Ümidini kaybeden, gücünü kaybeder. Çaresizliğe düşer. Yarı felçli bir hasta haline döner. Hâlbuki bizi bekleyen dünya kadar vazife var, sahiplerine vermemiz gereken haklar, el açmış milyonlar var, bebeler, analar, kurtarılmayı bekleyen imanlar/hayatlar var… Allah mü’minlerin velisidir… O’na dayananlar asla ümidini kaybetmez… Ne olursa olsun durmaz, yoluna devam eder…
İslam dinini kendisine dava edinmiş bir dava adamı, karamsarlık ve ümitsizliğe düşmemeli. Herhangi bir olumsuzluk söz konusu olduğunda feryat figan etmemeli. Şikâyet etmemeli. “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz” buyruğu adeta ümitsizliği yasaklamıştır.
Adamın biri cehennemde bir sene kalır, ‘Ya Hennan Ya Mennan’ tesbihine devam eder. Allah, Cebrail’den o kulunu getirmesini ister. Kul getirilir. Allah ‘yerini nasıl buldun?’ diye sorar. Kul ‘yerlerin en kötüsü’ der. Allah ‘onu yerine götürün!’ der. Adam giderken geriye döner bakar, baka baka gider. Allah ‘nereye bakıyorsun?’ der. Adam ‘beni cehennemden çıkardıktan sonra bir daha oraya iade etmeyeceğini umuyordum’ der. Allah Azze ve Celle kulunun bu ümit dolu sözünü işitince; ‘Mademki seni cehenneme tekrar göndermeyeceğimden ümit ettin o halde ey Melekler, kulumu cennete götürün!’ buyurur. Kulun ümidi, onun cennete gitmesine sebep olur.
Dava adamı, umutsuzluğu aklına bile getirmemeli. Çünkü umutsuzluk bataklığı, nice gayeleri, hayalleri yutar. Umutsuzluğa düşen iflah olmaz. Bu yüzden dava adamı, Akif gibi:
“Atiyi karanlık görerek azmi bırakmak, Alçak bir ölüm varsa eminim, budur ancak” demeli. Umutsuzluk, ölümden beterdir. Şikâyet, ruhi direnci, umudu eritir.
Bir gemi, okyanusta batıyor. Bir kişi sağ kurtulup ıssız bir adaya sığınıyor. Ağaç dallarından kendine bir kulübe yapıyor. Balık yiyerek günlerini geçiriyor. Allah’tan kendisini kurtarması için dua ediyor. Bir gün su getirmeye gidiyor. Dönüşünde kulübesinin yandığını görüyor. İsyankârca ‘Allah’ım bunu bana nasıl yapabildin?’ diye feryat ediyor. Ertesi sabah bir geminin adaya yaklaştığını görüyor. ‘Burada olduğumu nasıl anladınız?’ diye soruyor. ‘Dumanla verdiğiniz işaretten’ diyorlar. Kulübesinin yanmasının kendisi için bir kurtuluş olduğunu o zaman anlıyor.
• Dava adamı karamsarlığa düşmemeli. Bulunduğu yerde umutsuzluk ifade eden konuşmalara fırsat vermemeli. Dava adamı şikâyet eden, isyan eden olmamalı. Yoksa etrafındaki insanları kısa zamanda dağıtır. Bilakis umut pompalamalı, yılgınlığa ve umutsuzluğa fırsat vermemeli.
• Dava adamı, imkânları ile yetinmesini bilmeli. Sahip olduklarının yetersizliğinden hareketle şevk kırıcı bir ortamın oluşmasına fırsat vermemeli. Umutsuzluğa düşmemek için halinden, imkânlarından memnun olmalı. Mevlana, konu ile ilgili şöyle bir hikâye anlatıyor:
“Fakir bir saka, o sakanın da bir eşeği vardı. Zayıf, zavallı bir eşekti. Saka, eşeğine verecek bir ot bile bulamıyordu. Padişahın atlarının bakıcısı bu sakayı tanıyordu. Eskilere dayanan bir ahbaplığı vardı. Bir gün sakaya rastladı. ‘Bu zavallı eşeğin hali ne böyle, neredeyse zayıflıktan ölecek’ dedi. Saka yana yakıla anlattı. ‘Sevgili dost, biliyorsun ki ben fakir bir insanım. O sebeple bu zavallı hayvana bakamıyorum’ dedi. Padişah’ın ahır başı ‘sen bu hayvanı bana ver, birkaç gün Padişah’ın ahırına bağlayayım, ona Padişah’ın atlarının yeminden vereyim, biraz düzelsin’ dedi. Saka, eşeği seve seve verdi. Eşeği alıp Padişah’ın ahırına getirdiler. Eşek ahırdaki temizliği, atların halini görünce; ‘Ya Rabbi, bu nasıl iş, bu atlar Senin yarattığın da ben Senin yarattığın değil miyim? Benim halime bak, bunların durumuna bak! Böyle olur mu?’ dedi. Aradan birkaç gün geçmeden savaş çıktı. Ahırdaki atları savaş alanına yolladılar. Atlar, döndüğünde her birinin vücudunda yüzlerce yara vardı. Atların ayakları bağlandı, cerrahalar geldi, başladılar atların orasını burasını yararak, ok parçalarını, mızrak uçlarını çıkarmaya. Bunu gören eşek, söylediklerinden bin pişman oldu, haline şükretti.”
Hem zevk ve sefa sürelim hem başaralım, anlayışı şimdiye kadar hiçbir olumlu sonuç vermemiştir. ‘Bu kadar zorluğa sıkıntıya nasıl göğüs gereceğiz’ yılgınlığı; başarının önündeki en büyük engeldir.
“Yavuz Sultan Selim Han, 1514 yılında Çaldıran Seferi’ne çıkmıştı. İran’a yürüyen askerler sınıra yaklaştıkları bir anda sıkıntı çektiklerinden geri dönmek istediler. Hatta Padişah’ın çadırına ok atacak kadar işi ileri götürdüler. Verdiği karardan kesinlikle dönmeyen Sultan, hemen atına binerek Yeniçerilerin içine girdi. Hepsine öfkeli ve sert bir nazarla baktıktan sonra onlara şöyle seslendi: ‘Zahmet çekmeden zafer kazanmak nerede görünmüştür? Ben size bu sıkıntıların çekileceğini daha cülusumda söyledim, o zaman kabul ettiniz. Şimdi niye itaat etmezsiniz? Yiğit olanlar benle gelir. Rahatını düşünenler evlerine dönsünler’ deyince asker arkasından sökün etti.”
Hiçbir Zaman Ümidini Yitirme!
Dava adamı hiçbir zaman gelecek ile ilgili olumsuz duygular içinde olmamalı. Gereksiz endişe ve kaygılardan uzak durmalı. Bediüzzaman gibi haykırmalı: “Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür seda İslam’ın sedası olacaktır.” Kendilerini yüksek bir ideale adayanları ümit, şarj eder. Ümidin kaynağı da Allah’a imandır. Allah’ın davasına gönül verenler, Allah’tan ümit kesmez. Gayret ve hizmetlerinin karşılığına ahirette ulaşacaklarına inanırlar. Bitmek bilmeyen bir dinamizm, yüksek performans Allah’a inanma, güvenme ve dayanmayla ilgilidir. Bu yüzden karşılaşılan en olumsuz şartlar bile ümit sayesinde engel olarak görülmez, işin gereği olarak görülür. Zorluklar, ümidi yeniler.
Allah’a inanan, Allah’a ümitle bağlı olan, hayal kırıklarının, tökezlemelerin geçici olduğuna inanır. Her şartta kendini koyvermez. Muhammed İkbal, Esrar ve Rumuz’unda şöyle söylüyor: Ümitsizliği, hayat için bir zehir olduğunu kabul etmek zaruridir. Ümitsizlik, seni mezar gibi sıkar… Yeis, hayatı uyutur… Aydınlık günü uzun, karanlık bir gece haline getirir. Dava adamı, iş yapar. Mevlana gibi “Koşmak dinlenmektir. Oturmak yorulmaktır” der.*
*Bu metin İbrahim Özgüleç’in ‘Dava Adamı Olmak’ adlı eserinden alıntı yapılarak hazırlanmıştır.