Hamd yaratan ve koyduğu kanunlarla kullarını terbiye eden Allah Azze ve Celle’ye, salât-u selam, gece gündüz çalışarak öncü sahabe neslini hazırlayan Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimize ve selam, bu çağda öncülerden olmak ve öncüler yetiştirmek için gayret eden tüm kardeşlerimin üzerine olsun.
Tarih boyunca peygamberlerle mücadele eden, vahye değil nefsine uyan insanlar Allah Azze ve Celle’den bağımsız olmak ve mutlak özgürlüğe sahip olmak istemiş, sonunda özgür olacağına nefsinin kölesi olmuş ve gayr-ı medenî ve huzursuz bir toplum meydana getirmişlerdir. Bugün de insanın Allah Azze ve Celle’nin yol göstermesine ihtiyacı olmadığını, aklın ve bilimin insana yeterli olacağını iddia eden Batı Medeniyetinin, insanı ne hale getirdiği ve bilimin insanı medeni yapamadığı artık açıkça görülmektedir.
Batılı insan, insanı tanımadan medeniyet esasları ortaya koymuş ve insanı bozmuştur. Kur’an’ın ifadesiyle “en güzel surette yaratılmış” olan insanı “aşağılıkların en aşağılığı” haline çevirmiş, huzuru götürmüş, insanı kendine ve başkalarına zarar verir hale getirmiştir. Bilimi ve modern hayatı medeni hayat zannetmiş ve zannettirmeye çalışmıştır. Halbuki bilimin görevi insanı reşit ve medeni yapmak değil, insanın hayatını kolaylaştırmaktır. Modern hayat başka, medeni hayat başkadır. İnsanı medeni yapacak olan, insanı yaratan Allah Azze ve Celle’nin gönderdiği din ve koyduğu medeniyet esaslarıdır. Çünkü medeniyetin esaslarını, insanı ve kâinatı en iyi tanıyan zât koymalıdır ve O Allah Azze ve Celle’dir. İnsan maddeyi kısmen tanımışsa da insanı hâlâ tanıyamamış, dolayısıyla insana uygun esaslar koyamamış ve problemli bir dünya meydana getirmiştir. Çünkü insanı çözmek maddeyi çözmek kadar kolay değildir. Onun için Allah Azze ve Celle: “Doğru yola iletmek bize aittir”1 buyurur.
Şehit Seyyid Kutub’un da ifade ettiği gibi: “Batının değerleri tükenmiştir.” Daha doğrusu zaten insana uygun değerleri hiçbir zaman da olmamıştı. Vaat ettiği sadece demokrasidir ve demokrasinin sonuçları da bugün dünyada görülmektedir. Demokrasi, baskı ve zorbalıklara karşı olup fikir özgürlüğünü savunurken İslam’a sınırlı, bâtıla ve günahlara ise sınırsız ve mutlak bir özgürlük vermiş, ölçüyü kaçırmış ve insanı bozmuştur. Halbuki sınırsız ve mutlak özgürlük sadece Allah Azze ve Celle’ye aittir. İnsan, Allah Azze ve Celle’nin dünyasında O’nun verdiği nimetlerle yaşayıp sonra da sınırsız özgür olamaz.
Bediüzzaman Rahimehullah sadıka bir rüyada Evliyaullah meclisinden birinin: “Şeriat neden şu medeniyeti reddeder?” sorusuna cevap verirken der ki: “Çünkü 5 menfi esas üzerine kurulmuştur. 1- Dayanak noktası kuvvettir. Kuvvetin tabiatı ise tecavüzkâr olmaktır. 2- Hedefi menfaattir. 3- Hayatta prensibi kavgadır. 4- Kitleler arasındaki bağı ırkçılıktır. 5- Cazibedar hizmeti, heva ve hevesi tahriktir. Heva ise insanı meleklik derecesinden köpeklik derecesine indirir. İnsanın maneviyatının silinmesine sebep olur. Bu medenilerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir. İşte onun için bu medeniyet beşerin yüzde seksenini meşakkate ve şekâvete atmış, yüzde onunu sahte saadete çıkarmış, diğer yüzde onunu da ikisinin arasında bırakmıştır...”2
Batı Medeniyeti insanı Allah Azze ve Celle’ye kulluktan uzaklaştırmış; nefse, ideolojilere ve liderlere kul yapmış, insanlık şerefinden mahrum etmiş, dünyasını da ahiretini de berbat etmiştir. İslam Medeniyeti, bu medeniyetin verdiği zararları telafi edecek tek medeniyettir, çünkü Allah Azze ve Celle’dendir. Bu medeniyeti kuracak olanlar da her memleketin öncüleri ve onların izinden gidecek olan öncü nesillerdir.
Öncü nesil, Firavunların zulümlerine karşı Allah Azze ve Celle’nin artık yeryüzünde imam kılmak istediği ve bunun için Musa Aleyhisselam’ın doğuşu gibi doğmuş olan bir nesildir. “Biz ise yeryüzünde güçten düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve mirasçılar kılmak istiyoruz. Ve onları yeryüzünde ‘iktidar sahibi’ olarak yerleşik kılalım; Firavun’a, Haman’a ve askerlerine, onlardan sakındıkları şeyi gösterelim. Musa’nın annesine O’nu emzir... diye vahyettik.”3
Öncü nesil, halkının önünde gidecek ve söylenmeyen ya da söylenemeyenleri söyleyecek olan nesildir.
Öncü nesil, geminin tabanını delmek isteyenlere dur diyecek olan nesildir.
Öncü nesil, Zeyd b. Harise’nin Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e atılan taşlara kendini siper etmesi gibi İslam’a yapılan saldırılara karşı kendini siper edecek olan nesildir.
Öncü nesil, sadece yaratıcı bir Allah Azze ve Celle’ye değil hem yaratan hem kanun koyan bir Allah Azze ve Celle’ye iman eder. “Haberiniz olsun yaratmak da emretmek de yalnızca Allah’a aittir.”4
Sadece öğüt verici bir peygambere değil, aynı zamanda devlet idare eden bir peygambere iman eder. “Şüphesiz Biz sana kitabı hak olarak indirdik ki insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmedesin.”5
Sadece ibadet ve ahlakı öğreten bir kitaba değil, aynı zamanda hayatla ilgili kanunlar ve medeniyetin esaslarını koyan bir kitaba iman eder.
Öncü nesil, Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in: “İslam garip başladı, yine başladığı hale döner (yani yeniden başlar)”6 buyurarak çıkacağını haber verdiği nesildir. Üç asır evvel güneşimiz batmaya başlamış ve her gün daha da kararmıştı. Elli-altmış yıl evvel bir fecir görülmüş sonra kâzip olduğu anlaşılmışsa da her fecr-i kâzip bir fecr-i sadıkın habercisidir. Çünkü her fecr-i kâzipten sonra fecr-i sadık gelir. O halde zaten alametleri görülmeye başlanmış olan fecr-i sadık, inşallah uzak değildir. Zaten Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesinin bir sebebi de kendisi için leyletü’s- sadıkayı (hakiki karanlık dönem), İslam âlemi için de fecr-i sadıkı (gerçek uyanış ve diriliş) görmeye başlamış olmasıdır.
Öncü nesil, Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in: “Ümmetimin misali yağmur gibidir. Başı mı hayırlıdır yoksa sonu mu bilinmez”7 buyurarak rahmete benzettiği ve ileride ümmetinin içinden geleceğini bildirdiği rahmet neslidir.
Her insanın ve her neslin bir vazifesi vardır. Bu neslin vazifesi ne İmam-ı Azam olmak ne de Abdulkadir Geylani olmaktır. Bu nesil, sahabe neslinin vazifesi olan Kelime-i Tevhid’i dünyaya hâkim kılmak ve İslam Medeniyeti kurmakla vazifelidir. “Fitne kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçecek olurlarsa şüphesiz Allah, yaptıklarını görendir.”8
Öncü nesil; gayesi Allah Azze ve Celle’nin rızası, hedefi İslam Medeniyeti, hareket metodu Rabbani ve bağlılık duygusu aşk seviyesinde olan dava erleridir. Bu neslin ayak seslerini duymayı bize nasip ettiği için bir ömür boyu Allah Azze ve Celle’ye hamd etme makamındayız.
ÖNCÜ NESLİN ÖZELLİKLERİ
Yaşadığı çağı ve yaşadığı dünyayı değiştirmek isteyenler, önce kendilerini değiştirmek ve birtakım vasıflar kazanmak zorundadırlar. Çünkü iç dünyasında inkılaplar yapmayanlar, âlemlerde inkılaplar yapamazlar, nefsini değiştirmeyenler hiçbir şeyi değiştiremezler. Gereken vasıfları kazanmayanlar davalarına büyük hizmetler yapamazlar. Nefsini değiştirenler çağları değiştirir. Nefsini değiştirenler makamları ve makamperestleri değiştirir. Nefsini değiştirenler başkalarının nefislerini değiştirebilir. “Gerçekten Allah kendi nefislerinde olanı değiştirinceye kadar, bir toplulukta olan şeyi değiştirmez.”9
Allah’ın boyasıyla boyanmayanlar, o ilahi boya ile insanları nasıl boyayabilir? Maddi ve psikolojik baskılar karşısında rengi açılanlar veya grileşenler, bâtıla karşı nasıl mücadele edebilir? Boyasını gösterebilme cesaretini gösteremeyenler hedeflerine nasıl ulaşabilir?
Öncü nesil Allah’ın boyasıyla boyanıp o boyayla övünen nesildir. “Allah (’ın boyasın)dan daha güzel boyası olan kimdir? Biz (yalnızca)O’na kulluk edenleriz.”10 Boyanın kumaşın içine işlemesi gibi o ilahi boya tüm zerrelerimize işlemeli. Boya bakıldığında görüldüğü gibi o ilahi boya üzerimizde görülmeli. Renkler arasındaki fark, nasıl hemen anlaşılıyorsa diğer medeniyet mensuplarından farkımız hemen anlaşılmalı, görülebilmeli. Boya alttaki boya ve renge baskın geldiği gibi Allah’ın boyası da diğer boyalara galip gelmeli ve bizde başka bir fikir ve hayat tarzı bırakmamalı.
Allah Azze ve Celle’nin boyası O’nun gönderdiği dindir. Bu dinin ruhu, Tevhiddir. Allah Azze ve Celle’den başka bir ilah yani itaat edilecek bir makam tanımamaktır. Kâinattaki tüm mahlûkat O’na teslim olduğu gibi insanlar da yalnız O’na teslim olmalı ve O’nun yetkilerine ortak olmaya kalkışmamalıdır. Madem her şeyin sahibi O’dur, o halde O’nun dediği olmalıdır. Madem en iyi bilen O’dur, o halde O’nun dediği olmalıdır. Öncü nesil bunun mücadelesini vermektedir.
Allah Azze ve Celle, gönderdiği iman esaslarıyla, ibadetlerle, ahlâk ölçüleriyle, muamelâta dair koyduğu hükümlerle kullarını kendi boyasıyla boyarken, koyduğu haramlarla da bizi başka boyalardan ve boyaların karışmasından korur. Kendi medeniyetimizi kurmayı emrederek, başka medeniyetlerin tesiri altında rengimizin bozulmasını ve açılmasını engeller.
Öncü nesil, maneviyatsız radikal bir nesil değil Rabbani bir nesildir. Kâinat kitabını okuyarak tefekkür eder ve Allah Azze ve Celle’yi tanır (Marifetullah), tanıdığı için sever (Muhabbetullah), sevdiği için O’nun yolunda mücadele verir (Cihad). İman, ibadet ve ahlâk adamıdır. İmanın lezzetini almış ve yalnız fikirlerini değil hayatını değiştirmiş bir nesildir. Bakanlara ‘bu ahlakı nereden almış?’ dedirtir.
Rabbaniler, farz veya haram olan konularda geri adım atmaz, taviz vermezler. Farz veya haram olmayan konularda ise dinin geniş dairesinden istifade edip müsamahakâr davranırlar. İman-ı hakikiye ve muhabbetullaha ulaşmadan, ibadet ve ahlâkını güzelleştirmeden Allah taraftarı olduğunu zannedenler, radikal olsalar bile bu halleriyle asla Rabbani sayılamazlar.
Öncü nesil; bâtılla uzlaşmaz, imanda pazarlık yapmaz, davadan vazgeçmesi için yapılan hiçbir teklifi kabul etmez. ‘Peygamberim’ dedikleri yüce Rasul’ün kabul etmediği gibi… Çünkü onlar iman ettikleri kitap gibi Furkan’dırlar. Görevleri hak ile bâtılı ayırmak, her meselede hakkı ve bâtılı ortaya çıkarmaktır. Bâtılla uzlaşırlarsa, Furkan olma görevini yerine getirmeleri mümkün olmayacaktır.
Öncü nesil, izzetin Allah’a, Rasulü’ne ve mü’minlere ait olduğunu bilir. “İzzet (güç, onur ve üstünlük) Allah’ın, O’nun Rasulü’nün ve mü’minlerindir; ancak münafıklar bilmezler.”11 Bugün madden geri kalmış olsa da tarihte kurduğu şanlı medeniyetleri unutmaz; inanç, ahlâk ve medeniyet esasları olarak üstün olduğunu bilir. Başka bir medeniyetin içinde yer almayı değil, kendi medeniyetini kurmayı hedefler. “Gevşemeyin üzülmeyin. Eğer iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.”12
Rabbani öncü nesil, Rabbinin buyurduğu gibi: “Kâfirlere karşı zorlu, mü’minlere karşı merhametlidir.”13 Zalimin karşısında tevazu değil, izzetli bir duruş gösterir; çünkü zalimin karşısında tevazu, tevazu değil zillettir. Mazlumun karşısında ise izzet, izzet değil kibirdir. Onun için öncü nesil kâfirler güçlü olsa da onların karşısında izzetli, mü’min kardeşleri zayıf ve güçsüz olsalar bile onlara karşı alçak gönüllü ve merhametlidir.
Kâfir ve zalimler ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar, onların karşısında yılgınlığa düşmez, onlara boyun eğmezler. “Nice peygamberle birlikte birçok Rabbaniler savaşa girdiler de Allah yolunda kendilerine isabet eden (zorluk)den dolayı ne gevşeklik gösterdiler ne de boyun eğdiler. Allah, sabredenleri sever.”14
İslam düşmanlarını dost edinmezler: “Mü’minler, mü’minleri bırakıp da kâfirleri dostlar edinmesinler. Kim böyle yaparsa Allah’tan ilişiği kesilmiş olur.”15 Onlarla ittifaklar yapıp Ortadoğu’yu işgal etmelerini destekleyip sonra da bunun adına stratejik müttefiklik veya takıyye denmesini kabul etmezler. Çünkü böyle bir strateji veya takıyye haram kılınmıştır.
Rabbani öncü nesil, Rabbinin tüm peygamberlere ve Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e gösterdiği zamana ve şartlara göre değişmeyen hareket metodunu takip eder. Aklını Allah Azze ve Celle ve Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in önüne geçirmez. “Ey iman edenler Allah ve Rasulü’nün huzurunda öne geçmeyin ve Allah’tan sakının.”16 Aklın vazifesi ortaya yeni bir hareket metodu koymak değil, Kur’an ve sünnetin ortaya koyduğu hareket metodunu anlamak ve onu takip etmektir. Tüm peygamberler toplumlarını Tevhide, kullara kulluktan kurtulmaya, sadece Allah Azze ve Celle’ye itaat etmeye davet etmişler, kendilerini olduklarından başka türlü göstermemişler, onlardan görünerek onların altlarını oymaya çalışmamışlardır. Sünnetin küçüklerine bile önem verenler, tüm peygamberlerin ortak ve en büyük sünneti olan Rabbani Hareket Metoduna neden önem vermezler?
Öncü nesil, çilekeştir. Milletinin içinde bulunduğu durumun huzursuzluğunu yaşar. Mum gibi yanar, kendini ve çevresini aydınlatır.
Öncü nesil hamlecidir, yerinde duramaz.
Öncü nesil davasına âşıktır, başka bir şey düşünemez. Kalplerinde başka bir şeye yer yoktur. Onlar hedefine kilitli bir mermi gibidir.
Öncü nesil meyve veren bir nesildir. Ağaçlar meyve vermediğinde kurur. Kuruduğunda meyve veremezler, öncü nesil ise meyve vermediğinde kuruyacağını bilir.
Öncü nesil yerinde duramayan, atılımcı ve kendine “Boş kaldığın zaman başka bir işe koyul”17 ayetini düstur edinip boş oturamayan bir nesildir.
Savaşa giderken nehirden içmemekle imtihan edilen, imtihanı kaybedip içen ve ordudan ayrılan İsrailoğulları gibi değil, “Sudan içmeyin” denildiğinde sebep ve hikmetini anlamasa da teslimiyet gösterip içmeyen, sabırlı bir nesil. “Talut askerlerle beraber (cihad için) ayrılınca: ‘Biliniz ki Allah sizi bir nehirle imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna kim ondan içmezse bendendir’ dedi. İçlerinden pek azı müstesna hepsi nehirden içtiler.”18
İmtihanlara karşı da sabırlı, iğneyle kuyu kazabilecek kadar da sabırlı, yol uzadığında ve kısa sürede zafere ulaşamadığında pes etmeyecek ve civcivin yumurtadan 21 günde çıktığını, devenin ise yaklaşık 12 ayda doğurduğunu, büyük nimetlerin büyük bedellerle ve uzun sürede verildiğini unutmayacak bir nesil.
Hz. Musa Aleyhisselam’a: “Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burada oturuyoruz”19 diyen İsrailoğulları gibi değil, Bedir’de “Vallahi sen denize dalsan biz de seninle birlikte dalarız ve içimizden bir kişi bile geride kalmaz” diyen Sa’d b. Muaz Radıyallahu Anh gibi itaatkâr bir nesil.
Deniz ile Firavun ordusu arasında kalsa “Eyvah, yakalandık!” demeyecek, “Rabbim benimle beraberdir, bana yol gösterecektir”20 diyecek tevekkül sahibi bir nesil.
Zorluklar karşısında yılgınlık göstermeyecek, önüne tepe çıktığında “Buraya kadarmış” deyip son istasyonunu inşa etmeyecek, aşıp geçecek; önüne dağ çıktığında tüneller açıp geçecek, nehir çıktığında köprüler yapıp geçecek, önüne okyanus çıksa gemiler yapıp geçecek ama mutlaka geçecek olan bir nesil. Çünkü öncü nesil gemisini yakmıştır. “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık, mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele!”21
Öncü nesil, dünyayı koyması gereken yere koymuş, dünya hayatıyla dünya nimetlerinin arasını ayırmıştır. Dünya hayatına önem verir, çünkü sonunda cennet veya cehennem vardır. Dünya nimetlerine önem vermez, çünkü geçicidir ve ahiret nimetleri yanında basittir. “Nefsani arzulara, kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Halbuki varılacak güzel yer, Allah’ın katındadır. (Rasulüm!) De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takva sahipleri için Rableri yanında, içinden ırmaklar akan, ebediyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah’ın hoşnutluğu vardır. Allah kullarını çok iyi görür.”22
Kur’an’ın ifadesiyle: “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Muttaki olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır.”23 Yeri geldiğinde ahiret için dünya nimetlerini feda eder ama dünya nimetlerine ulaşabilmek için ahireti feda etmez. Dünyaya bağlı ve Yahudiler gibi 1000 yıl yaşamak isteyen bir nesil değildir. “Onları insanların hayata en düşkünü, ortak koşanlardan daha tutkunu bulursun. Her biri 1000 yıl yaşatılmasını ister.”24
Konuları Kur’an ve sünnetten delillerle bildiği için davasından ve metodunun doğruluğundan mutmaindir. Öyle ki satılmış veya saptırılmış yüzlerce “profesör”, “Davanız veya metodunuz yanlıştır” dese inanmayacak ve yolundan dönmeyecek olan bir nesildir. “Ey mutmain olan nefis! Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön.”25
Strateji sahibidir. Hareket metodunu Kur’an ve sünnetten aldığı gibi stratejisini de aynı kaynaktan alır. Başka istikamete sevk etmek isteyenler ne yaparlarsa yapsınlar hedefinden sapmaz.
Öncü nesil toplumlarla ilgili Allah’ın sünnetlerine uygun bir hareket tarzı takip eder. Kur’an-ı Kerim: “Bir millet kendi nefislerinde olanı değiştirmedikçe Allah o toplumu değiştirmez”26 buyurduğuna göre kendi nefislerimizi değiştirmedikçe Allah bize verdiklerini değiştirmeyecektir. O halde nefisler değiştirilmeyip hükümetler değiştirilse bir şey değişmeyecektir.
Kur’an’ın geri vitesi olmadığı gibi öncü neslin de geri vitesi yoktur. İman esaslarında, farz ve haramlarda geri adım atmaz, taviz vermez. “O halde, (hakikati) yalan sayanlara boyun eğme! Onlar isterler ki, sen yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.”27
Öncü nesil tavizsiz olurken de müsamahakâr olurken de Peygamberini örnek alır. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den daha sert de olmaz daha yumuşak da. “Ey iman edenler! Allah’ın ve Rasulü'nün önüne geçmeyin. Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.”28
Hem İslami ilimleri hem pozitif bilimleri hem de siyasi ilimleri öğrenen, hareketine Kur’an ve sünnet ışığında yön veren, ilim sahibi bir nesil. Çünkü yıllarca diz çökmeden, klasik temel İslami ilimleri tahsil etmeden, kırmızı çizgileri belirlemeden, kervan yolda düzülür mantığıyla yola çıkanlar rüzgâra göre yönlenecekler ve savrulacaklardır. Reddettikleri metotları hatta ideolojileri savunur hale geleceklerdir. Konuları ilmi delilleriyle öğrenmeyen ve ilimde derinleşmeyenleri toplum mühendisleri istedikleri gibi yönlendireceklerdir.
Öncü nesil, disiplinli bir nesildir. Dağdan akan su gibi değil, barajdaki su gibidir. Kontrolsüz değil, kontrollüdür; potansiyel enerjiye sahiptir, hizmet üretir. Açıkça haramla emrolunmadıkça davasının büyüklerine itaat eder, görevini aksatmaz ve geciktirmez.
Gözleri yaşlı, yüzleri tebessümlü, kalpleri parlaktır. “Mü’minler ancak Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir.”29
İbadeti severek yaparlar. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem ile birlikte olanlar hakkında Kur’an’da buyrulduğu gibi: “Onları rükuya varırken secde ederken görürsün. Allah’tan lütuf ve rıza isterler.”30
Onlar, yalnızken de insanlarla beraberken de aslında Rableriyle beraberdirler. O’ndan ve O’nun davasından başka bir şey düşünemezler.
Öncü nesil, rızkın da ecelin de bir tane olduğuna inanmıştır. Cömertlik, rızkını azaltmayacak; cimrilik, çoğaltmayacaktır. Cesaret ömrünü azaltmayacak, korkaklık ömrünü uzatmayacaktır. Buna inanan ne rızkından korkar ne de ecelinden.
Öncü nesil, hareket edebilmek için rüzgâr bekleyen yelkenli gemiler gibi değil, rüzgâr esse de giden esmese de giden vapurlar gibidir. Motoru kendindendir. Olayların ve ortamın uygun olmasını beklemez. İman-ı hakiki onları harekete geçirir. Harekete geçirmeyen iman, iman değildir.
1. Leyl, 12
2. Bediüzzaman Said Nursi, İçtimai Reçeteler
3. Kasas, 5-7
4. A’raf, 54
5. Nisa, 105
6. Sahihu’l-Müslim 232, 251
7. Tirmizi, Emsâl:6, No:2869, 5/152
8. Enfal, 39
9. Ra’d, 11
10. Bakara, 138
11. Münafikun, 8
12. Al-i İmran, 139
13. Fetih, 29
14. Al-İ İmran, 146
15. Al-İ İmran, 28
16. Hucurat, 1
17. İnşirah, 7
18. Bakara, 249
19. Maide, 24
20. Şuara, 61-62
21. Bakara, 155
22. Al-i İmran, 14-15
23. En’am, 32
24. Bakara, 96
25. Fecr, 27-28
26. Ra’d, 11
27. Kalem, 8-9
28. Hucurat, 1
29. Enfal, 2
30. Fetih, 29
31. *Başyazarımızın dergimizde 1, 2 ve 4. sayılarımızda yazdığı yazılarıdır.