Başyazı

Ramazan: Nefislerin Arınması Ve Kur’an’ın Nüzulü

Paylaş:

Hamd; Kur’an’ı göndererek nefsi arındırmanın ve medeniyet kurmanın yolunu gösteren Allah Azze ve Celle’ye, salat-u selam ümmetine kitabı ve hikmeti öğreten, sahabe nesli gibi nefisleri arınmış bir nesil meydana getiren Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e, selam ise nefsini arındırmaya gayret eden ve Kur’an’ın mesajını dünyaya yayma gayreti içerisinde olan tüm mü’minlerin üzerine olsun.

Değerli kardeşlerim! Ramazan ayı münasebetiyle bu sayıda nefislerin arınması ve bu ayda nazil olan Kur’an’ın mesajı üzerinde durmak istiyorum.

Öncelikle bilinmelidir ki kullarına Peygamber ve kitap gönderen Allah Azze ve Celle’nin muradı; kullarının nefislerini arındırmak, onları yüceltmek, insanları Allah’ın boyasıyla boyamak, insanı kâmilleştirmek ve onları kula kulluktan kurtarıp İslam Medeniyetine ulaştırmaktır. Yazımın birinci kısmında nefislerin arınması için Allah’ın izlediği eğitim metodu, ikinci kısmında ise Kur’an’ın nüzulünün manası üzerinde durulacaktır.

İBADETLERLE İNSAN NEFSİNİN ARINMASI

Allah Azze ve Celle kullarının nefsini arındırmak için iman, ibadet ve ahlak esasları göndermiş, farzlar ve haramlar tayin etmiştir. Dolayısıyla inanması gerektiği gibi inanmayan, yapması gereken ibadetleri yapmayan, güzel ahlakın ilkelerine bağlı kalmayan, kötü ahlaktan ve haramlardan kaçınmayan kimselerin nefislerinin arınması mümkün olmayacaktır. Ancak bu yazımızda konunun tamamını değil sadece ibadetler ve orucun insan nefsini terbiye etmedeki rolünü ele alacağız.

Allah Azze ve Celle bu dini yeryüzünde bir medeniyet kurmak üzere gönderdiğine göre insanın nefsini terbiye etmesi gerekirdi. Dinin hedeflerinden biri de budur. Çünkü nefisleri terbiye edilmemiş insanlarla bir medeniyet kurmak mümkün değildir. Ayrıca insanın nefsini terbiye etmek, Allah’ın muradındandır. O, kullarının yücelmesini ve kâmilleşmesini istemektedir. Çünkü insan, Allah’ın halifesi (vekili, temsilcisi) olarak yaratılmıştır. İbadetlerden bir maksat da insanın nefsini terbiye ederek Allah’ın halifesi olmaya hazırlamaktır. Allah Azze ve Celle kitabında: وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي “İnsana ruhumdan üfledim”[1] buyurarak insanda kendi ruhunun olduğunu bildirmektedir. Bundan dolayı da Allah Azze ve Celle insanı yükseltmek istemektedir. Onun için insana oruç gibi ibadetleri emretmekte, insana yakışmayan içki, kumar, faiz, zina gibi bazı şeyleri haram kılmakta ve insanın nefsini arındırmaya çalışmaktadır.

Allah Azze ve Celle kendi boyasıyla boyanmış bir dünya meydana getirmek ister. Bu da Allah’ın boyasıyla boyanmış insanlar meydana getirmekle mümkündür. Nefisleri ıslah etmeden memleketleri ıslah etmeye kalkışanlar hata içindedirler. İslam Medeniyetini kurma yöntemi bu değildir. Nefislerini değiştirmeyen insanlar günün birinde İslam’ı hâkim kıldıklarını sansalar bile kendi nefislerini hâkim kılarlar. Onun için Allah Azze ve Celle bir gün Müslümanlar güç ve kuvvet sahibi olduklarında kendi hâkimiyetlerini değil Allah’ın hâkimiyetini sağlasınlar diye onların nefislerini terbiye eder. Eğer Ebu Bekir’ler, Ömer’ler Mekke’de iken gönderilen ayetlerle, ibadetlerle ve Peygamberî eğitim metoduyla eğitilmiş olmasaydılar güç ve kuvvet ellerine geçince “Benim dediğim olacak” derlerdi. O zaman müstekbirlerden ne farkları kalırdı? Allah Azze ve Celle güç ve kuvveti mü’minlere verdiği zaman “Bundan sonra benim dediğim olacak” dememeleri ve Allah’ın hâkimiyetini sağlamaları için onları böyle bir eğitimden geçiriyordu.

Allah Azze ve Celle: وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ “İnsanları da cinleri de ancak bana kulluk etsinler diye yarattım”[2] buyurarak insanın yaratılış maksadının Allah’a kulluk olduğunu açıkça ifade etmiştir. Nefislerin terbiye edilmesinin yollarından biri kişinin; namaz, oruç, zekât, hac ve cihat gibi ibadetler yapmasıdır. İbadetler insan nefsinin arınmasına yardım eder.  Allah Azze ve Celle: “Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki sakınasınız”[3] buyurmaktadır. Ayet-i kerimenin sonunda gelen لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ (sakınasınız) ifadesi “sakınan bir insan” modelinin meydana gelebilmesinin ancak ibadetle mümkün olabileceğini ve ibadetlerin bir faydasının da “sakınan bir insan” meydana getirmek olduğunu göstermektedir. O halde ibadetler herkesin kalbine bir bekçi koymanın yoludur. İbadet öğretilmemiş insanların “sakınan bir insan”a dönüşmesi sadece kanunlar ve cezalarla hiçbir zaman mümkün olamayacaktır.

İslam’ın emrettiği ibadetleri öğretmeyen devletler ve onların eğitim metotları insan nefsinin eğitiminde başarısız olmuşlardır. İbadeti öğretmeyen ve sevdirmeyen devletlerde günahlar ve suçlar çoğalmış, hapishaneler dolup taşmış, içki, kumar, faiz, zina, intihar, cinayet, uyuşturucu ve boşanmalar artmış ve kötü nesiller meydana gelmiştir. İnsan nefsinin eğitiminin nasıl olması gerektiğini nefsi yaratandan öğrenmeyenler, hangi eğitim metodunu denemiş olurlarsa olsunlar suçtan “sakınan bir insan” meydana getirememişlerdir. Okullarda “Değerler Eğitimi” adı altında verilen “değerler öğretimi” asla öğretilen değerlere sahip ve ona göre yaşayan bir insan meydana getirememiştir. İbadet yapmayan insanlar, değerlere de değer vermemektedir. İslam’ın getirdiği ibadetler, yalnızca öğretim değil aynı zamanda eğitimdir ve ibadetler insan nefsini en etkili yolla terbiye edecek şekilde gönderilmiştir. Onun içindir ki ibadet yapan insanlardan suç işleyenler, ibadet yapmayanlardan suç işleyenlere nispetle çok azdır. Başka bir ifadeyle sakınmayan ve suç işleyenlerin çoğunluğu, ibadet yapmayan ya da ibadeti bilinçsiz yapan kimselerdir.

Yukarıdaki ayette genel olarak tüm ibadetlerin “sakınan bir insan” meydana getirmedeki rolüne temas edilmiştir.  Özel olarak namaz ve oruçla ilgili ayetlerde de yine aynı gerçeğe vurgu yapılmıştır. Mesela namaz ile ilgili: اِنَّ الصَّلٰوةَ تَنْهٰى عَنِ الْفَحْشَٓاءِ وَالْمُنْكَرِۜ “Muhakkak ki namaz, kötülüklerden ve hayasızlıktan alıkoyar”[4] buyurularak bilinçli bir namazın, insanı kötülüklerden ve hayasızlıktan uzak tutacağı, “sakınan bir insan” modelinin meydana gelmesinde etkili olacağı anlatılmıştır.

Oruçla ilgili ise Allah Azze ve Celle: “Ey iman edenler! Oruç, sizden önce geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki sakınırsınız”[5] buyurmaktadır. Oruç ibadeti ile ilgili de “umulur ki sakınırsınız” buyurulmak suretiyle oruç ibadetinin “sakınan bir insan” meydana getirmedeki rolü ortaya konmuştur. Çünkü insan nefsinin terbiye edilmesi için bu ibadete bütün insanların ihtiyacı vardı ve Allah Azze ve Celle bu ibadeti bütün insanlara yazdı. Allah Azze ve Celle bütün ümmetlere namazı da emretmişti orucu da. Ayet-i kerime birkaç önemli hususu içermekte ve bize: 1- Sizden evvelkilere de oruç, farz olarak yazılmıştı, sünnet ya da müstehap olarak değil.  2- Sizden evvelkilere de Ramazan ayında yazılmıştı, başka bir ayda değil. 3- Sizden evvelkilere de size yazıldığı gibi yani imsak vaktinden itibaren güneşin batmasına kadar yazılmıştı. Başka bir şekilde değil. 4- Sizden evvelkilere de gündüzleri yeme, içme ve cinsi münasebetin yasaklanması şeklinde idi. Başka bir şekilde değil. Din aynı olduğu gibi oruç da aynıydı. Ama onlar dinlerini bozdular. Ayet-i kerime aynı zamanda: “Sakın onlar gibi olmayın” demiş olmaktadır. Oruç, peygamberlerden kalan bir ibadet olarak putperestlikte de meşru idi. Eski Mısır’da, Eski Yunan’da hatta Roma’da bile vardı. Putperest olan Hintliler bugün bile kendilerince oruç tutarlar.

Oruç, hassasiyetini kaybetmiş olanların yeniden hassasiyet kazanmasını sağlar. O yüzden oruçla ilgili ayetin devamında: لَعَلَّكُمْ تَتَّقُونَۙ “Umulur ki oruç sayesinde takva sahibi olursunuz”[6] buyurulmuştur. Demek ki, oruç takva sahibi olmakta yani “sakınan bir insan” olmada etkilidir. Oruç, insanı nasıl takvaya ulaştırır? İnsan oruçlu iken hassasiyet kazanır, abdest alırken bile çok dikkat eder. Gıybet etmemeye ve öfkelenmemeye gayret eder. Efendimiz: “Kişi oruçlu olduğu zaman birisi kendisine kötü bir söz söylese ‘ben oruçluyum’ desin ve cevap vermesin”[7] buyuruyor. Hassasiyet kazanan insanın gözü, kulağı artık daha dikkatlidir; kendisini haramdan koruması gerektiğinin daha çok farkındadır. Hz. Ömer bir gün takvasıyla bilinen Ebu Zer’e: “Takva nedir?” diye sordu. Ebu Zer dedi ki: “Ya Emirel mü’minin! Hiç deve dikenlerinin olduğu bir yolda ayakkabısız bir şekilde yürüdün mü?” Hz. Ömer: “Evet” dedi. Ebu Zer: “İşte takva budur” dedi. Yani takva dini konularda bu kadar dikkatli ve hassas olmaktır ve oruç insana bu hassasiyeti kazandırır.

İmam-ı Gazali’ye göre insanda köpeklik hasleti, domuzluk hasleti, şeytanlık hasleti ve meleklik hasleti vardır. Yani bu varlıklarda olan birtakım hasletler insanda da vardır. İnsana düşen köpeklik, domuzluk ve şeytanlık hasletlerini zayıflatıp, meleklik hasletini güçlendirmektir. Rabbimiz insanın bu konuma düşmemesi ve meleklik hasletini güçlendirmesi için birtakım talimatlar göndermiş ve birtakım ibadetleri emretmiştir. Yani insan emredilen ibadetleri yaptıkça meleklik yönünü güçlendirecektir. Aksi halde insan özgürlüğünü kaybedecek, kötü ahlaklardan kurtulamayacak, nefsinin elinde, şeytanların elinde veya insanların elinde esir olacaktır.

İnsanın, zayıflığını ve hiç olduğunu anlayabilmesi için oruç tutması lazımdır. Oruç tutan insan, kendisinin hiçliğini ve acizliğini hatırlar. Bir lokma ekmeğe muhtaç olduğunu anlar. Haddini bilir, güç ve kuvvet eline geçince ilahlık taslamaz. Bir taraftan da hayatın lezzetini anlar. Acıktığı zaman o kuru ekmekteki ve beğenmediği yemeklerdeki lezzeti görmeye başlar. Dün beğenmediği şeyin ne kadar da güzel olduğunu fark eder. Allah Azze ve Celle bu şekilde insana hem nimetlerin kıymetini öğretir hem de iradesinin farkına vardırır. İnsan, iradesinin farkına varmazsa iradesini kullanmayacak, aciz ve zavallı bir varlık durumuna düşecektir. Şeytanın, nefsinin ve insanların elinde kul köle olacaktır. Oruç ile insan bir taraftan iradesinin diğer taraftan acziyetinin farkına varmış olur. Allah’ın muradı da budur.

Hiçbir zaman oruç tutmamış bir insan ne kendi acziyetinin ne de kendisine verilen iradenin farkına varamayacak, nefsine hâkim olmayı hiçbir zaman öğrenemeyecektir. Nefsine hâkim olmayı öğrenmemiş, her istediğini yapmaya kalkan bir insan nasıl olur da medeni bir insan olabilir? Farzlar ve haramlar olmadan, yapması gerekenleri yapmadan ve kaçınması gerekenlerden kaçınmadan insanın medeni olması mümkün değildir. İdeolojilerin ihmal ettiği noktalardan biri de budur. Komünizm, Kapitalizm, Demokrasi, Laiklik gibi ideolojilerin insanın nefsini ıslah etmek gibi bir hedefleri hiçbir zaman olmamıştır. Bunun için de insan eğitiminde her zaman başarısız olmuşlardır. İnsanın nefsini terbiye edemeyen bir ideoloji nasıl olur da yeryüzünde bir medeniyet meydana getirebilir? Allah Azze ve Celle’nin gönderdiği dinin, ideolojilerden bir farkı da budur. İdeolojiler en fazla polis zoruyla, hapisle korkutarak veya birtakım kanunlar koymak suretiyle insanı kontrol altına almaya çalışabilirler. Ama polisin olmadığı yerde ideolojiler ne yapacaktır? Polisin başına bir polis, onun da başına bir polis koymak zorunda kalacaktır ve bu nereye kadar gidecektir? Böyle bir şey mademki mümkün değil, o halde her insanın kalbine bir polis koymaktan başka çare yoktur. Hangi ideoloji insanın kalbine polis dikmeyi başarabilmiştir? İnsanın nefsini ıslah edemeyenlerin, her insanın kalbine manevi bir polis koyamayanların insanı kâmil bir varlık yapması mümkün olmamıştır, olmayacaktır. Muradı insanı kâmilleştirmek olan Allah Azze ve Celle, bu sebeple insanın nefsini terbiye etmek için farzlar ve haramlar tayin eder.

Kur’an-ı Kerim: اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُۜ “Gördün mü, nefsini ilah edinmiş olan o kimseyi?”[8] buyurur. Yani böylelerinin tek bir ilahı vardır, o da nefsidir. Gökteki yıldızlara, putlara, şeytana vs. tapıyor zannedilebilir ama aslında o sadece nefsine tapmaktadır. “Atalarımızın veya önderlerimizin izinden gidiyoruz” deseler de aslında nefislerinin izinden gitmektedirler. Demek ki nefis ilahlaştırılabilmektedir. O halde nefsin terbiye edilebilmesi önemli bir meseledir.

Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Yeryüzünde Allah’tan başka tapılan ilahların (mabudların) içerisinde nefisten daha büyüğü yoktur”[9] buyuruyor. Yani aslında Allah’a kulluk ve itaat etmeyen insanlar nefislerine taparlar. O halde insanın mücadele etmesi gereken şeylerin başında bizzat kendi nefsi gelmektedir. Yine Hz. Peygamber: “Bir zaman gelecek, insanların en çok önem verdikleri mideleri, şerefleri malları, kıbleleri kadınları, dinleri paraları olacaktır. Bunlarda zerre kadar hayır yoktur”[10] buyuruyor. Daha güzel yemekler, daha güzel elbiseler, daha güzel evler… Her şeyin daha güzeli… Yemeğe verdikleri önemi namaza vermeyecekler. Mutfakla tuvalet arasında bir hayat yaşayacaklar. İhtiyaçları günde iki öğün yemek iken üç öğün yedikten sonra dördüncüyü, beşinciyi yemenin yollarını arayacaklar. Artık hayattaki tek zevki yemek olmuş olan insanlara dönüşecekler. İşte oruç insanı bu şekilde basitleşmekten kurtarmak içindir.

Kur’an-ı Kerim: قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَاۙۖ “Nefsini arındıran kurtuldu”[11] buyurur. Demek ki nefis terbiye olur ve arınır. Bir sonraki ayette: وَقَدْ خَابَ مَنْ دَسّٰيهَاۜ “Nefsini günahlarla kuşatmış olanlar zarara uğradı”[12] buyurur. O halde mesele gayet ciddidir. Peki nefisleri nasıl terbiye edeceğiz? Rab, terbiye eden demektir. Allah, kullarını terbiye ettiği için Rab’dir. Göndermiş olduğu hükümlerle, inanç ve ahlak esaslarıyla, insanî ve ahlakî değerlerle, farzlarla ve haramlarla insanları terbiye eder. Çünkü onları yükseltmek istemektedir. O halde nefsi terbiyenin yöntemi Allah’tan öğrenilmelidir.

Nefsini terbiye etmeyenler hiçbir alanda başarılı olamayacaktır. Nefislerinde inkılaplar gerçekleştirmeyenler âlemlerde inkılaplar gerçekleştiremezler. Kendini değiştirenler âlemleri değiştirirler. Allah Azze ve Celle o yüzden insana nefsi terbiyenin yollarını öğretir.

Oruç ibadeti nefsi terbiyede önemli bir rol oynadığı gibi aynı zamanda insanın günahlarının bağışlanması, cehennemden kurtulup cennete girmesi ve büyük bir mükafat kazanmasında da önemli bir rol oynadığı hadislerde bildirilmiştir. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Her kim iman ederek ve sevabını Allah’tan umarak Ramazan ayında oruç tutarsa Allah Azze ve Celle onun geçmiş günahlarını bağışlar”[13] buyurarak orucun günahların affında ne derece önemli olduğunu ifade etmiştir. Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Ramazan’ın önemini belirtirken “Ramazan’ın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluştur”[14] buyurmaktadır.

Kuts-i hadiste: قال الله عز وجل كلُّ عَمَل ابن آدَم له إلا الصيام، فإنه لي وأنا أجْزِي به Kulumun bütün amelleri kendisi için oruç ise benim içindir ve kulumun mükâfatını ben vereceğim”[15] buyurularak orucun Allah katındaki değeri ifade edilmiştir. Başka bir hadiste Peygamberimiz: الصِّيَامُ جُنَّةٌ “Oruç, kalkandır”[16] buyuruyor. Yani oruç, şeytana ve nefsinize karşı bir kalkandır. Başka bir hadiste: “Şeytan damarlarınızda gezer, az yemek suretiyle şeytanın yollarını daraltın”[17] buyurmaktadır. Hadisler orucun fayda ve hikmetlerini ortaya koymaktadır.

Oruç tutan tansiyonu düşüp elleri titremeye başladığı zaman fakirin halini anlar. Onların halini anlayan, onlara yardım etme ihtiyacı hisseder. Oruç, insanî duygularımızı kabartır, bize insan olduğumuzu, medeni olduğumuzu hatırlatır. Bu şekilde Ümmet-i Muhammed arasında kardeşliğin gelişmesi sağlanır. Allah Azze ve Celle bu şekilde oruç ile hem sıhhati hem kalbi hem de toplumda kardeşliği güçlendirir.

Allah Azze ve Celle ne emretmişse birtakım hikmetler için emreder. Oruç ile insanın kendi acizliğini anlaması, fakirlerin halini anlaması, insanın iradesinin kuvvetlenmesi, insanın nefsiyle ve şeytanla mücadele edebilecek bir hale gelmesi, sağlıklı olması gibi faydaların yanında orucun asıl hikmeti insanın kulluğunu gerçekleştirmesi, Allah Azze ve Celle’ye teslimiyeti ve boyun eğmeyi öğrenmesidir. Kul, ibadetlerle Rabbinin rızasını kazanır. Günahları da bağışlanmış olur. Namaz da bunun için emredilmiştir oruç da. Namaz, spor için emredilmediği gibi oruç da sıhhat için emredilmemiştir. Bunlar faydadır fakat ibadetler bunlar için emredilmiş değillerdir.

Allah’ın hedefi insanı yüceltmektir. Her bir ibadet insanın bir yönünü tamamlar, insanın kâmilleşmesini sağlar. İnsan, namazla Allah’a yaklaşarak bazı yönlerini tamamladığı ve birçok şey kazandığı gibi zekât ve oruçla da başka yönlerini tamamlar ve başka bazı şeyler kazanır. Namaz kılmakla insan cimrilikten kurtulamaz. İnsanı cimrilikten ancak zekât kurtarır. Zekâtla insanın iradesi kuvvetlenmez, irade ancak oruçla kuvvetlenir… Özetle her ibadetin bir misyonu vardır ve her ibadet bir vitamindir. Hatta ibadetler yerine göre ilaç görevini de görmektedirler.

Eğer ölçü olmayıp sadece ruh kuvvetlendirilmeye çalışılırsa ruhban, sadece nefsin istekleri yerine getirilecek olursa o zaman da dünyaperest ve nefsine kul olmuş bir insan modeli ortaya çıkmaktadır. Eski Yunan ve Roma Medeniyetinin dünyaperestliği ve şehvetperestliği kiliseyi ruhbanlığa sevk etti. 350 yılında ölmüş olan Aziz Antonio, bu medeniyetlerin şehvetperestliğinden insanları kurtarabilmek için Hristiyanlığa ruhbanlığı soktu. Ona göre: “Ruh, bedenin içerisinde hapishanedeki bir mahkûm gibidir ve ruhun bu bedenden kurtulması lazımdır.  Bunun için de bedenin bütün arzularının reddedilmesi, dünya nimetlerinin terk edilmesi ve ruhun güçlendirilmesi lazımdır.” Aziz Antonio özetle: “Evlenmeyin, çalışmayın, yıkanmayın, yemeyin, içmeyin, mağaralarda yaşayın. Başka türlü nefsinizi kontrol altına alamazsınız” dedi. İnsanları tamamen dünya düşmanı yapmaya çalıştı. Güya bu şekilde insanların nefislerini terbiye edecek ve ruhlarını güçlendirecekti. Hâlbuki öyle olmadı. Yanlış din, dünyayı dinsizliğe götürdü. Ruhbanlık, insanları dinden soğuttu, insanların daha çok dünyaperest olmasına sebep oldu. İslam ise insanın ruhunu güçlendirirken, nefsini terbiye ederken tabi yolları seçti. İnsanı hayatın dışına çıkarmadan nefsi terbiye etmenin yollarını öğretti. Çünkü Allah Rabdir ve yarattığını bildiğinden dolayı nasıl terbiye edileceğini de bilmektedir. Ondan ötürü insana oruç gibi ibadetleri emretmiştir.

 

KUR’AN’IN NÜZULÜ VE YERYÜZÜNDE GERÇEKLEŞTİRİLEN İNKILAPLAR

Ramazan ayını şerefli kılan, onda sadece oruç tutuluyor olması değil insanlara yol göstermek için gelen Kur’an’ın bu ayda indirilmeye başlamasıdır. Bu ayda Allah Azze ve Celle, Kur’an ile insanoğlunun gidişatını değiştirmiştir. Bu ayda insanoğluna yeni bir medeniyetin yolu gösterilmiştir. Bu sebeple kitabın inmeye başlaması insanlık tarihinin en önemli hadisesidir. İşte bundan dolayıdır ki Kadir Gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Hayatımızda öyle anlar olur ki icabında bir ömre bedel olur. Bazen çok kısa bir an çok büyük manalar ifade eder, çok büyük şeylerin değişmesine sebep olur. İşte aynen öyle Kur’an’ın indirilmesiyle tüm dünyada büyük değişimler başladı. O halde Ramazan ayında, Ramazan’da indirilen Kur’an’ın mesajını anlamaya çalışmak ve onu hayat kitabı olarak görüp raflardan indirmek gerekir.

Kur’an-ı Kerim: شَهْرُ رَمَضَانَ الَّذ۪ٓي اُنْزِلَ ف۪يهِ الْقُرْاٰنُ هُدًى لِلنَّاسِ وَبَيِّنَاتٍ مِنَ الْهُدٰى وَالْفُرْقَانِۚ “Ramazan ayı ki onda Kur’an, insanlara yol gösterici, doğrunun belgelerini içeren ve hakkı batıldan ayıran (bir kitap) olarak indirildi. Sizden bu ayı idrak eden, onda oruç tutsun”[18] buyurarak Kur’an-ı Kerim’in Ramazan ayında indirildiğini haber vermektedir. Allah Azze ve Celle önceki ilahî kitapları Ramazan ayında indirdiği gibi Kur’an’ı da o ayda indirmiştir. Hz. İbrahim’e verilen sahifeler Ramazan’ın ilk gecesinde, Hz. Musa’ya verilen Tevrat Ramazan’ın 6. gecesinde, Hz. Davud’a verilen Zebur Ramazan’ın 12. gecesinde ve İsa Aleyhisselam’a verilen İncil Ramazan’ın 13. gecesinde indirildi. İşte bu rivayete göre Allah Rasulü’ne Kur’an’ın inmeye başlaması da Ramazan’ın 24. gecesidir. Ramazan ayında oruç tutulmasının emredilmesinin sebebi de budur.  Yani oruç, insanlara doğru yolu gösteren Kur’an’ın bu ayda indirilmesine şükür olarak emredilmiştir.

Bu kitap dünyayı nasıl diriltti? Kur’an bir dava getirmek için geldi. Kur’an’ın geldiği dönemde insanlar kullara kulluk yapıyor, kralların dediği gibi yaşıyorlardı. Hâlbuki onları Allah yaratmıştı. Kullara kulluk yaparak şereflerini kaybetmişlerdi. Kur’an, yeryüzünde hâkim olmak ve insanları kula kulluktan kurtarmak için geldi. Kur’an; İran’ı, Bizans’ı ve o günün süper güçlerini yıktı. Allah, Kur’an ile insanlığı cehaletten kurtararak medeni yaptı. Kur’an’ın hükümleri, nefisleri terbiye etti. Kur’an sayesinde yeryüzünde yeni bir medeniyet kuruldu ve her alanda inkılaplar gerçekleştirildi.

O gün; insanoğlu şirkin, küfrün ve günahların içerisinde ne yapacağını bilemez bir vaziyette, kendi çocuklarını diri diri toprağa gömecek hale gelmiş, kan davaları çoğalmış, kadının “insan mı, hayvan mı” olduğu tartışılıyorken, aile hayatı diye bir şey kalmamış, içki, kumar, faiz, zina gibi günahlar ve putperestlik yayılmışken, Allah Azze ve Celle son Peygamberini göndermek suretiyle yeryüzüne son kez müdahale etti.

Vahyin başlaması demek Allah’ın insanoğluna, “Ey insan sen benim dünyamda oturan bir misafirsin, özgür bir varlık değilsin. Benim verdiğim vücudu kullanıyorsun, benim verdiğim rızıkları yiyorsun, benim verdiğim havayı teneffüs ediyorsun, ondan sonra da özgür olmaya kalkıyorsun. Sen kul olarak yaratıldın, kul gibi yaşamak, bana ibadet ve itaat etmek zorundasın. Hem sen, kendini benden daha iyi tanıyamazsın. Seni ben yarattım, ben seni senden daha iyi tanırım, ihtiyaçlarını senden daha iyi bilirim o halde bana itaat et, kafana göre ideoloji ve nizam uydurma” demesidir. Onun için Allah Azze ve Celle: “Doğru yolu göstermek bizim üzerimize vazifedir”[19] buyurmuştur. İşte Allah Azze ve Celle insanoğlunu kula kulluktan kurtarmak ve nasıl bir hayat yaşaması gerektiğini öğretmek için son kez kitabını indirdi.

Hz. İsa: “Ey Rabbim! Göklerde Senin iraden gerçekleştiği gibi yeryüzünde de Senin iraden gerçekleşsin”[20] diye dua etmişti. Hükmetmek Allah’ın hakkıdır o halde insanlar yeryüzünde, Allah’ın istediği gibi bir nizam meydana getirmeli ve böylece Allah Azze ve Celle’yi yeryüzüne hâkim kılmalıdırlar.

İnsanoğlu Allah’ı unuttuğu zaman ya kendisini ilah zannedecek ve firavunlaşacak ya da kendisini ilah zannedenleri ilah görecek, onlara kulluk yapmaya başlayacak ve şerefini kaybedecektir. O yüzden Kur’an-ı Kerim: “Allah’ı unutan, bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. İşte onlar gerçekten yoldan çıkmışlardır”[21] buyurur. Yani ceza amelin cinsinden gelir ve Allah’ı unutanlara Allah da şerefli bir varlık olduklarını unutturur, yeryüzünde Allah’ın dediği değil benim dediğim olacak diyenlere itaat ederler. Onlar Allah’ın kendilerine ruhundan üflediğini unuturlar. Meleklerin kendilerine secde ettiğini unuturlar. Allah’ın halifesi olduklarını unuturlar da o krallara kulluk yaparlar. Onlara itaat ederler de Allah’a itaat etmezler. Güç ve kuvvet eline geçenler ise Allah’ı unutacak olursa bir Firavun kesilecektir. İşte güçlüler firavunlaşmasın güçsüzler de firavunlara kulluk yapmasın diye Allah Azze ve Celle bu kitabını indirdi ve insanları Allah’a itaate davet etti. Çünkü;

Mademki Allah her şeyi bilendir, O’ndan daha iyi bilen yoktur; O halde O’nun dediği olmalıdır.

Madem her şeyin sahibidir, kâinatın O’ndan başka sahibi yoktur; O halde O’nun dediği olmalıdır.

Mademki bütün insanlar eşittir, eşit olmayan sadece Allah’tır; O halde O’nun dediği olmalıdır.

Mademki insanların menfaatleri var ve menfaati olmayan sadece Allah’tır; O halde O’nun dediği olmalıdır.

Mademki insanlar kurdukları nizamın sonuçlarını bilemezler ama Allah bilir; O halde O’nun dediği olmalıdır.

Allah Azze ve Celle hakla batılı ayırmak için gönderdiği Furkan’ıyla her şeyi değiştirdi. Yanlış inançlar kaldırılıp yerine doğrular yerleştirildi. İnsanın nefsini terbiye edecek ibadetler emredildi. Zararlı ve insanın onuruna yakışmayan şeyler haram kılındı. Kötü ahlaklar reddedilip güzel ahlaklar yerleştirildi. Muamelata dair konularda adaletli prensipler getirildi. Din ile dünya ayrımına son verildi. Din her konuda hükümler koyarak hayata hükmetti. Irkçılık kaldırıldı. Allah Azze ve Celle onları ümmet yaptı. 120 sene birbiriyle savaşan Evs ve Hazreç kabileleri, Kur’an sayesinde kardeş oldu. “En üstün olanlarınız en takva olanlarınızdır”[22] buyurularak üstünlük ölçüsünün ne olması gerektiği öğretildi. Her alanda yapılan inkılaplarla diriliş gerçekleşti.

Sonuç olarak ey gayr-i İslamî medeniyetler meydana getirenler! Haydi, Kur’an’ın meydana getirdiği insan gibi bir insan ve Kur’an’ın meydana getirdiği toplum gibi bir toplum meydana getirin. Sizin medeniyetiniz insana modern bir hayat sunduysa da medeniyeti öldürdü, insanın insanlığını aldı, huzuru yok etti. Aileleri dağıttı, anarşiyi körükledi. Şehveti azdırdı, suçları çoğalttı ve insanın şerefini beş para etti. İnsanı, hayvandan aşağı bir noktaya indirdi. İşte sizin medeniyetiniz ve işte Kur’an’ın geçmişte meydana getirdiği medeniyet! Tercihinizi yapın!

Kur’an-ı Kerim: “Peygamber der ki: Ya Rabbi benim bu milletim Kur’an’ı terk olunmuş olarak bıraktılar”[23] buyurur. Yani Kur’an’ı okumadılar, mesajını anlamaya gayret göstermediler. Ya da işlerine geleni uygulayıp işlerine gelmeyeni terk ettiler. Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir hadiste: “Bir insan ki Kur’an’ı öğrenir, sonra Kur’an’ı terk ederse Kur’an ondan kıyamet gününde davacı olur ve ‘Ya Rabbi bu kişi beni terk olunmuş olarak bıraktı’ der” buyurmuştur. Dolayısıyla Kur’an’ın nazil olduğu bu mübarek günleri ihya etmek isteyenler evvela Kur’an’ın mesajını anlamalı, Kur’an’ı yaşamalı, Kur’an’ı hayata hâkim kılmaya çalışmalı, kadrini kıymetini bilmelidirler. İyi bilinmelidir ki; dün bizi yükselten ve dünya devleti yapan bu kitap okunur, yaşanır ve tatbik edilirse bugün de bizi dünya devleti yapacak, zulümlerden kurtaracak, dünyada güçlü ve mutlu, ahirette bahtiyar kılacaktır. Müslümanların kurtuluşunun buna bağlı olduğu unutulmamalıdır. Allah’a emanet olun.


[1]Hicr, 29

[2] Zariyat, 56

[3] Bakara, 21

[4] Ankebût, 45

[5] Bakara, 183

[6] Bakara, 183

[7] Buhari, Hadis No: 1894; Müslim, Hadis No: 1151

[8] Casiye, 23

[9] Taberani

[10]Ali el-Müttakî, Kenzü’l-ummâl, XI, 192/31186; Râmûzu’l-ehâdis

[11] Şems, 9

[12] Şems, 10

[13] Buhari, Savm, 6

[14] Beyhaki, Şuabu’l-İman, 5/223

[15] Buhari, Savm, 2

[16] Buhari, Savm 9; Müslim, Sıyâm 163

[17] Tirmizi, Radâ 17, 1172

[18] Bakara, 185

[19] Leyl, 12

[20] Matta, 6:9

[21] Haşr, 19

[22] Hucurat, 13

[23] Furkan, 30