Allah Azze ve Celle, insanoğlunu kendisine kulluk etsin diye yarattı. İnsanoğlu yeryüzünde ölçüyü aşmadan, adil bir şekilde yaşamalı ve bir medeniyet meydana getirmelidir. Bu medeniyeti meydana getiren iki temel sebep ise: Tevhid üzere yaşamak ve adaletle hükmetmektir.
İslam’ın kanunlarının uygulanmadığı birçok medeniyet, küfür üzere olsa dahi adil olduğu müddetçe uzun yıllar yaşama fırsatı bulmuştur. Ancak İslam’ın kanunları uygulandığı halde zulümle idare olunan nice irili ufaklı devletler yok olup gitmişlerdir. Aslında medeniyetin inşası böylesi toplumlarda Tevhid ile başladığı halde adaletle devam etmediği için asla gerçekleşmemiştir.
Tevhid, mü’minlere apayrı bir imtiyaz verir; ancak Tevhidin özü de medeniyetin özü de, insanın özü de adalettir. Çünkü Allah el-Adl’dır. Yani adaletin sadece sıfat olarak sahibi değil, bizzat kendisidir. Allah adalet demektir. Öyle olduğu halde O’nu birleyen bir mü’min veya bir toplum nasıl olur da adaletten yüz çevirebilir.
Adalet kelimesi lügatte, istikâmet, doğruluk ve denklik anlamlarına gelip, zulmün zıddıdır. Bu kelime, kişi için kullanıldığında heva ve arzularına göre davranmayan ve zulmetmeyen anlamına gelir. Hükümde adalet, hak ile hükmetmek; söz için kullanıldığında doğru sözlü olmak; şehadet hususunda ise doğru şahitlik yapmak anlamına gelir. İnsanlar için sıfat olarak kullanıldığında sözünden ve hükmünden razı olunan manasında kullanılır.1
Adalet kelimesinin lügat anlamı bile her şeyi apaçık anlatmaktadır. İstikamet, heva ve hevesten uzak olan, zulmetmeyen, hükmünden insanların emin ve razı olduğu kişi veya toplumlar. İşte İslam Medeniyeti yüzyıllar boyu insanlığa huzur vermişse adaletten; eğer yıkılıp gitmişse zulümdendir. Emevi ve Abbasilerin yıkılma sebepleri de tamamen zulümden ötürüdür. Kim söyler ki onlar Tevhidi bilmeyen bir topluluktur diye?
“Adalet hukukta, birliği beraberliği gözetmek, zulmü bırakmak her hakkı hak sahibine vermek demektir. Bağy ve zulmün zıddıdır. Çok adil kimseye “racül-i adl” denilir.”2
Buradaki anlamında da temel bir şey var aslında: Birliği beraberliği gözetmek ve zulmü bırakmak. Zulüm hakkı hak sahibinden zorla almak ise eğer, adalet ise hak sahibine tüm haklarını iade etmektir. Ülkemizin temel sorunlarından biri de bu aslında. Kişilere hak ettikleri şeyler sağlanmaz ise toplumda anarşi ve kargaşa bitmez. Mazlumların ahları arşı titretir ve toplumda birliktelik ne düşüncede ne de eylemde asla gerçekleşmez. Kürtlerkendi haklarından bahsetmek zorunda kalıyorsa; aleviler, sağcılar solcular herkes kendi haklarından bahsediyorsa o ülkede adalet yok demektir.
Birileri Allah’ın insana verdiği hakları gasp etmiş ve zulüm imparatorluğu üzerine oturmuş ise orada kavga bitmez. Medeniyet kelimesi, aslında insanı insan yapan değerlerin yaşandığı, yer ve toplum anlamındadır. İnsanı insan yapan temel şey, haklarına özgürce sahip olmasıdır. İnsanın haklarını Allah’tan başka kimse kısıtlayamaz. Kimse insan haklarına bilmeden sınırlar ve engellemeler koyamaz. Allah’ın insan hayatına müdahale hakkı ile bir insan veya insani yönetimin müdahalesi asla aynı olamaz. Haklar konusunda tüm insanlık eşittir. Benimle eşit haklara sahip olan bir beşer gelip benim haklarımı gasp edemez. Kendi haklarını benden üstün tutamaz.
Büyüklerimizin adalet anlayışları da çok farklıydı. İbnü’l Arabi adaleti üçe ayırır:
- Kul ile Rabbi arasında adalet: Allah'ın hakkını nefsinin isteklerine karşı tercih etmesidir ve yine Allah’ın rızasını nefsinin heva ve arzularına karşı öncelemesidir. Bu da onun yasaklarından kaçınması ve emirlerini yerine getirmesiyle gerçekleşir.
- Kişinin kendi nefsine karşı adalet: Nefsini helak edici şeylerden men etmesi, onu heva ve arzularına karşı koruması ve kanaatkâr olmasıdır.
- Kişi ile halk arasındaki adalet: Halka karşı samimi olması, büyük olsun küçük olsun her türlü hıyanetten uzak durmasıdır. Her hal ve kârda insaf sahibi olmasıdır. Bunun da asgari sınırı fiili ya da sözlü, insanlara eziyet vermeyi terk etmektir.”3
Aslında burada bahsedilen üç şey de insanı medeni yapan şeylerdir. Kişi yaratanını bilecek ki haddini bilecek. Kendi nefsinin isteklerine sınır koyacak ki diğer insanların haklarına tecavüz etmeyecek. Kendi nefsinin azgınlıklarına adilce sınır koyan insan elbette medeni bir toplumda yaşamanın gereği olan emanet ve merhametle davranmayı da ihmal etmeyecektir. Düşünsenize böylesi bir toplumda yaşamak insanı hem kâmil yapar hem de medeni. Bunları yapabilmek için en evvelinden Tevhid ile işe başlamalı ve Allah’ın haklarını bilip O’nun belirlediği sınırlara yaklaşmamalıdır.
Rabbimiz bir ayette şöyle buyurur: “And olsun Biz elçilerimizi açık kanıtlarla gönderdik ve onlarla beraber kitabı ve adalet ölçüsünü indirdik ki insanlar adaleti yerine getirsinler.”4
Bir elimizde kitap, diğer elimizde adalet ölçüsü var. Kitap, Allah’ın sosyal adaleti sağlamak üzere insanlığa ulaştırdığı anayasal düzenin adıdır. Her peygamberin en temel vazifesi önce Tevhidi topluma yerleştirmek sonra onların arasında adaletin nasıl sağlanacağını bizzat yaşayarak onlara göstermektir. Tabi temel soru şu: Peygamberler her ne kadar insan olsalar da heva heveslerine göre hüküm vermezlerdi ancak elinde Kur’an olduğu halde nice idareci zalimdi. Bunu nasıl anlamalıyız?
Ayette de bahsedildiği üzere Allah sadece Kur’an’ı indirmedi, yanında adalet ölçüsünü de indirdi. Bu ölçü kimi zaman içindeki vicdanın, merhametin sesidir; kimi zaman da toplumun Kur’an hükümlerine sarıldıklarında ortaya çıkan o adaletin medeniyet olarak yansımasıdır. Medeni toplumlar, kendi haklarından çok diğer insanların ve hatta canlı olan tüm hayvan ve bitkilerin dahi haklarını düşünürler. Sadece kendisi için yaşayanlar asla medeni olamazlar.
Son olarak adil olanlara bir müjde verelim: “Hükmü altındakilere, ailesine karşı ve maiyeti altında olanlara adil davrananlar, kıyamet gününde nurdan minberler üzerindedirler.”5
Demek ki kim adil olmalı? Devlet reisi, patron, işveren, anne, baba ve herhangi bir yerde emir sahibi olanlar. Bir de insan kendi nefsine karşı da adil olmalı ki nefis, ne şımarsın ne de mahrum kalsın.
İslam Medeniyetinin Tevhid ile temeli atılır, güzel ahlak ve ibadet ile inşa edilir, adalet ile ayakta durur ve cihat ile ötelere uzanıp tüm dünyaya hâkim olur.
Allah’a emanet olun, adaletten medeniyet inşa edin.
- İbn Manzur, 1994, XI, syf: 430 -431
- Çantay, 1984, II, syf: 499
- İbnü’l-Arabi, ts, III, 1172
- Hadid, 25
- Müslim, İmâre, 18