Ebu Berze Nadle İbni Ubeyd el-Eslemî Radıyallahu Anh’dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu: “Hiçbir kul kıyamet gününde, ömrünü nerede tükettiğinden, ilmiyle ne gibi işler yaptığından, malını nerede kazanıp nerede harcadığından, vücudunu nerede yıprattığından sorulmadıkça bulunduğu yerden kıpırdayamaz.”1
Hadisteki ifadeler ahiret için hazırlığa dikkatimizi çekmekte, o gün gelmeden hesabımızın kolay olması için yapmamız gerekenleri ve dikkat etmemiz gereken hususları bize hatırlatmaktadır.
O gün için yürekler titremekte, takva ehlinin uykuları kaçmakta, iman edenler ise endişelenmektedir. Takva ehlinin gözleri o güne dikilmiş bir vaziyette amel işlerken yine de endişelenmekten kendisini alamamaktadır. Çünkü bu ve benzer hadislerde hayatın tümünü, amellerin genelini kapsayan ifadeler vardır ve karşısında durulacak olan makamın kudreti karşı konulmazdır.
Hadisteki ‘Kıyamet Günü’ ifadesi bazı ayeti kerimelerde olduğu gibi mahşeri ifade etmektedir. O gün, hesabın görüleceği gündür. O gün, din günüdür. O gün, “Biz kıyamet günü için adalet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu (adalet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak yeteriz”2 ifadelerinin hüküm bulduğu gündür. O gün amel defterlerinin sağdan ve soldan verildiği gündür…
Hadiste ifade edilen, mahşerde kulun hesaba çekilmeden yerinden kımıldayamayacağı hususları teker teker ele alalım:
1- Ömrünü nerede tükettiği:
Bu husus Allah Azze ve Celle’nin ayeti kerimedeki; “Allah iman edenlerin canlarını ve mallarını onlara cenneti vermenin karşılığında satın almıştır”3 ifadesini içermektedir. Zira kişi mahşerde ömrünü hangi dava için feda ettiği sorusu ile karşılaşacaktır. Bu sualin sorumluluğu ile yaşamak, her ömür sürenin ve özellikle her Müslümanın en mühim vazifesidir.
2- İlmiyle ne gibi işler yaptığı:
Az veya çok bir ilme ulaşan kimseye, mahşer günü ilmi ile amel edip etmediği sorulduğu gibi ilim öğretmek ile meşgul olup olmadığı da sorulacaktır. Eğer ilim sahibi değilse, ilim sahiplerine karşı tavrı kendisine sorulacaktır. Belki de bugün mesuliyet olarak Müslümanları mahşerde sıkıntıya sokacak olan soru; ümmetin halini gördükleri ve az da olsa bir şeyleri bildikleri halde, bu neslin kurtuluşu için ilimleri ile davetçilik vazifelerini yapıp yapmadıkları hususudur.
3) Malını nasıl kazandığı ve nerelerde harcadığı:
İnsan sadece malını helalinden kazanıp kazanmadığından değil, aynı zamanda nerede harcadığından da hesaba çekilecektir. Helal yolla kazanmaya dikkat ettiğimiz kadar, meşrû yollarda ve helal sınırlar çerçevesinde harcamaya da dikkat etmeliyiz. İslam dini, çalışıp kazanmaya karşı değildir. Fakat insanın kazanırken meşrû daireye dikkat etmesini ve mal sahibi olduktan sonra da mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu hatırda tutmasını istemektedir.
4- Vücudunu nerede yıprattığı:
Bu din sadece namaz, oruç, zekât ve hacdan ibaret bir din değildir. Bu dinin emirleri hayatın tümüne şâmildir. Bu sebeple kulun mükellef olduğu emirler sadece hepimize malum olan belirli bazı ibadetler değildir. Aynı zamanda kendisine, hayatını üzerine bina ettiği anlayış ve akide ve ömrünü hangi işte yorup yıprattığı da sual edilecektir. Kısacası her kul, hem ömrünü nerede tükettiğinden hem de belini nerede büküp, saçını nerede ve hangi yolda ağarttığından hesaba çekilir.
Hadis, Kur’an’daki; “Kim zerre miktarı ağırlığınca bir iyilik yaparsa onu amel defterinde görür. Kim zerre miktarınca kötülük yaparsa onu amel defterinde görür”4 ifadesinin kapsamını açıklar niteliktedir. Çünkü kıyamet gerçekten zorlu bir gündür. Hidayet rehberi olarak gönderilmiş olan Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem de bize bu zorlu günü haber vermiş ve o gün için nasıl hazırlık yapılması gerektiğini uygulamalı olarak öğretmiştir.
Allah Azze ve Celle mahşer günü, kullarını en ince detayına kadar hayatının her merhalesinden hesaba çekecektir. Dünyada yaşadığımız şu fani ömür, ancak dinimizin hizmetine sunulunca kıymetlenir. Ömrü İslam davasına, ümmetin ihyasına feda etmek, hadisin bizde oluşturmak istediği temel şuurdur. Zira hadisteki bu ifadeleri ömrü İslam için yaşamak şeklinde anlamayacak olursak, ne olarak anlayacağız?
Bu dine hayatının belli dönemlerini feda eden çoktur. Ömrünü feda eden azdır. Heyecanla davasına sarılan çoktur. Heyecanı ölene kadar devam eden azdır. Bu din bize, tâbisi olduktan sonra Kelime-i Tevhid şuurunda bir ömür sürmeyi ve o sancağın mezarının başına dikilmesi hissiyatını taşımayı öğütler ki; Kur’an-ı Kerim bu kulları ‘Rabbanî Mü’minler’ olarak isimlendirir.
Ömür ifadesini sadece gençlik ya da hayatın belli bir dönemi ile sınırlandırmak doğru değildir. Çünkü ömür, ergenlikten ölüme kadar hayatın genelini ifade eden bölümüdür. Sahabilerin İslam’a girdikleri andan itibaren hayatlarının sonuna kadar fedakârca bir hayat sürdüklerini, geceleri âbid, gündüzleri İslam davetçisi ve mücahid olduklarını görüyoruz. Bu anlayış, bu dinin tâbilerine vermek istediği anlayıştır.
Sadece gençliğin ya da birkaç yılın feda edilmesi yeterli değildir. Bütün bir ömür Allah yoluna feda edilmelidir aksi halde mahşer günü yerinden kımıldamak mümkün değildir. Bu din, insandan ne günün sadece belli vakitlerini ne de ömrün belli dönemlerini istiyor. Bu din bizden ömrümüzü istiyor.
Allah Azze ve Celle bizlere ömrünü İslam’a göre yaşayıp feda edenlerden olmayı ve bu hadisin emrince bir hayat sürmeyi nasip etsin. (Âmin)
1. Tirmizî, Kıyamet 1
2. Enbiyâ, 47
3. Tevbe, 111
4. Zilzal,7-8