Tarih

Şehirler ve Âlimler -1

Paylaş:

     Furkan Nesli Dergisi olarak İslam tarihinde önemli bir konuma sahip olan, bulunduğu dö­nem içerisinde karanlığa ışık tutan, İslam’ın en güzel şekilde yaşandığı, ilmin merkezi olan şehirler ve âlimlerden bahsedeceğimiz yeni bir seriye başlıyoruz. Bugün İslami mücadele içe­risinde yer alan bazı kimseler kâfirlerin şedid müdahaleleri neticesinde bazen ümitsizliğe düş­mekte ve sanki hiçbir dönemde İslam yaşanılmamış ve yaşatılmamış gibi düşünerek ümitsizliğe kapılmaktadır. Ancak şu an elimizde olan miras bizi ümitlendiriyor ve aslında olması gereken de ümitlendirmesidir. Eskiden İslam’ın kalesi ve ilmin merkezi halinde olan şehirler bize tarihimizi hatırlatıyor. İslami anlayışa göre dizayn edilmiş ya da dönüştürülmüş olan şehirler bugün halen dip diri ayakta ve o günkü şanlı günleri hatırlatıyor. İşte bu noktada bizler tarihimize tekrardan ışık tutarak o şanlı günleri yad edeceğiz inşallah.

CORDOBA- KURTUBA (İSPANYA)

İlk olarak Kurtuba’yı ele almamızın sebebi: Fethedilmesi ayrı bir destan, dünyaya bıraktığı miras ise apayrı bir destan olmasından ötürüdür. Ayrıca Avrupa’da İslam’ın en güzel şekilde yaşan­dığı ilk yerdir. Peki Kurtuba nasıl bir yerdir? An­latalım…

İspanyolca adı Córdoba olan şehir Atlas Okya­nusu’nun 200 km. uzağında ve deniz seviyesin­den 100 m. yükseklikte, Guadalquivir (Vâdilkebîr) nehrinin kenarında yer alır. Fenikeliler tarafın­dan kurulmuştur. Şehrin son yıllardaki nüfusu 300.000’in üzerindedir (2001’de 308.100). II. Kar­taca Savaşı’ndan (m.ö. 218-201) sonra Romalılar için önem kazandı ve milâttan önce 152’de Ge­neral Claudius Marcellus’un Keltiber harekâtı sı­rasında zapt edilerek Baetica eyaletinin merkezi yapıldı.

Tarık b. Ziyad’ın kumandanlarından Mugis er-Rûmî, Şevval 92’de (Temmuz-Ağustos 711) şehri önemli bir direnişle karşılaşmadan fet­hetti. Mugis Kurtubalılar’a yumuşak davrandı ve yönetimlerini Katolik kilisesinin zulmüne uğrayan Yahudilere bıraktı. İkinci vali Hür b. Ab­durrahman es-Sekafî (716-719) Endülüs’ün baş­şehri olarak burayı seçti. Semh b. Mâlik el-Hav­lânî, Romalılar’ın yaptırdığı köprüyü ve yıkık batı surlarını tamir ettirdi; 750 civarında da Yusuf b. Abdurrahman el-Fihrî Vizigotlar’ın St. Vicente Kilisesi’ni cuma camiine çevirdi. I. Abdurrah­man bağımsızlığını ilan ettikten sonra başşehir Kurtuba’nın surlarını genişletti ve buraya, dedesi Emevi Halifesi Hişâm b. Abdülmelik’in Dımaşk yakınlarındaki sarayını hatırlatan Rusâfe Sara­yı’nı yaptırarak arkasından gücünü ve ihtişamı­nı göstermek üzere orijinal planını bizzat çizdiği Kurtuba Ulucami’nin inşaatını başlattı. Onun asıl amacı kendi başşehrini Batı İslam dünyasının merkezi haline getirmekti. Abdurrahman’ın oğlu ve halefi I. Hişâm camiyi tamamlattı. İspanya’da Emevi döneminin zirvesini teşkil eden III. Abdur­rahman, Kurtuba’nın 8 km. kuzeybatısında Sierra Cordoba’nın eteklerine Medînetüzzehrâ Sarayı’nı yaptırdı. O günlerde Kurtuba, Avrupa’da cadde aydınlatmasına sahip ve hamamları olan ilk şe­hirdi. Hâcib İbn Ebu Âmir el-Mansur, Kurtuba’nın doğusunda hükümet daireleri için Medînetüzzâ­hire’yi kurduysa da binalar 1013’teki Berberî ayak­lanmasında tamamen yıkıldı.

İslami dönemde Kurtuba, en az çağdaşı İstan­bul ve Bağdat kadar veya bugünün birçok kozmo­polit yerleşim merkezi kadar karışıktı. Nüfusu Araplar, Franklar, Slavlar, Suriyeliler, Berberîler, Grekler, Gotlar, İspanyol Romanlar ve Batı Afri­ka kökenli zencilerden oluşuyor, pazarlarında dünyanın her yerinden gelen her zevke uygun mallar sergileniyordu. Şehirde 200.000 ev, 600 cami ve medrese, 800 hamam, 50 hastane ve çe­şitli sanayi tesisleri vardı. Kurtuba, III. Abdurrah­man zamanında ihtişamının zirvesine yükseldi. II. Hakem’in (961-976) yaptırdığı kütüphanede 400.000’e yakın kitap bulunduğu söylenir. X. yüz­yılın sonlarında yönetime hâkim olan Hâcib İbn Ebu Âmir el-Mansur zamanında bir ilim merkezi haline gelerek Avrupa, Kuzey Afrika ve hatta As­ya’dan ilim adamlarını kendine çekti. Emevi ha­nedanının çöküş sürecinde gerilemeye başlayan şehir 1013’te Berberîler tarafından yağmalandı. 1016-1022 yılları arasında Hammûdîler’in hâki­miyetinde kaldı. III. Hişâm ile (1027-1031) birlikte Emevi hanedanının son bulmasının ardından 1031’den 1070’e kadar Cehverîler’in idaresinde bir cumhuriyet haline gelen Kurtuba daha son­ra Abbâdîler’in ve onların arkasından da 1091’de Murâbıtlar’ın, 1148’de Muvahhidler’in ve 1228’de Hûdîler’in eline geçti. 1236’da zayıf durumda olan şehir Kastilya-Léon Kralı III. Fernando tarafından kolayca zapt edildi. Tekrar Hristiyan hâkimiyeti­ne girmesiyle birlikte Kurtuba’nın nüfusu bir ara 50.000’e kadar düştü. Nüfus çok geçmeden yine 300.000’e yükseldiyse de eski günlerin ihtişamı bir daha geri gelmedi; ayrıca XIX. yüzyılda Napol­yon ordularının saldırı ve yağmalama felâketine uğradı.

Kurtuba, tarihi boyunca çeşitli ilim dalların­da ve özellikle Edebiyatta temayüz etmiş pek çok renkli insan yetiştirmiştir. Bunların en önde ge­lenleri arasında, Romalılar döneminde hatip Se­neca ile oğlu filozof Seneca ve torunu ünlü şair Lucanus, İslami dönemde de el-ʿİdü’l-ferîd adlı şiir antolojisi Doğu’da ve Batı’da bir klasik haline gelen İbn Abdürabbih, ilk dönem âlim-filozofu İbn Meserre, aşk üzerine yazdığı Tavu’l-ḥamâ­me adlı eseriyle tanınan ve aynı zamanda Batı Avrupa’daki ilk ciddi karşılaştırmalı dinler tarihi kitabının sahibi olan İbn Hazm, Hay b. Yazân’ın yazarı İbn Tufeyl’e ve Spinoza’ya ilham veren Ya­hudi filozof-tabibi İbn Meymûn, Maliki fakihi İbn Rüşd ve torunu ünlü filozof-âlim İbn Rüşd, kıraat âlimi Dânî, tarihçi, fıkıh ve hadis âlimi İbn Beşkü­vâl, hadisçi Ahmed b. Ömer el-Kurtubî, hadisçi ve kıraat-nahiv âlimi İbn Sa‘dûn el-Kurtubî ile mu­haddis-müfessir Muhammed b. Ahmed el-Kur­tubî sayılabilir.1

Kurtuba Camii

Medinetüzzehra Sarayı

  1. Kurtuba ile ilgili verilen bilgilerin tamamı DİA Thomas B. Irvıng hazırladığı “Kurtuba” makalesinden alınmıştır.