi insanları da tüm iman esaslarına inanmaktan, farzları uygulamaktan ve haramlardan kaçınmaktan, her konuda doğruya isabet etmekten, insanî ve ahlakî değerlere göre yaşamaktan sorumlu olurlardı. Önceki peygamberin getirdiğinin kaybolduğu yeni peygamberin de henüz gönderilmediği fetret dönemi insanlarının Tevhidin dışında başka bir şeyle sorumlu tutulmamaları, farzlardan, haramlardan ve insanî ve ahlakî değerlere göre yaşamaktan sorumlu olmamaları insanın sadece aklı ile her konuda doğru yolu bulamayacağındandır.

Fetret dönemi insanları da Allah’a iman ile sorumludur çünkü akıl, sonsuz varlıklara bakıp bunların bir sahibinin ve bir yaratıcısının olması gerektiğini, hepsi birbirinden harika olan bu kadar varlıkların kendi kendine olamayacağını kolaylıkla anlayabilmektedir. Fetret dönemi insanları Allah’a imanın dışında aynı zamanda kâinatta tek bir ilah olduğuna, Allah’ın hiçbir ortağının olmadığına inanmak ve şirki reddetmekle de sorumludurlar. Çünkü insan aklı, varlıklar arasındaki uyumu ve yardımlaşmayı görebilmekte, birden fazla ilahın olması durumunda bunun mümkün olamayacağını anlayabilmektedir. Akıl aynı zamanda kâinatta kurulmuş olan mükemmel nizamın, milyarlarca yıldır devam ettiğini, düzenin hiç bozulmadığını, bunun ancak tek bir ilah olması durumunda mümkün olabileceğini, birden fazla ilahın olması durumunda ilahlar arasında çatışmalar olacağını ve nizamın bozulacağını anlayabilmektedir. İşte o yüzden insan, Tevhidi kabul edip şirki reddetmekten mesuldür. Yani insan, aklı ile anlayabileceğinden mesul tutulmuş, akıl ile anlayamayacağı kısımlardan mesul tutulmamıştır. O konularda mesul olması için kendisine İslam’ın tebliğ edilmesi şart koşulmuştur. Çünkü insan aklı her konuda doğruya isabet edemez. O halde insan Tevhidin dışında diğer konularda vahye muhtaçtır.

10. Kur’an-ı Kerim: “Kendisi için bir uyarıcı olmaksızın biz hiçbir ülkeyi yıkıma uğratmış değiliz. (Onlara) hatırlatma (yapılmıştır) biz zulmedici değiliz”3 buyurmaktadır. Ayet-i kerimede uyarıcı gönderilmeden hiçbir ülkenin helak edilmediğinin bildirilmesi ve helak edilselerdi zulüm olurdu buyurulması insanın vahiysiz doğru yolu bulamayacağını gösterir. Çünkü eğer akıl doğru yolu bulmaya yeterli olsaydı peygamber gönderilmeden de helakleri caiz olur ve zulüm sayılmazdı.  

11. Bir inançtan ya da bir hayat tarzından mutmain olmak ve huzura ermek ancak vahiy ile mümkün olabilir. İnsanın bazı şeylerin doğruluğuna bazı şeylerin de yanlışlığına inanmaya ve bundan da mutmain olmaya ihtiyacı vardır. Aksi halde daima huzursuz olacak, acabalardan ve tereddütlerden kurtulamayacaktır. İnsanın doğruların doğruluğundan, yanlışların yanlışlığından mutmainliğe ulaşabilmesi ise ancak vahiyle mümkündür. İnsan hiçbir zaman kendinin ya da insanların bulduğu bir inancın, fikrin ya da hayat tarzının doğruluğuna tam olarak güvenemez ve doğru olduğundan mutmain olamaz. Çünkü bunlar, insan aklının ürünüdür. Aklın ise hata yaptığına aklın kendisi şahittir. Dün doğru bildiklerimizin bugün yanlış olduğunu, dün yanlış bildiklerimizin de bugün doğru olduğunu anladığımız durumlar çoktur. O halde insanlar ne kendi görüşlerinden ne de ideologların görüşlerinden asla mutmain olamayacak ve daima şüphe içinde olacaklardır. O yüzden Kur’an-ı Kerim, kâfirler hakkında: “Hayır, onlar ‘karmaşık bir kuşku’ içindedirler4 buyurmaktadır. Yani inanmış gibi savunuyor olsalar da aslında inançlarından şüphe içindedirler. İnsan, yanlıştan hiçbir zaman mutmain olamaz. Halbuki insanın mutmain olmaya ve kesin doğrulara ulaşmaya ihtiyacı vardır. İnsan, inandığını ispat eden deliller bulmak ister. Ancak yanlışın doğru bir delili yoktur ve olamaz. O halde insana öyle bir kaynak lazımdır ki o kaynak yüzde yüz doğru olan, hata yapma ihtimali olmayan yani kutsal bir kaynak olmalıdır. Allah’ın dışındaki bütün kaynakların hata yapma ihtimali vardır. O halde hiçbiri kutsal değildir. Kutsal olmayan bir kaynak ise insanı mutmain kılamaz. Dolayısıyla insan sadece sonsuz ilim sahibi olan Allah’tan gelen vahiy ile mutmain olabilir ve ancak bununla huzura erebilir. Allah’ın ilminin sonsuzluğuna ise sonsuz kâinat şahittir.

12. Allah sadece hakikatleri bildirmek değil insanları terbiye etmek ister. Bu ise vahiy ve peygamber göndererek mümkün olabilir. Farzlar ve haramlar medeni bir insan ve medeni bir toplum meydana getirmek için şarttır. İnsanın hayatını değiştirebilmesi ancak kutsal bir kaynakla mümkündür. Çünkü kutsal olmayanın tesiri yoktur. İnsan görüşleri kutsal olmadığından tesirli olamaz.  Bazı fikirleri değiştirmek kolay olsa da yerleşmiş inançları ve alışılmış hayat tarzını değiştirmek her zaman zordur. Kutsallığına inandığı bir kaynak kendisine ‘şuna inan, şunu reddet, şunları yap, şunlardan da uzak dur’ demedikçe insan yanlış inançlarını ve yanlış hayat tarzını değiştirmeyi başaramayacaktır. O halde insanların yanlış inançlarını ve hayatlarını değiştirmek ve onları medenileştirmek için kutsal bir kaynağa ihtiyaç vardır.

13. Kitap ve peygamber göndermeden Allah, insanlara muradının ne olduğunu, hayattan maksadın ne olduğunu, nasıl bir insan ve nasıl bir medeniyet istediğini, ileride onları neyin beklediğini, cenneti nasıl kazanacaklarını ve cehennemden nasıl kurtulacaklarını nasıl bildirecekti? Allah’ın insanlara bu konularda bilgi vermesi elbette ki ancak vahiyle mümkün olabilir. Vahiy, insanın ve hayatın ne olduğu konusunda insana bilgi vermeseydi insan, hayatın anlamını anlayamaz, ne yapacağını bilemez ve kendini boşlukta hissederdi. Bu durum insanı bunalıma sürükler ve insan çölde yolunu kaybeden, nereye gideceğini bilemeyen bir varlığa dönüşürdü. Bu durum ancak vahiyle önlenebilir.

14. Toplumları karanlığa gömen, onları sömüren ve Allah’ın kullarını kendine kul yapan diktatör sistemlere son vermek ve yerine adaletli bir sistem kurmak ancak vahiy ve peygamberle mümkün olabilir. İsrailoğulları da Firavun’dan ve zulmünden Hz. Musa ve Tevrat sayesinde kurtulmadılar mı? Tam bir cahiliye dönemi yaşayan ve aynı zamanda o günün süper güçleri Bizans ve İran tarafından sömürülen Arap kabileleri de Hz. Peygamber ve O’na gelen Kur’an sayesinde cahiliye hayatından ve sömürülmekten kurtulmadılar mı?

Diktatör sistemler, çok güçlü ve çok zalim olduklarından toplumları kendilerine boyun eğdirirler. Böyle bir gücün karşısında durabilmek yalnızca cesur olmakla mümkün değildir. Böyle bir güçle mücadele etmek ve o gücü devirip ülkede adaleti tesis edebilmek ancak kutsal bir mesajla mümkün olabilir. Çünkü ancak kutsal olan, kitlelere gayret, fedakârlık ve cesaret verebilir. Bir ırkın ya da bir sınıfın haklarının ellerinden alınması ve zulme uğramaları onları harekete geçirebilirse de bu mücadele hem sürekli olamaz hem de tüm kitleleri kuşatamaz. Çünkü sadece bir ırkın ya da bir sınıfın hakkını savunduğundan diğer ırklar ve sınıflar onları desteklemeyecektir. Dolayısıyla bir ırkın ya da bir sınıfın diktatörlükle olan mücadelesi sonuç veremez. Onun için tüm ırkları ve tüm sınıfları kuşatan, hepsi için adaleti gerçekleştirecek olan ve hepsi tarafından kutsal olarak kabul edilen vahiy ve vahyin öğretisi ile bu mümkün olabilir. Tüm ırklar ve sınıflar bilirler ki vahiy Allah’tandır, hatasızdır ve Allah herkesin Rabbidir. Kulları arasında ırk ve sınıf farkı gözetmeyecek, zulmetmeyecek ve hepsinin hakkını verecektir. O halde diktatörlükten kurtuluş ancak vahiy ile mümkün olabilir.

15. Büyük bir ümmetin meydana gelebilmesi, farklı sınıf ve ırkların tek çatı altında toplanabilmesi, zulüm ve haksızlıklarla mücadele edebilmesi, insanların kula kulluktan kurtarılıp sadece Allah’a kul yapılması ve beşerî nizamların yanlışlarından kurtarılıp yeryüzünde adaletin gerçekleştirilebilmesi ancak vahiyle mümkün olabilir. Çünkü ancak kutsal olan vahiy insanları tek çatıaltında toplayabilir. Irkçılığın, sınıılığın ve ideolojilerin böyle bir gücü yoktur ve olamaz. Çünkü bunlar hem insan görüşü olduklarından hem de yanlışlar içerdiklerinden kutsiyetleri yoktur. Kutsiyeti olmayanların kutsal davaları olamaz. Kutsal davası olmayanlar, farklı ırk ve sınıfları bir araya toplayamaz. Bir araya toplayamayan, bir ümmet meydana getiremez. Bir ümmet meydana getiremeyen, zulümlerle mücadele edip yeryüzünde adaletli bir düzen kuramaz ve insanları kula kulluktan kurtaramaz. O halde insan kutsal olan bir mesaja yani vahye muhtaçtır.

16. İnsanlar tüm ülkelere ve tüm insanlara uygun olan medeniyet kriterlerine muhtaçtır. Aksi halde her memlekette ayrı ayrı medeniyetler meydana gelecek ve medeniyetler çatışması kaçınılmaz olacaktır. Bir topluma göre ahlâkî olan diğer topluma göre gayr-i ahlâkî sayılacaktır. Tarım toplumuna ayrı insanî ve ahlâkî değerler, sanayi toplumuna ayrı insanî ve ahlâkî değerler oldukça yani insanî ve ahlâkî değerler toplumdan topluma değiştikçe ülkeler ve toplumlar arasında çatışma bitmeyecektir. Hatta sadece ülkeler arasında değil ülke içinde hatta bir aile içerisinde bile farklı değerler var oldukça tartışmalar ve kavgalar devam edecektir. Birinin ahlâka uygun gördüğünü diğeri ahlâksızlık hatta namussuzluk olarak görecektir. İnsanî ve ahlâkî değerler toplumdan topluma veya kişiden kişiye değişmemelidir. Tüm dünyada aynı değerler kabul edilmelidir. Tüm dünya insanlarının aynı insanî ve ahlâkî değerlerde ittifak etmesi mümkün olmadığına göre bu değerler insan üstü olan bir kaynaktan gelmelidir. Medeniyetler çatışmasını önlemenin ve dünya barışını sağlamanın tek yolu, tüm dünya insanlarının aynı değerlere inanması ve tüm dünyada tek bir medeniyetin kurulmasıdır. Bu ise tüm insanların medeniyet esaslarını aynı kaynaktan yani tek olan Allah’tan almaları ile mümkündür.

17. Ölüm ve kabir, insanın kaçamayacağı bir gerçek. İnsanın; ölümü, kabri ve sonrasını düşünmemesi ve kafasını meşgul eden soruların cevabını aramaması mümkün değil. Nasıl öleceğini, kabirde ne olacağını, azap görüp görmeyeceğini, kabirden sonra ne olacağını, tekrar dirilişin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini, ahiret hayatının olup olmayacağını, sevap ve günahlarının tartılıp tartılmayacağını, cennetin ve cehennemin olup olmadığını, cennet nimetlerinin ve cehennem azabının nasıl olacağını, ne zamana kadar süreceğini düşünmemesi mümkün değildir. Bu ve benzeri sorular kafasını sürekli meşgul edecek ve cevap bulmaya zorlayacaktır.  Vahiy olmaksızın insanın; ölüm, kabir ve ahiret gibi gaybî konularla ilgili soruların cevabını bulabilmesi imkânsızdır. Vahiy olmadan bu konularda ne kadar fikir yürütürse yürütsün tüm düşünceleri tahmin olmaktan öteye geçemez. Akıl, en fazla ahiretin mümkün ve gerekli olduğunu kabul eder ama ahiret hayatının gerçekten olup olmayacağını bilemez. Onun için insanın böylesi gaybe ait konularda soruların doğru cevabını verecek bir kaynağa ve doğru bilgilere ihtiyacı vardır ve o da vahiydir.

18. İnsan, dünyaya imtihan için gönderilmiştir. İnsan şu imtihan dünyasında ne gibi engellerle karşılaşacağını bilmek zorundadır. İnsanların çıkaracağı engelleri, yapacağı düşmanlıkları bilebilse de bilemediği ve göremediği nefis ve şeytan gibi düşmanlara da sahiptir. İnsanın nefis ve şeytanla ilgili akıl ve bilim yoluyla elde edebileceği hiçbir malumat yoktur. Dolayısıyla bu konularda vahye muhtaç olduğu açıktır. Kur’an-ı Kerim, insana nefsi ve şeytanı tanıtır. Vahyin nefis ve şeytanla ilgili verdiği bilgiler olmasaydı insanın nefis ve şeytana karşı mücadele verebilmesi mümkün olmazdı. O halde insanın düşmanlarını tanıyabilmesi, onların insanı saptırmak için uygulayacakları yöntem ve stratejileri öğrenmesi ve onlara karşı nasıl mücadele edebileceğini öğrenebilmesi ancak nefsi ve şeytanı yaratan Allah’ın gönderdiği vahiyle mümkün olabilir.

19. İnsan sadece maddi alanda değil manevi alanda da yükselmek, dereceler sahibi olmak ve kâinatın sahibi olan yüce Allah’a yakınlaşmak ister. Çünkü insan yükselmeye hevesli ve kâinatın sahibini sevecek ve O’na yakın olmayı isteyecek şekilde yaratılmıştır. Bunun nasıl olacağını insanın akıl ve bilimle bilmesi mümkün değildir. Bunun için insanın elindeki tek imkân vahiydir. Tüm ideolojiler insanın maddi ihtiyaçları ile ilgilenip manevi ihtiyaçlarını ihmal etmişlerdir. Ancak insanın maddi bir varlık olan bedeni olduğu gibi manevi bir varlık olan ruhu da vardır. İnsan maneviyatta da ilerlemek, nefsini terbiye etmek ve güzel ahlâka sahip olmak ister. Ancak ideolojiler maddi alemle ilgilenip manevi alemi tümden terk etmişlerdir. Çünkü hem ruhu ve nefsi bilememekte hem de materyalist olduklarında yalnızca madde ile ilgilenmektedirler. Allah, insanın bu ihtiyacını bilir ve vahiy göndermek suretiyle insana kemale ermenin ve Allah’a yaklaşmanın yolunu gösterir. Allah insanı yüceltmek ister, onun bedenî ve ruhî ihtiyaçlarını karşılar. İnsana kulluğu ve muhabbetullahı öğretir. Allah’tan bir mesaj gelmeseydi kul maneviyatta nasıl yükselir, erdemli bir insana nasıl dönüşebilir ve Rabbine nasıl yaklaşabilirdi?

20. İnsan bir defa geldiği şu dünya hayatında doğru yolda gitmek ve doğru bir hayat yaşamak ister. Ancak insanın önünde milyonlarca yol vardır. Hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunu anlaması ve doğru istikameti tutturması vahiy olmadan insan için mümkün değildir. Çünkü geleceği bilememekte ve yolun sonunu görememektedir. Doğru zannedilen ve milyonlarca insanın girdiği nice yolların yanlış olduğu sonradan ortaya çıkmıştır. Doğru bir tanedir, yanlış ise sonsuzdur. Sonsuz yolların içinden insanın doğru yolu bulması vahiy olmadan mümkün değildir. İnsan, sonsuz ilim sahibi olan ve geleceği bilen bir kaynağın kendisine yol göstermesine muhtaçtır. Onun için Kur’an-ı Kerim: “Doğru yolu göstermek bize aittir”5 buyurmakta ve bu gerçeği hatırlatmaktadır. O yüzden Kur’an-ı Kerim, Hz. Peygamber’e bile “Emrolunduğun gibi istikamet üzere ol!”6 buyurmuştur. Yani istikamet tayin etmek peygamberlere bile bırakılmamış ve istikamet tayin etmeyi Allah kendi üzerine almıştır. Doğru istikamet tutturmak tavsiye değil, bir emirdir. İnsan girdiği istikamete göre ya ebedi cennetlik ya da ebedi cehennemlik olacaktır. Mesele gayet ciddidir, o yüzden insana bırakılmamış ve Allah, vahiyle insana doğru istikameti göstermiştir. Doğru istikameti tutturmak vahiy olmadan insan için mümkün olmadığı gibi istikamet üzere kalabilmek de insan için mümkün değildir. Çünkü daima doğru istikamette gidebilmek ve istikametten sapmamak ancak kutsal bir mesaja inanmakla mümkün olabilir. Kutsal olmayan insan görüşleri insanın istikamet üzere kalmasına yeterli olamaz. O halde doğru istikameti tutturabilmek ve doğru istikamette devam edebilmek ancak vahiyle mümkün olabilir. Konuya devam etmek temennisiyle…

1.       Leyl, 12

2.       Nahl, 9

3.       Şuara, 208-209

4.       Kaf, 15

5.       Leyl, 12

6.       Hud, 112