Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun. Salat ve selam Hz. Muhammed Mustafa’ya olsun. Allah’ın rahmet ve bereketi de hidayet üzere olanlara olsun.
Toplumları ayakta tutan bazı dinamikler vardır. Hem maddi hem de manevi boyutları olan bu dinamiklerin yok olması durumunda toplum, tıpkı psikolojik olarak dibe vurmuş bir kimse gibi içten içe zayıflar. Bu süreç inanç, ahlak, kültür ve toplumsal hedef gibi manevi dinamiklerin yeniden canlandırılması suretiyle tersine çevrilmeyecek olursa toplumlar için önce çözülme ve sonrasında çöküş kaçınılmazdır. Bu sebepledir ki bir toplumu yok etmek isteyenler önce o toplumu ayakta tutan dinamikleri hedef alırlar.
Sekülerizm lügatte; dünyevilik, cismanilik ve laiklik olarak geçmektedir. Pratikte ise hayatın, manevi değerlerden ve vahyin öğretilerinden sıyrılıp sadece dünyevi açıdan ele alınması demektir. Türk Dil Kurumu da sekülerizm için ‘dünyacılık’ sözcüğünü uygun görmüştür. Yani dini ilke ve hassasiyetleri birey ya da toplum hayatının sosyal, hukuki, ekonomik ve siyasi tüm alanlarından uzaklaştırıp bu alanları dünyevi/seküler kriterler üzerinden sürdürmeyi amaçlayan bir anlayış kas-tedilmektedir.
Sekülerizm felsefesi, aydınlanma döneminde batılı bilim insanlarının dinden kopuşunu temsil etmektedir. Çünkü tahrifata uğrayarak vahiy olma özelliğini kaybetmiş olan Hristiyanlık1, beşeriyete sunabileceği hiçbir mesajı ve kazandırabileceği hiçbir değeri kalmadığı gibi çağın gelişimine de ayak uyduramadığından toplumsal çürümeye sebep olmaktaydı. Bu sebeple aydınlanmacı bilim insanlarının kilisenin bağnaz ve despot tavırlarından kurtulma çabası sekülerizm felsefesiyle vücut buldu. Dolayısıyla batılılar için sekülerizm bir tercih olmaktan öte belki de bir mecburiyet idi.
Müslümanlar için böyle bir tercih ya da mecburiyetten bahsetmek mümkün değildir. Zira İslam hiçbir surette bozulmamış2 ve bu sebeple de vahiy olma özelliğini asla yitirmemiştir. Bu bağlamda İslam; mesajı, inanç esasları, beşeriyete sunduğu hayat formu ve ahlaki, ekonomik ve siyasi ilkeleriyle çağlar üstü olma kudretini her zaman muhafaza etmektedir. Dolayısıyla batılıların girdiği arayış, Müslümanlar için son derece yersiz ve sonuç itibariyle büyük bir yıkıma sebep olacak türdendir. Çünkü İslam; ilkeleriyle, insanoğlunu dünya ve ahiret saadetine ulaştıracağı gibi onu çağın gerisinde asla bırakmayacak bilakis hep ötesine taşıyacak tek dindir.
İslami toplum yapısının vahiy ile bağını koparmak ve dolayısıyla onu içten içe çürütmek isteyen İslam düşmanları, dünyevileşme kozunu kullanarak Müslümanları seküler bir hayata zorladılar. Bunu ekranlarda konuşanların veya yazılı basında yazanların eliyle, TV dizilerinde seküler hayatların özendirilmesiyle ve topluma model olarak sunulan insanların hayat tarzlarıyla gerçekleştirmeyi planladılar. Bu kirli proje için el-bette okullardaki eğitim müfredatına da el atmaları gerekirdi, öyle de yaptılar. Bugün okullarda yetişen yeni neslin hayat algısında din adeta saf dışı edilmiş ve ömür sadece dünyadan ibaret sayılan bir olgu haline gelmiştir. Ne yazık ki hayata din eksenli bakması gereken ilahiyat fakültesi ve imam hatip öğrencilerinin de durumu ciddi oranda böyledir. Şayet öyle olmasaydı deizm yani yaratıcının varlığını kabul edip O’nun hayata müdahale ettiğini kabul etmeyen anlayış, imam hatipler ve ilahiyat fakülteleri öğrencileri arasında dahi bu denli yaygınlaşmazdı. Seküler dünya görüşüne sahip bir toplumun inanç olarak geleceği nokta elbette deizm olacaktır. Ataları, İslam için canı ve malından geçmekten bir an bile geri durmamış bir milletin torunlarının bugün seküler ve deist bir anlayışın kıskacında can çekişiyor olması çok acı bir vakıadır.
Seküler bir anlayışın tesiri ile kendi inanç, ahlak ve kültürlerinden mahrum olarak yetişen nesiller modern dünyayı tanısalar da insan olarak kendilerini doğru tanıyamayacak, hayatı asla doğru okuyamayacak ve birey olarak bu hayattaki vazifelerini gerçek manada hiçbir zaman öğrenemeyecektir.
Sekülerizm akımı karşısında Müslümanların bu denli zayıf düşmesinin en mühim sebebi, özellikle Müslüman alimlerin ve aydınların kendi dinlerini inanç, ahlak, dünya görüşü ve hedeflenen medeniyet hususunda çağa doğru sunamamalarıdır. Dinlerini çağa sunma çabası içinde olanların da modern çağın insanını iyi tetkik etmeden geleneksel söylem üzerinden atom çağının insanlarını etkileyeceklerini zannetmeleri ve bununla birlikte yaşantılarıyla da toplumlarına doğru bir model olamamalarıdır.
İslam, yönünü sadece manevi ilimlere değil ilmin, insanlık için faydalı olabilecek her türlüsüne dönmüştür. Bunun yanı sıra İslam, bir toplum için anlamayı, öğrenmeyi, gelişmeyi ve büyümeyi engelleyecek tüm akımlar karşısında çok sert bir tavır ortaya koyar. Çünkü bilinmeli ki akıl, eleştirel düşünce, bilim ve teknolojinin terk edilmesi bir toplumun ancak gerilemesine, cahilleşmesine ve çağının dışında kalmasına sebep olur. İslam’ın öngördüğü toplum iman, ibadet ve fazilet toplumu olmanın yanında aynı zamanda aklı ve bilimi önemseyen, maddeyi beşerin hizmetine sunmak için işleyen; bir yandan iman ve ahlakıyla diğer yandan da gelişmişliğiyle çağına ışık tutan bir toplum modelidir. Ayrıca vahiy, insanda gerçek bir imanının oluşmasının önemli bir yolu olarak maddeyi okumak ve ilimde derinleşmek olduğunu3 açıkça ifade etmektedir.
Son olarak şunu söyleyebiliriz: İslam davetçilerinin, vahyi hayatın dışına iterek insanı dünyevileştirmeyi arzulayan seküler ve laik akımlarla mücadele edebilmesi ve insanlığı bu akımların zararlarından koruyabilmesi ancak ilmi ve entelektüel açıdan donanımlı olmasıyla mümkündür. Bu sayede dünya ve ahiret saadetinin yolunu layıkıyla gösterebilecek, çağı ve çağın insanını doğru tanıyacak ve insanlığın irili ufaklı tüm problemlerine vahyin penceresinden doğru ve etkili çözümler sunabilecektir.
1. Al-i İmran, 78
2. Hicr, 9
3. Fatır, 28