“Çocuğun ruhi ihtiyaçlarını karşılamak için tercih edilen yol, aynen bedensel ihtiyaçlarını gidermek için takip edilen yol gibi olmalıdır”
Dünyanın her neresinde olursa olsun hayata gözlerini açan çocukların fıtratlarındaki ortak özellik; Allah’ın varlığını kabul etmeye ve O’na bağlanmaya yönelik yaratılmış olmalarıdır. Sevgili Peygamberimiz bir hadis-i şerifinde, “Her doğan mutlak (Allah’ın kendine verdiği temiz) fıtrat üzere doğar, sonunda anne ve babası onu Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi yapar.” diye buyurmuştur. Burada bahsi geçen fıtrat, Allah’ın fıtratı yani İslam fıtratıdır. Yaratılışta inanmaya meyyal, saf ve lekesiz olarak dünyaya gelen insana Kur’an-ı Kerim’de; “O hâlde (Ey Rasulüm) sen yüzünü hanif olarak dine, Allah’ın fıtratına çevir ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur…” diye emredilmiştir.
İnsanın İslam fıtratı üzerine yetiştirilmesi, aileye Allah’ın en güzel emaneti ve misafiri olarak geldiği andan itibaren başlar. Çok iyi gözlemci olan çocuklar, doğumdan itibaren etraflarıyla ilgilenir ve yaşadıkları olayların etkisi altında kalırlar. Çünkü henüz konuşmaya başlamadıkları bu dönemde duyguları ön plandadır. Şefkat ve merhamet gösterildiği zaman huzurlu olur, stresli ve tartışmalı ortamlarda ise tedirginlik yaşarlar. Çocuğun ruhi ihtiyaçlarını karşılamak için tercih edilen yol, aynen bedensel ihtiyaçlarını gidermek için takip edilen yol gibi olmalıdır. Ebeveynler, yeni doğan bir çocuğu, önce hazmı kolay anne sütüyle, sonra mama, çorba ve daha sonra büyüdükçe yetişkinlerin yediği yemeklerle beslendikleri gibi, din eğitimi verirken de çocuğun yaş dönemlerini, yaşının özelliklerini göz önünde bulundurarak gerektiği kadar ve ihtiyacını karşılayacak nitelikte olmasına dikkat etmelidir. Henüz anne sütü ile beslenen bir çocuğa, besleyici ve çok yararlı olduğu düşünülen bir gıda verilecek olursa yutma, hazımsızlık, kusma vb. sorunlar yaşayabilir. Mesela; bal insan için çok faydalı bir besindir ancak bir yaşından önce çocuklara verilmemesi önerilir, hatta ölümcül olabileceği tespit edilmiştir. Bunun gibi yaşından önce ve fazla dozda verilecek din eğitiminde de yaşanılacak sorunların çıkış sebebi aynıdır. Çocuğa verilecek din eğitiminin temellerinde sevgi harcı olmalıdır. Allah’ın gazabını kuşatan ve ondan daha fazla olan rahmetine, merhametine, kâinattaki kudretine, Rezzak ve Vehhab olduğuna sık sık vurgu yapılmalıdır. Çocuğun Allah’ı sevmesi sağlanmalıdır.
Bir kutsi hadis-i şerifte Allah Teâlâ; “Ben gizli bir hazine idim, istedim ki bilineyim, kâinatı yarattım.” diye buyurmuştur. Kur’an-ı Kerim’de Allah Teâlâ birçok ayetinde kullarını sürekli tefekküre davet ederek kâinatın ve insanın yaratılışını, Allah Teâlâ’nın eşyadaki tecellilerini, ölümü düşünmelerini, onlardaki hikmetleri anlamaya çalışmalarını ve böylece kullarının ona olan sevgisinin artmasını, kudretinin bilinmesini istemektedir. Çünkü tanıdıkça ve yakınlaştıkça kazanılan sevgi daha kıymetlidir.
Çocukların kalplerinde Yaratana karşı yavaş yavaş kesbî bir sevginin oluşturulması çok önemlidir. Bu sebeple etrafını tanımaya, konuşmaya ve konuşulanları anlamaya başladığında çocuklara kâinata bakmayı, gözlemlemeyi, el açıp bu güzellikler için Allah’a şükretmeyi öğretmeli ve böylece çocuktaki Allah sevgisinin her gün biraz daha artmasına yardımcı olunmalıdır. Eğitim bilimlerinde, çoklu zekâ kuramında, manevi zekâ da artık zekâ türleri arasında kabul edilmektedir. Ebeveynlerin bu yöndeki yönlendirmeleri, çocuklardaki manevi zekânın gelişimi için de katkı sağlayacaktır.
Din eğitiminde özellikle 3-7 yaş aralığındaki çocuklara zorlayarak, korkutarak ve baskıyla dinî bilgi öğretmeye veya sureleri ezberletmeye çalışmak doğru değildir. Buna mukabil, çocuğun varlıklardaki renk, güzellik, farklılık ve uyumu görerek Allah’ı tanıması ve O’nu sevmesi sağlanmalıdır. Çocuğa bu süreçten başlayarak, Allah’ın nasıl sevileceği öğretilmelidir, O’ndan nasıl korkulacağı değil. Çünkü küçükken Allah ile korkutulan veya Allah’tan korkan bir çocuktan büyüdüğünde, Allah’tan bahsederken sevgi sözcükleri kullanmasını, dua ile O’na sığınmasını, kısacası O’nu sevmesini beklemek zordur. İleri yaşlarda din ile alakalı görülen birtakım olumsuz düşünce ve davranışların temelinde, erken yaşlarda sağlam bir din eğitiminin verilememesinin yattığı unutulmamalıdır.
Çocukların din eğitiminde Peygamber Efendimiz’in ve ashabının nefret ve zorluktan uzak, müjdeleyen ve kolaylaştıran metotları esas alınmalıdır. Çünkü özellikle 3–7 yaş aralığı çocuğun şuuraltı beslenme dönemidir. Dolayısıyla din ve dinle ilintili konularda çocuğun şuuraltı beslenmesinin müspet yönde olması için korkutucu ve olumsuz bilgilerin/görüntülerin şuuraltında yer etmesine izin verilmemelidir.
Çocuğun davranışlarıyla ilgili öğrenimlerinin %70’i bu yaş aralığında gerçekleşmektedir. 7 yaşından sonra çocuk, ailesinde ve çevresinde tanık olduğu dinî ve ahlaki bilgileri kendisi de uygulamak isteyebilir. Zira 7–11 yaş arası, çocukların gördükleri ve öğrendikleri işleri yapabildikleri veya yapmaya meyilli oldukları bir çağdır. Peygamber Efendimiz çocukların ailelerinden gördükleri ibadetleri 7 yaşına geldiklerinde uygulamalı olarak öğrenmelerini istemiştir. Peygamber Efendimiz din eğitiminin başlama yaşı konusunda, uygulamaları ile bize her zaman örnek olmaktadır. Allah Rasulü erken yaşlarda çocukların din eğitimine başlamış, “Çocuklarınıza ilk öğreteceğiniz kelime, ‘La ilahe illallah’ olsun” buyurarak, çocuklara konuşmaya başladıklarında Allah’a imanı ve kelime-i tevhidi öğretmiştir
Din eğitimine başlama yaşı konusunda farklı görüşler bulunmasına rağmen genel kanaate göre uygun metotlarla her yaşta çocuğa din eğitimi verilebilir. Sadece çocuğun anlamada zorluk yaşayabileceği soyut konular konusunda acele edilmemeli, tam olarak 10–12 yaşlarında anlatılmalıdır. Ancak Peygamber Efendimiz’in “İnsanlarla akılları nispetinde konuşun.” sözünden hareketle bu konulara erken yaşlarda da çocuğun seviyesine göre değinilebilir. Özellikle bu tür tedirginlik ve korkular sebebiyle çocuğa hiç din eğitimi verilmemesini veya geciktirilmesini tercih etmek; onun ruh ve zihin âleminde cevabını veremediği soruların oluşmasına sebep olabilir.
Okul öncesi dönemde çocuğun din eğitiminden sorumlu olan ebeveynler, bu sorumluluklarını hakkıyla yerine getirmek için de yeterliliklerini artırmaya çalışmalı, gerektiği zaman yetkin kişilerden destek ve öneriler almalıdır. Çocuğu okuma-yazma yaşına gelen anne ve baba, Kur’an öğretimi için gerekli olanakların oluşmasını sağlamalıdır. Allah Rasulü (s.a.s.) çocuklara konuşmaya başladıkları çağlarda iman esaslarının, daha sonra ise Kur’an’ın öğretilmesini istemiştir. Kendi uygulamalarında bunları bizzat görmek mümkündür.
Günümüze baktığımızda son yıllarda tüm dünyayı etkisi altına alan ahlaki çöküntü, suç oranlarındaki artış ve başıboş yetişen çocukların geleceğimizi tehdit eden en önemli toplumsal problemler olduğunu görüyoruz. Bu problemlerin çözümü için sadece pansuman etkisi yapabilen öneri ve uygulamalar yerine daha temel ve daha tesirli tedavilere yönelmek gerektiğini düşünüyorum.
Örneğin; ülkemizde en çok suç işleyenler 15-24 yaş grubu içerisinde bulunmaktadır. İçişleri Bakanlığı ve Devlet İstatistik Kurumunun yaptığı araştırmalara göre ortalama suç oranları arasında çocukluk ve gençlik yaş dilimi içinde suç oranları şöyledir:
Kasten adam öldürme %12, kasten yaralama %18, ırza geçme ve ırza geçme girişimi %18, dayak, dövme, vurma, yaralama %8, hırsızlık %34, fuhşa teşvik %4, gasp ve yağma %16, kasten yangın çıkarma %9’dur. Suçların yaklaşık %25’i başkalarının kışkırtması ve özendirmesi ile %45’i birden fazla kişiyle planlı olarak, geri kalanı kendiliğinden tek başına gerçekleşmektedir. Suç işleyen çocukların ve gençlerin yaklaşık %90’ı kentlerde, %10’u kırsal bölgelerde oturmakta olup darp, dayak, dövme, vurma, yaralama, hırsızlık gibi suçlar daha çok kentlerde oturan çocuklar ve gençler tarafından işlenmektedir.
Gençlerin ve çocukların suç işlemesi toplumsal bir sorundur. Davranış ve kişilik bozuklukları, çocukluk döneminde başlayan ruhsal bozukluklar ve hastalıklar suça yol açan nedenlerdendir.
Çocuklara yeterli dinî ve ahlaki eğitimin verilmemesinin, ortaya bu nevi manzaraların çıkmasını kaçınılmaz kıldığı ise bir gerçektir. Din eğitiminin eksikliği ve dinî değerlerin zayıflamasıyla baş gösteren ve insanın yaratılışındaki fıtratına, doğasına yakışmayan hastalıklı davranışların şifası ve gıdası yine din eğitimindedir.