Hedef

Manevi Gelişimin Önündeki Engeller: Nefis

Paylaş:

Manevi gelişimi engelleyen etkenlerden en önemlisi olan nefis konusuna Muhterem Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin bu konuda yapmış olduğu dersinden hazırladığımız yazımızla başlıyoruz.

Davetimizi yaparken ve günlük yaşantımızda maneviyatımızı zayıflatacak olan etkenleri tespit edip onlardan uzaklaşmak için elimizden gelen gayreti göstermeli ve bunun için fiili ve kavli dualarımızı da eksik etmemeliyiz. Allah Azze ve Celle ve O’nun Rasulü zühdü ve takvayı emretmiştir çünkü zühd ve takva sahibi olduğunuz zaman nefsinizi ilah edinmemiş, kendinizi ve isteklerinizi aşmış olursunuz. Ve az yemeyi, az uyumayı tercih edecek noktaya geldiğinizde nefsinizi aşmış olursunuz. Nefsini aşan insanlar devlet başkanı da olsalar yine insanların lehine çalışırlar, vatanlarına ihanet etmezler.

Zühd ve takva sahibi insan, kendisine verilen işi yapamadığını veya kendisinin verilen işe layık olmadığını anladığı zaman o makamı terk edip gider.

Bir grup Hz. Ömer’e gelerek; “Ey Ömer! Ölmek üzeresin. Senden sonra fitne-fesat çıksın istemiyorsan kendinden sonraki halifeyi tayin etmeden ölme” dediler ve halife olabilecek bazı isimleri Hz. Ömer’e ilettiler. Bunun üzerine Halife Ömer: “Benden sonraki halifeyi tayin edemem. Çünkü halifelik çok zor bir görevdir. Bu zor meslekten ben yeni kurtuldum, işte ölmek üzereyim” dedi. Çünkü halifelik bütün insanların sorumluluğunu taşımak demekti ve gerçekten de çok zordu. Hz. Ali Radıyallahu Anh anlatıyor: “Bir gün Ömer’i, binekli olarak ve telaş içinde, hızlı hızlı giderken gördüm; “Ya Emire’l-Müminin nereye gidiyorsun?”diye sordum. “Devlete ait develerden biri kaçmış, onu aramaya gidiyorum” diye cevap verdi. O zaman ben: “İnan ki, senden sonra bu milleti idare edecek olanlara ağır bir yük bırakıyorsun! Herkes senin yaptığını yapamaz!” dedim. Bunun üzerine şöyle konuştu: “Hz. Muhammed Aleyhissalatü Vesselam’ı, hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, Fırat kenarında bir oğlak kaybolsa (yahut bir kurt bir koyunu kapsa) korkarım ki kıyamet gününde onun bile hesabı Ömer’den sorulur!” “Kenar-ı Dicle’de bir kurt kapsa koyunu, gelir de adl-i ilâhi Ömer’den sorar onu. Allah bana bunları soracak.”

Malik bin Dinar Hazretleri, bir gün Basra sokaklarında yürürken incir satan bir adamı gördü ve - insanlık hali- canı incir istedi. Yanında parası olmadığı için satıcıya ayakkabısını çıkarıp uzattı ve ‘Bana biraz incir verir misin?’ dedi. Satıcı da: ‘Olmaz, senin ayakkabının bir değeri yoktur’ dedi. Malik b. Dinar Hazretleri incir alamadığı için üzüntülü değildi ama incirin karşısında eğilmek zorunda kaldığı için mahcup olmuştu. Pişman vaziyette dönüp giderken, bir adam satıcıya geldi: ‘Sen biraz evvel senden ayakkabı karşılığında incir isteyen insanın kim olduğunu biliyor musun?’ dedi. Satıcı: ‘Hayır bilmiyorum’ dedi. Adam: ‘Ona Malik b. Dinar derler. Sen onu tanımıyor musun?’ dedi. Bunun üzerine satıcı hemen bir tabak incir koydu ve kölesine verdi. Kölesine: ‘Koş onun peşinden, eğer bu inciri ona kabul ettirebilir, hatamı affettirebilir ve bu incirden yemesini sağlayabilirsen seni hür bırakacağım’ dedi. Köle bu sevinç içerisinde onun peşinden koştu. Malik bin Dinar’a vardığı zaman ona dedi ki: ‘Ey İmam! Bu inciri sana az önce incir vermeyen sahibim gönderdi.’ Malik bin Dinar kabul etmedi. Köle ısrar etti yine kabul etmedi. Bunun üzerine köle: ‘Sahibim bana söz verdi. Senin gibi bir insanı üzdüğü için pişman oldu. Eğer sen bunu kabul edersen beni hür bırakacak’ dedi. Malik: ‘Evet, belki bunu kabul edersem sen hür olacaksın ama ben de incirin karşısında boyun büktüğüm için hiçbir zaman bunu unutmayacağım ve azap çekeceğim’ dedi. Köle yine ısrar edince Malik bin Dinar: ‘Ben Rabbimin huzuruna incirin karşısında boyun bükmüş olarak çıkmak istemiyorum. Vallahi ben inciri artık kıyamet gününde yiyeceğim’ dedi. Zühd ve takva sahibi insanlar bir anlık gaflet icabı eğilmiş olsalar dahi biraz sonra tekrar eski hallerine dönüyorlardı.

Hz. Ali Radıyallahu Anh’a bir adam geldi ve: ‘Ey imam! Benim bir kardeşim var. Kendisine bakmıyor, perişan vaziyette geziyor, doğru düzgün yemek yemiyor, çocuklarıyla ilgilenmiyor. Onunla konuşur musun?’ dedi. Hz. Ali adamın kardeşini çağırttı ve: ’Neden bu haldesin? Allah’ın sana verdiği nimetlerden neden istifade etmiyorsun? Yoksa sen, Allah’ın sana verdiği nimetlerden hesaba çekileceksin diye mi korkuyorsun?’ dedi. Adam: ‘Ey Mü’minlerin Emîri! Sen mi bana bunları söylüyorsun? Mü’minlerin Emîri böyle olduğu halde ben nasıl daha iyi olabilirim diye seni kendime örnek almıştım. Oysa sen benden daha perişan bir vaziyettesin’, dedi. Hz. Ali’nin cevabı daha enteresandı. Dedi ki: ‘Ben Mü’minlerin Emîr’i ve bütün Ümmet-i Muhammed’in halifesiyim. Ben bu ümmetin içinde fakirler var diye şöyle olun ve sabır gösterin diyen bir insanım. O yüzden benim de onlar gibi olmam gerekir. Ama sen normal bir insansın düzgün giyinebilirsin.’

Allah Rasulü’nün ve ashabının anlayışına bakın! Hz. Ali karşısındakine; ‘Ben halifeyim yani görevliyim sen ise normal bir insansın’ diyor ve refah bir hayat yaşamayı kendisine layık görmüyordu. Şimdikiler ise ben başbakanım, bakanım büyük imkânlar ve nimetler içerisinde olmam gerekir diyorlar.

Hz. Ömer Radıyallahu Anh: “Bir gün Allah Rasulü’nün yanına girdim, baktım bir hasırın üzerinde yatıyordu ve hasırın izi yüzüne çıkmıştı. Evin bir köşesinde sadece birkaç avuç arpa, birkaç tane selem ağacının yaprağı ve duvarda asılı bir post vardı. Allah Rasulü’nün evinde bundan başka bir şey yoktu. Bunu görünce ağlamaya başladım” dedi. Hz. Ömer çok iyi biliyordu Allah Rasulü, fakir olduğu için değil kul olarak yaşamayı tercih ettiği için böyle bir hayat yaşıyordu. Ama yine de Peygamberimizi o halde görmek zor gelmişti kendisine. Hz. Peygamber sordu: “Ey Hattab’ın oğlu neden ağlıyorsun, seni ağlatan sebep nedir?” Hz. Ömer dedi ki: “Ya Rasulallah! Nasıl ağlamayayım? Başka devlet başkanları lüks içinde yaşarken şu hayatına bak! Sen hem Allah’ın Rasulü hem de bir devlet başkanı olduğun halde güzel yemek yemiyorsun, hasırın üzerinde yatıyorsun. Kisralar ve Kayserler saraylarda, çok lüks bir hayat yaşarken sen böyle yaşıyorsun.” Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem:“Ya Ömer, istemez misin bu fani dünya onların, ebedi olan ahiret bizim olsun?” buyurdu.

Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem ashabını bu şekilde eğitiyordu. Bir hadiste Efendimiz: “Kalplerinizi çok yemek ve içmekle öldürmeyiniz. Muhakkak ki kalpler tarla gibidir. Ondaki su çok olursa ölür” buyurdu. Hz. Aişe Radıyallahu Anha’dan rivayet edilmiştir. Allah’ın Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi: “Cennetin kapısını çalmaya devam ediniz ki size açılsın. Hz. Aişe sordu: Ne ile çalalım? Efendimiz: Açlık ve susuzlukla, dedi.”*

 

Bizler de bu asrın davetçileri olarak her yönüyle Efendimizi ve ashabını örnek almalıyız. Onların nefisleri ile nasıl mücadele ettiğini, nefislerini nasıl eğittiğini öğrenmeli, manevi gelişimimizin önündeki engelleri bu şekilde aşmalıyız.

 

*Bu yazı Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin 1995 yılında yapmış olduğu “Nefislerin İlah Edinilmesi” konulu dersinden hazırlanmıştır.