Tarih

Müslüman’ın Tarihe Bakış Açısı

Paylaş:

Norman: “Tarih, muazzam bir erken uyarma sistemidir” derken yanılmıyordu ve yine Ömer Hayyam: “Tarih, kâinatın vicdanıdır” derken önemli bir doğal birikime değiniyordu. Siz kıymetli okurlarımız için düşündüğümüz yeni serimizde gerek dünyada toplumlar üzerinde etkisi büyük olan olayları, şahısları ve gerekse Müslümanların tarihinde önemli yeri olan birtakım meseleleri ele alacağız. Bugünden geçmişe doğru bir pencere aralayarak, geçmişimizden kimi zaman ders alarak ve kimi zaman şanlı tarihimizin esintilerinden özümüzü tanıyarak bugünümüze ve geleceğimize yönelik aktarılması gereken tecrübenin anlaşılması için bir köprü olmayı temenni ediyoruz. Ocak ayıyla birlikte yeni bir çalışmanın ve serinin başlangıcını yaparak öncelikle Tarihi ve Tarihe bakış açımızı ele alarak giriş yapmak istiyoruz.

TARİH NEDİR?

Bir medeniyetin düşünce yapısı onun hangi değer dizilerinden hareketle nasıl bir toplumsal yaşama zemin hazırladığının anlaşılmasına yardımcı olur. Bu düşünce yapısı içerisinde Tarih ilminin payı büyüktür. Bir medeniyetin tarihi onun temsil ettiği değerleri ve bu değerleri gösteren düşünce ürünlerini yansıtmalıdır. İslam düşünce yapısını anlayabilmek için de bir Müslümanın dininin tarihe bakış açısını bilmesi elzemdir. Büyük sosyolog ve Tarihçi İbn-i Haldun tarihin tanımını şöyle yapar: “Biliniz ki Tarih, aziz bir yolu olan, sayısız faydalar içeren, onurlu gayesi olan bir ilimdir. O bize, gelip geçen kavimlerin hal ve ahlaklarını, peygamberlerin siretlerini, hükümdarları ve idare ettikleri devletlerin durumunu ve takip etmiş oldukları siyaseti öğretir ki, bunlardan iyi olanını kendimize örnek alalım; dinimiz ve dünyamız için kullanalım.”

                Tarihin Konusu

Tarihin konusu yalnızca geçmişte olan olayların bir araya getirilişi değildir. Tarihin konusu insan ve zamandır. Ve gayesi Allah’ın istemiş olduğu insanı o doğrultu da yetiştirebilmektir. Konusu insan ve zaman olan tarihin başlangıcı da ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Adem’in yaratılışıyla başlar. Allah’ın Adem’e emaneti arz etmesi ve onun kabulüyle insanoğlu mesuliyeti yüklenmiş oldu. Böylece de İslam tarihi, Hz. Adem’in mesuliyeti yüklenmesiyle başladı. Hz. Âdem ile başlayan insanlık tarihi çeşitli aşamalardan geçerek bugüne kadar gelmiş, kıyamete kadar da devam edecektir. Bu geniş süreç içerisinde insanlık daima iki kutup arasında mücadele edegelmiştir: Hak ve batıl. Diğer bir söyleyişle Allah’ın istediği nizamı savunanlar ve bu nizamı istemeyen zalimler arasında olmuştur. Bütün insanlığın yapmış olduğu hayır ve şer bir defterde toplanmaktadır ki bu hem insanlığın hem de İslam’ın tarihini oluşturmaktadır. Bu açıdan denebilir ki Tarih, insanoğlunun kıyamette Allah-u Teala’ya sunacağı muhasebe defteridir.

İslam’ın Tarihe Bakışı

İslamiyet, Tarih ilmine beşeriyetin üzerine yapması muhtemel olumlu olumsuz etkilerinden dolayı çok kıymet vermiştir. İslam’ın en büyük kaynağı ve dayanağı olan Kur’an-ı Kerim’de görürüz ki ayetlerin çoğunluğunu tarihi hadiseler oluşturur. Allah-u Teala adeta insanoğluna bak, gör ve ibret al; sizden önceki kavimlerin hatalarını tekrar etmeyin, zulmetmeyin ve zulme uğramayın demek istemiştir. Bu yüzdendir ki tarih ilmi diğer beşerî ilimlerden daha öncelikli olmaktadır. Çünkü insanoğlunun elinden tarihleri soyutlanacak olursa varoluş sebeplerini yitirmiş olurlar. Bir insan Fizik, Kimya, Astronomi ilmini bilmemekle birkaç şey kaybedebilir lakin aynı insan tarihini bilmemekle çok şeyini kaybeder. Adeta yaşama sebebini bilemez, bir hayvan gibi yer, içer ve ölür. Ve neden öldüğünü de bil(e)mez. Çünkü insanı insan yapan şahsiyet onda oluşmamıştır. Şahsiyeti oluşmamış bir insana da ne kadar ilim yüklerseniz yükleyin insanlık hasletinden mahrumdur.

Tarihe Müslümanca Bakabilmek

Yazımızın amacı Tarih ilmine yenilikler getirmek değil ancak bir Müslüman olarak bu ilme İslam nazarıyla bakmayı ve yorumlamayı öğrenebilmektir. Tarihe Müslümanca bakabilmek başlığının asıl amacı okumuş/dinlemiş olduğumuz tarihçilerin klasik tarih anlayışına kesin bağlılıkları ve taassup anlayışlarıdır. Yani geçmişteki hadiseleri kronolojik şekilde anlatma ve eski kitaplardan alıntılar yapmakla övünülen bir tarih anlayışı. Hadise bununla da sınırlı değil elbette: 19. Yüzyıldan itibaren bilhassa İslam dünyasında baş gösteren tarih sömürgeciliği mevcuttur. Ülkelerin sömürülmesiyle birlikte tarihlerinin de sömürülmesi, Müslümanların kendilerine ve değerlerine yabancılaştırılması, İslam tarihinden ziyade başka ülkelerin uydurulmuş tarihlerinin zihinlerde yer edindirilmesi bununla da kalmayıp yeryüzünün en büyük inkılapçısı olan Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in  risalet ve Tevhid mücadelesi yerine Batının özgürlük ve eşitlikçi söylemleriyle ün yapmış devrimlerinin akıllara nakşedilişi; fikir ve icatlarıyla bulunduğu asrı aşmış İslam alimleri yerine taklitçilikle İslam alimlerinin bulduklarını kendilerine mal etmiş isimlerin ezberlettirilmesi… Bütün bunlar yaşanan lakin farkında ol(a)madığımız tarih sömürgeciliğinin bir numunesi. Bunları eleştirirken Batıya sırtımızı dönelimi kastetmiyoruz; söylemeye çalıştığımız önce kendimizi, özümüzü öğrenme sonra başkalarını öğrenme prensibidir. Zira kendisinden haberi olmayan başkalarına fayda sağlayamaz.

Batının yegâne örnek kabul edilmesi, İslam dünyası açısından Müslümanın örnek olamayacağı anlayışını doğurdu. Model olabilmenin şartı Batı gibi olmak olarak gösterildi. Buna rağmen batılı olamadık. Ne doğulu kalabildik ne de batılı olabildik; arafta kalakaldık. İki yüz yıldır bu bocalamanın ağır diyetini ödüyoruz.

Batı nazarında bizler doğulu ve barbarız. Tarihlerinde bizleri böyle anlatıyorlar. Doğuluların batılıları anlamaması gibi batılılar da doğuyu tanımıyorlar. Bu yüzden de ne batılı olabildik ne de biz olarak kalabildik. Nereye ait olduğumuzu bilememe sorunsalı da tarih sömürgeciliğinin bir neticesi olmuş oluyor. Kendi özümüzü, tarihimizi ve değerlerimizi dahi batıdan öğrenmeye, öğretmeye çalıştık. Vaziyet böyle olunca da kendi benliğimizi ancak onların öğrettiği kadar öğrenebildik. Batı kime iyi dediyse onu iyi; kimi kötülediyse onu da kötü bildik. Yeri geldi ilk defa Ermenilerin Sultan Abdulhamid’e kullandığı Kızıl Sultan lakabını okumaya ve okutmaya başladık. 1979’da Batı, Afganistan mücahidlerine terörist dedi, Müslüman hocalar da Batı’dan duyduklarını TV’lerde yüksek sesle söyledi. 8 sene süren Irak-İran savaşında Batı Saddam’ı destekleyip alkışlarken Müslümanlar da onlar gibi davrandı. Ardından Kuveyt’e saldıran Saddam Amerika tarafından zalim ilan edildi. Halepçe’de binlerce insanı öldüren Saddam onu yaptığında zalim olmazken Kuveyt’e (Amerika’nın çıkarlarına) saldırınca zalim oluverdi. Bunlar asla konuşulmadı, yazılmadı çünkü tarihi yazanların rotasını Batı belirliyordu. Batı kendi öz benliğimiz olan İslam’ı yok etmek için elinden geleni yaparken Müslümanlar hâlâ cellatlarına hayranlık besliyor onlar gibi olmanın yollarını arıyorlar. Batı yapması gerekeni yapıyor lakin Müslümanlar üç maymunu oynuyorlar. Bizi aralarına almak istemediklerini anlamıyor, anlamak istemiyorlar.1

 Mustazafların ezilmişliklerden kurtulabilmeleri için tarihe ve tarih kültürüne şuur ve şahsiyet sahibi olarak, başkalarının güdümünden ve kumandasından kurtulmuş, arınmış bir şekilde -riskli de olsa- cesur ve atılgan bir perspektifte bakması lazımdır. Tarihinden bihaber insanlar başka devletlerin piyonu ve sömürüsü olmaya mecburdur. Çünkü gözleri hakikatleri görecek durumda değil kendilerine öğretilenden başkasını düşünemeyecek kadar başkalarına bağımlıdırlar. Dolayısıyla insan tarihini bilmekle hürriyeti tanır, bağımsızlığa âşık olup onun için kavga verir.

                Tarih, Kur’an ile kaim, ondan ayrılmayan ve insanı kâmil olmaya götüren ilimdir. İnsanı hidayete götüren biricik kaynak olan Kur’an, yaşanabilir bir dünya için devlet başkanlarının tarihi yani Kur’an’ın emirlerini iyi bilmeleri lazımdır ki devletlerini Allah’ın rızası doğrultusunda idare edebilsinler; bakanlar, tarihi yani Kur’an’ı iyi bilmelidirler ki devlet başkanına yanlış yönlendirme yapmasınlar; halk, tarihi yani Kur’an’ı iyi bilmelidir ki Allah’tan gayrısına kul olmasınlar! Eğer yeryüzündeki çoğunluğa itaat edersen, onlar seni Allah yolundan saptırırlar.”2 Yegâne doğru yol Kur’an’ın, sünnetin ve gerçek tarihin gösterdiği yoldur.

Konuya kaldığımız yerden devam etmek temennisiyle…

  1. Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin bu konularda açıklamaları mevcuttur.
  2. Enam, 116