Alıntı

Tarih Boyunca Büyüklerin Mücadelesi-2

Paylaş:

                                                                                                                                                                        

                Tıpkı günümüzde olduğu gibi tarihin her döneminde iyi işler yapmaya çalışanlar, adaleti hakkıyla yerine getirenler, fırsatçılara ve zalimlere fırsat tanımayanlar daima zalimlerin ve menfaatperestlerin fiili ve psikolojik işkencelerine maruz kalmışlardır. İmâm-ı Âzam ve İmam-ı Şafii de bu işkencelere maruz kalan alimlerimizdendir. Onlar hak bildikleri yolda hiçbir zaman taviz vermeden, yapılan tehditlere boyun eğmeden tüm zorlukları göze alarak hakkı savunmuşlardır. Fıkıh alimi olarak tanıdığımız İmâm-ı Âzam ve İmam-ı Şafii’nin yalnızca müçtehid olmadığını aynı zamanda birer mücahid olduklarını hayatlarından örneklerle görebiliyoruz.

                İMÂM-I ÂZAM EBÛ HANİFE

                Ebû Hanife’nin, İmâm-ı Âzam (en büyük imam) unvanıyla anılması, onun fıkıhtaki derinliğinin, keskin zekasının ve ikna kabiliyetinin yanında yüce bir karakter ve onur sahibi olduğunu da göstermektedir. Pek çok kişi devlette makam kapmak için yarışırken İmâm-ı Âzam yanlış tasarruflara alet edilirim korkusuyla halife Ebû Cafer Mansur tarafından kendisine teklif edilen baş kadılığı kabul etmemiş, bu yüzden hapsedilmiş ve işkencelere maruz kalmıştır.

                İmâm-ı Âzam  Ebû Hanife Rahimehullah zamanında, Hicri 122 senesinde İmam Zeyd b. Ali’nin kıyamı gerçekleşmiş, İmam-ı Âzam Ebû Hanife de hem malıyla hem de fetvaları ile kıyamın meşruluğuna destek çıkmıştı. Sonrasında sırasıyla Zeyd b. Ali, oğulları Yahya ve Hasan şehit edilmiş, Ebû Hanife de kıyamı desteklediği için yönetimdekilerin şimşeklerini üzerine çekmişti. İslam’ı yegâne ölçü olarak almadıkları yönetimlerini halk nezdinde meşrulaştırmak ve halkın itaatini kazanabilmek için âlimleri araç olarak kullanmak isteyen Emevi ve Abbasi yönetimleri, Ebû Hanife’yi de satın alacaklarını zannettiler. Emevi yönetimi, Ebû Hanife’yi yanına çekerek hem onun fetvalarını kontrol etmek hem de ileride yapacağı zulümlerini ona tasdik ettirmek için kendisine Bağdat kadılığını teklif etti. Yapılan teklifin maksadını anlayan Ebû Hanife Rahimehullah teklifi kabul etmeyince, Halife Mansur onun hapsedilmesini ve her gün on kırbaç vurularak işkence edilmesini emretti. Öyle ki, kırbaçlama işini yapan zindancı bile bir gün bu zulme “Yeter!” deyip isyan edecekti.

                İmâm-ı Âzam ve Halife Mansur arasında geçen konuşma şu şekilde tarihe geçmiştir:

                – Halife beni kadılık için davet etti. Ben de ona bu işe lâyık olmadığımı bildirdim. Dedim ki; delil davacıya yemin ise davalıya düşer. Fakat bunu bilmek kadı olmak için yeterli değildir. Kadı olacak kimse senin aleyhine, oğlunun aleyhine ve kumandanlarının aleyhine de hüküm verebilecek cesarette biri olmalıdır. Bende ise bu cesaret yok. Gönlüm kadılık teklifine razı değil.

                Başka bir rivayete göre İmâm-ı Âzam, Ebû Cafer’e:

                – Ben bu hususta kendime güvenemiyorum. Eğer beni Fırat’ta boğulmakla bu teklifi kabul etmek arasında muhayyer bıraksan ben boğulmayı tercih ederim. Senin etrafında ikram bekleyen bir sürü kimse var. Ben kadılığa lâyık değilim, deyince Ebû Cafer’in canı sıkıldı ve: Yalan söylüyorsun. Sen bu işe lâyıksın dedi. Ebû Hanife de hemen cevabı verdi: İşte hükmünü kendin verdin, yalan söylediğini iddia ettiğin birine nasıl kadılık verirsin?

                İmâm-ı Âzam halifenin gönderdiği hediyeleri kabul etmemiş, geri göndermişti. Bunun üzerine Ebû Cafer: Sen benim hediyelerimi neden kabul etmiyorsun? dedi. O da cevaben: Mü’minlerin emiri bana sırf kendi malından bir şey göndermedi ki: Eğer kendi malından bir şey gönderseydin onu kabul ederdim. Sizin gönderdikleriniz ise Müslümanların malından, hazinedendir. Benim ise hazinede özel hiç bir hakkım yoktur. Zira ben cepheye gidip savaşanlardan değilim ki, mücahitler gibi Beytü’l-Mal’dan hisse alayım. Mücahitlerin çocuklarından da değilim ki yetim yavrular gibi hisse alayım. Ayrıca fakir de değilim ki, yoksullar gibi pay alayım.

                Abbasî yöneticileri de benzer bir siyasete devam etti. Pek çok âlim ve âbide zulmetmeye başladılar. Abbasî halifesi, Ebû Hanife’yi yanına almak istemiş, ona hediyeler göndermişti. Büyük İmam, kamu imkânları ile alınan hediyelerin hiçbirini kabul etmedi ve meşru görmedi. Halife Ebû Cafer el-Mansur buna da çok içerledi. Musul isyanını bahane ederek halkı katletmek için fetva isteyen halifeye menfi cevap veren Ebû Hanife için tekrar zindana girmekten başka çare kalmadı. Hanefi mezhebinin ve İslam tarihinin muhteşem mütefekkiri Ebû Hanife, ne Emevî zulmüne ortak oldu ne Abbasî baskısına boyun eğdi; ama bu dik duruşunu özgürlüğüyle, canıyla ödedi. Ebû Hanife bir rivayete göre hapiste iken, diğerine göre hapisten çıktıktan sonra gördüğü ağır işkencelerin şiddetiyle vefat etmiştir.

                İMAM-I ŞAFİİ

                İmam Şafii henüz 2 yaşında bir çocukken babası Gazze’de vefat edince annesi, asaleti bozulmasın diye onu alıp Mekke’ye döndü. Çocukluğunda yüksek bir soya mensup olduğu halde fakir ve yetim çocuklar gibi yaşadı. Muhtaç olduğu halde kimseden bir şey istemez, minnet altına girmek istemezdi. Ancak ömrünün sonuna doğru ona Beytü’l-Mal’dan, Muttalib oğullarına ayrılan fasıldan bir tahsisat bağlanmıştı. Dört yıllık bir kadılık görevi hariç bütün hayatı; ilim tahsili ve fıkıh tedvininde geçti. İmam Şafii söz konusu görevine devam ettiği sıralarda Yemen’e bir vali tayin oldu. Bu vali, kendi idaresi altındakilere zulüm yapmaktan çekinmiyordu. Bu durumdan haberdar olup rahatsız olan Şafii, alimlerin elinde keskin bir kılıç olan tenkit vasıtasını çok iyi kullanarak bu valiyi uyarmaya çalıştı. Fakat Şafii’nin bu tavrı valinin onun aleyhine harekete geçmesine yol açtı. Vali ona kin bağlayarak hakkında iftiralar uydurdu. Zira herkes tabiatının gereğini yapar.

                Abbasiler, Hz. Ali Radıyallahu Anh’ın soyundan gelenlere karşı bir tavır içindeydiler. Bu sebeple herhangi bir valinin Hz. Ali soyundan gelenlere karşı iyi davrandığını tespit ettiklerinde derhal onu ya azlediyor ya muhakemeye çekiyor ya da öldürüyorlardı. Söz konusu zalim vali de Abbasileri bu zayıf noktalarından vurmayı başardı. İmam Şafii’yi Hz. Ali soyundan gelenlerin taraftarı olmakla itham etti. Bu sadece psikolojik bir yıldırmaydı ve herhangi bir fiili duruma dayanmıyordu. Çünkü İmam Şafii’nin Hz. Ali’nin soyundan gelenlere karşı sevgi beslediği herkesçe biliniyordu. Fakat onun bu sevgisi kendisini Şiilik propagandasına ve onların iktidara gelmesi için bir girişimde bulunmaya sevk edecek durumda değildi. Tüm bu gerçeklere rağmen zalim vali, bu konuda ısrar ediyor, Halife Harun Reşid’e mektup göndererek onu Şafii’ye karşı kışkırtıyordu.

                Nihayet İmam-ı Şafii eli kelepçeli halde Bağdat’a gönderildi. 34 yaşlarında böyle bir durumla karşı karşıya kalan Şafii apar topar Halife Harun Reşid’in huzuruna çıkarıldı. Ancak güzel savunması ve İmam Muhammed ibnu Şeybani’nin lehinde şahitlik etmesiyle canını kurtardı.*

* https://furkanvakfigelisim.wordpress.com/2018/11/29/alimlerinsorumlulugu-tarih-boyunca-alimlerin-zalimlerle-mucadelesi/