İslam tarihi, Tevhid mücadelesinin ön saflarında tüm varlığıyla çarpışan binlerce mücahide tanıklık etmiştir. Bu mücahitler Müslümanlara birçok şey öğretmiştir; cihad, şehadet, fetih… Fakat onlar ve onların öğrettikleri kadar bu değerleri kazanmalarına vesile olan hocaları, mücahitler yetiştiren alimler de kıymetlidir.
AKŞEMSEDDİN HAZRETLERİ
İstanbul’un manevi fatihi olarak bilinen Akşemseddin, 1390 yılında Şam’da doğmuştur. Gençlik çağında zamanının nakli ve akli ilimlerini tahsil ettikten sonra Hacı Bayram Veli’nin müridi olmuş, yıllarca Osmancık Medresesinde müderrislik yapmıştır. Akşemseddin’in Fatih Sultan Muhammed ile tanışması da Hacı Bayram Veli vasıtasıyla olmuştur. Hacı Bayram’ın Akşemseddin’i de yanında götürdüğü II. Murat’ı ziyareti esnasında söylediği “Konstantiniyye fethine bizim köse ile beşikteki oğlunuz muvaffak olacaktır” sözü Akşemseddin’in fethe olan inancı ve motivasyonunu daima diri tutmuştur.
Efendimizin: “İstanbul elbette fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan ve onu fetheden asker ne güzel askerdir”1 hadisine mazhar olmanın hayaliyle kendini yetiştiren Fatih’e, paşaların bile umutsuzluğa düştüğü sıkıntılı günlerde hocası Akşemseddin daha sert ve tedbirli davranması gerektiğine dair mektuplar yazarak kuşatmaya devam etmesi konusunda onu desteklemiştir. Fetih gerçekleştikten sonra ordu İstanbul’a girerken Fatih Sultan Muhammed çok genç olduğu için herkes Akşemseddin’i padişah sanmıştır. Ona demet demet çiçek vermişlerdir. Akşemseddin genç padişahı göstererek: “Sultan Muhammed ben değilim, odur” demiştir. Sultan da: “Gidiniz, yine ona gidiniz. Sultan benim, ama o benim hocamdır. Şehrin manevi fatihidir” demiştir.
Fatih Sultan Muhammed Han zamanına kadar olan Osmanlı tarihi, ‘Kuruluş Dönemi’ olarak isimlendirilirken fetih ile birlikte Osmanlı Devleti, büyük bir devlet olma yoluna girmiş ve yükselişi 17. yüzyıla kadar devam etmiştir. Akşemseddin’in bu fetihteki büyük yararlılığını, fetih sonrasında Sultan Muhammed şu sözleriyle ifade etmiştir: “Bu ferah ki bende görürsünüz, yalnız bu kalenin fethinden değildir. Akşemseddin gibi bir azizin, benim zamanımda olduğuna sevinirim.”2 Bir yazarın belirttiği gibi: “Genç hükümdarın büyük talihi, Akşemseddin gibi bir rehber bulmuş olmasıdır.”3
ŞEYH AHMED YASİN
Ahmed Yasin kendisi gibi birçok mücahit ve dava adamı yetiştirmiştir. Çocukken geçirdiği bir kaza sonucu boynundan aşağısı felç kalmasına rağmen Filistin davasının önde gelen isimlerinden birisi olmuş ve mücadele için hiçbir mazeretin geçerli olmadığını hayatıyla göstermiştir.
Hamas, silahlı direnişin yanı sıra öncelikli olarak sosyal ve dini alanlarda halkı bilinçlendirme yöntemiyle bağımsız bir İslami Filistin Devleti kurmayı amaçlayan bir kuruluştur. Bu çerçevede Şeyh Ahmed Yasin ve Abdülaziz Rantisi’nin de içerisinde yer aldığı grubun Gazze İslam Merkezini açması, hareketin toplumsal tabana yayılmasında önemli bir başlangıçtır. Merkez bünyesinde yoğun bir dini eğitimin yanı sıra Filistinli mülteciler için yeni hastaneler, anaokulları, ilköğretim okulları ve yardım kuruluşları bulunmaktaydı. Merkez, aynı yıl Gazze İslam Üniversitesinin kurulmasına öncülük edecek olan eğitim faaliyetlerini yoğunlaştırdı.4
Hamas’ın vurucu gücünü temsil eden ve Gazze’deki en donanımlı grup olan askeri kanat; 1991 yılında, Filistin’de İngilizlerin işgaline karşı ilk silahlı mücadeleyi veren ve 1935’te İngiliz askerleri tarafından şehit edilen İzzettin el-Kassam’a atıf yapılarak “İzzettin el-Kassam Tugayları” adıyla Şeyh Ahmet Yasin’in öncülüğünde oluşturulmuştur. 1992 yılında askeri kanatta tam bir uzmanlaşmaya gidilmiştir. Faaliyetlere geçilerek İsrail’in silahlı saldırılarına karşı aynı sertlikte karşılık verilmiştir. Askeri birliğin hedefi, hareketin hedefiyle paralel olmakla birlikte hedefleri; Filistin’i özgürleştirmek ve topraklarından sürülen Filistinlilerin geri dönüşünü sağlamak aynı zamanda İsrail’in tutukladığı mahkumların bırakılmasını sağlamaktır.
ŞEYH ARSLAN
Şeyh Arslan, gençlik yıllarından itibaren Kudüs’ün Haçlılar tarafından işgalinin meydana getirdiği gergin ve mahzun bir atmosferde yetişti. Şeyh Arslan’ın yaşadığı asırdaki şartlar onun elinde sadece tespih olmasına izin vermemiş, tabir yerinde ise o bir elinde tespih, bir elinde de kılıç taşımak zorunda kalmıştır. İzzet Husriyye’nin bildirdiğine göre bugün de hala bazı gösterilerde halkın, “Şeyh Ruslan, Şeyh Ruslan ya Hamf el-berri ve’ş-Şam” yani: “Ey Ruslan Ey Ruslan, Şam’ın ve etrafının koruyucusu (sensin)” şeklinde slogan atması, onun hâlâ insanların zihninde mücahit kimliği ile hatırlandığını göstermesi açısından önemlidir.5
“İçinde bulunduğum şartlarda ne yapabilirim?” sorusu, Şeyh Arslan’ı Şam surlarının doğusunda bir zaviye tesis etmeye ve orada talebe yetiştirmeye sevk etti. Vefatından tam 22 yıl sonra, “Şarkın en sevgili sultanı” Selahaddin Eyyubi, 4 Temmuz 1187’de Hıttîn’de Haçlı sürülerini ezerken, yanı başındaki komutanların, danışmanların ve has adamlarının birçoğu, Şeyh Arslan’ın terbiyesinden ve manevi eğitiminden geçen isimlerden oluşuyordu.6 Böylece Şeyh Arslan, hayattayken temellerini attığı zaviye vesilesiyle ölümünden sonra bile izzetli mücahitlerin yetişmesinde pay sahibi olmuştur.
1. İmam Ahmed Bin Hanbel, Müsned, c.4, s.335
2. Enîsî, Menakıb, s.62
3. Samiha Ayverdi, Abide Şahsiyetler
4. Hamas: Filistin İslami Direnişinde Politik İslam, Ortadoğu Etütleri, Veysel Ayhan
5. Şamlı Bir Sufi: Şeyh Arslan Dımaşki ve Tevhid RisaIesi, Süleyman Derin
6. Dil ve İşgal, Taha Kılınç