Başyazı

Ümmetimizin Çöküşü ve Çöküşün Sebepleri -10

Paylaş:

Gönderdiği tevhid inancı ile bizi kullara kul olmaktan kurtaran Allah’a hamd; insanları kulluğa ve medeniyete ulaştırmak için gece gündüz çalışan Rasulüne salât-u selam; Efendimizin kurduğu medeniyeti yeniden canlandırmaya gayret gösteren tüm Müslümanlara selam ile…

Ümmetimizin çöküşünün sebeplerinden üç tanesini ve onlardan biri olan tembelliği, tembelliğe götüren on iki sebebi ve kısaca bunların çözüm yollarını anlattıktan sonra artık diğer sebeplere geçebiliriz.

4- Ölüm Korkusu ve Cesaretsizleşme: Ümmetimizin çökmesinde ilk üç sebep gibi ölüm korkusu da önemli bir sebep olmuştur. Daha önce de metnini verdiğimiz “vehn” hadisinde Allah Rasulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Bir vakit gelecektir ki ümmetler size karşı bir kuvvet oluşturacaklar. Tıpkı yemek yiyenlerin yemek dolu tabağa saldırdıkları gibi.” Dediler ki; “Ya Rasulallah, biz o gün az olduğumuz için mi?” Dedi ki; “Hayır, bilakis çoksunuz. Yalnız selin götürdüğü çer-çöp gibi gücünüzü kaybedeceksiniz. (Çer-çöp mesabesinde olursunuz.) O da sizin korkunuzu düşmanlarınızın kalbinden alır, kalbinize vehn sokar.” “Vehn nedir ya Rasulallah?” dediler. Buyurdu ki: “Dünya sevgisi ve ölümü kerih görmektir”1

Ümmetin geleceği ile ilgili haber verdiği ve bu haber doğru çıktığı için hadis, Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Allah’ın Rasulü olduğunu ispatlayan mucizelerindendir. Hadis-i Şerifin haber verdiği saldırı gerçekleşmiş ve Müslümanlar parçalanmışlardır. Efendimiz, o zaman da Müslümanlardaki bu zâfiyetin gerçek sebebini belirtmiş, iç ve dış düşmanlarımızın bizi, sebep olmayan ama sebep gibi görünen bir takım şeylerle meşgul etmesini engellemek istemiştir. O halde hadise göre gerçek sebep, ne sayı azlığıdır ne de fakirlik gibi bir maddî sebeptir. Sebep, manevîdir, dünya sevgisi ve ölüm korkusudur. Dünyayı sevenler de ölümden korkanlar da Allah için yapmaları gerekenleri yapmamış, yapamamış, böylece ümmet zayıflamıştır. Düşman da bunu görmüş, bu tarihi fırsatı kaçırmamış, saldırıya geçmiş ve bizi parçalamıştır.

Hadis-i şerif, gerçek sebepleri gösterirken aynı zamanda çözüm yolunu da göstermiş olmaktadır. Dünya sevgisinin ve ölüm korkusunun kalplerden atılmasından başka çözüm yolu yoktur. Eğitim programlarımız bu doğrultuda olmalı ve bu iki mikroptan bizi kurtaracak şekilde düzenlenmelidir. Çünkü her zaman gerçek tedavi mikrobu yok eden tedavidir. Mikrop yok edilirse beden kendini toplayacak ve Allah’ın izni ve yardımı ile şifa bulacaktır. Bu iki mikroptan birincisi olan dünya sevgisi ve ondan kurtulmanın yolunu daha evvel anlatmış ve dünya sevgisinin tembellikten ayrı bir sebep olduğunu üç çeşit insanı ele alarak ispatlamıştım. Şimdi de ölüm korkusu ile dünya sevgisinin aynı şeyler olup olmadığına, ölüm korkusunun ayrı bir sebep sayılıp sayılmayacağına dair bir analiz yapmamız gerekmektedir. Bunun için şu üç sorunun cevabını bulmalıyız.

1- Ölüm korkusu dünya sevgisinin sonucu mudur?

2- Dünya sevgisi ölüm korkusunun sonucu mudur?

3- Ölüm korkusu dünya sevgisinden ayrı bir sebep midir?

Bu soruların doğru cevabını bulabilmek için üç çeşit insan düşünmeliyiz:

1- Dünyayı sevdiği için ölümden korkanlar,

2- Dünyayı sevdiği halde ölümden korkmayanlar,

3- Dünyayı sevmediği halde ölümden korkanlar.

Eğer insanların hepsi 1. maddede ifade edildiği gibi dünyayı sevdiği için ölümden korksaydı o zaman “ölüm korkusu dünya sevgisinin sonucudur” diyebilir ve ölüm korkusunun ayrı bir sebep olmadığını iddia edebilirdik. Ama 2. maddede ifade edildiği gibi dünyayı sevdiği halde ölümden korkmayan, yapması gereken vazifelerini yerine getiren birçok insan var. Demek ki dünya sevgisi bazı insanların ölümden korkmasına sebep olmuyor. O halde ölüm korkusu dünya sevgisinin sonucudur diyemeyiz. Öyle olsaydı her dünyayı seven ölümden korkardı. Bunun aksine 3. maddede ifade edildiği gibi dünyayı sevmediği halde ölümden korkan insanlar da var. O halde dünyayı sevmemek herkesi ölüme karşı cesur yapmıyor. Netice olarak dünya sevgisi ile ölüm korkusunun birbiriyle alakası olsa bile yine de birbirinden ayrı iki sebep olduğunu söyleyebiliriz.

Kur’an-ı Kerim ölüm korkusu ile cihaddan geri duran ve vazifesini yerine getirmeyen Yahudilerden bahsederken Maide Suresi’nde buyurur ki: “Ey kavmim; Allah’ın size yazdığı mukaddes yere girin ve ardınıza dönmeyin, yoksa hüsrana uğrayanlardan olursunuz. Demişlerdi ki: ‘Ey Musa; orada gerçekten zorba bir kavim var. Onlar oradan çıkmadıkça biz katiyen oraya girmeyiz. Eğer oradan çıkarlarsa biz de gireriz.’ (Allah’tan) Korkanlar arasında bulunan, Allah’ın nimetine erdirdiği iki adam demişlerdi ki: ‘Onların üstlerine kapıdan yürüyün, oraya girerseniz; muhakkak siz galiblersiniz. Şayet mü’minlerseniz; Allah’a tevekkül edin.’ Demişlerdi ki: ‘Ey Musa; onlar orada oldukça, ebediyyen oraya girmeyiz. Git, sen ve Rabbin savaşın. Biz, burada oturanlardanız.’ Demişti ki: ‘Rabbim; ben ancak kendime ve kardeşime sahibim. Artık bizimle fâsıklar güruhunun arasını ayır.’ Allah Azze ve Celle buyurmuştu ki: “Orası onlara kırk yıl haram edildi. Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. Artık sen fasıklar güruhu için tasalanma.”2

Ölümden korkan ve bu yüzden emre itaatsizlik edip cihaddan kaçan ve; “Ey Musa, orada gerçekten zorba bir kavim var. Onlar oradan çıkmadıkça biz katiyen oraya girmeyiz” diyenler Allah’tan bir ceza olarak Tih Çölü’nde kırk yıl şaşkın ve ne yapacağını bilmez bir vaziyette, bir oraya bir buraya gidip gelmekle cezalandırıldılar. “Sen ve Rabbin gidin savaşın” diyecek kadar ölümden korkan İsrailoğulları’ndan bu şerefli sancak alındı ve bu ümmete verildi.

Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, yukarıdaki hadisinde İsrailoğulları’nda olan bu hastalığın ileride kendi ümmetinde de oluşacağını ve bu yüzden güçlerini kaybedip zâfiyete uğrayacaklarını ve düşman saldırılarıyla perişan olacaklarını haber verdiği halde ümmetimiz yine de bu mikrobun bünyeye girmemesi için gerekli önlemleri almamış ve olan olmuştur.

Yukarıda ele aldığımız ayetlerde, o ölümden çok korkan İsrailoğulları’nın içinden iki kişinin; “Onların üstlerine kapıdan yürüyün, oraya girerseniz; muhakkak siz galiplersiniz” dedikleri haber verilir. Bazı âlimler bu iki kişinin Allah’tan korkanlardan olduklarını söylemişlerse de ayetin zahirinden anlaşılan, bu iki kişinin de korkanlardan olduğu ama Allah’ın nimeti sayesinde korkudan kurtulup böyle yiğitçe konuşabildikleridir. O halde ölümden korku fıtraten herkeste var olsa bile bastırılabilecek ve vazifenin yapılmasına engel olmayacak hale getirilebilecek bir zayıflıktır. İman ile bu zafiyet ortadan kaldırılabilmektedir.

Efendimiz, bir rivayette cesaretin Allah’ın hediyesi olduğunu, istediğine vereceğini bildirmiş ve layık olanlara yani iman-ı hakiki sahiplerine verileceğine işaret etmiştir. Müslümanlardan istenen hiç korkmaması değil, bu korkunun Allah korkusunun üstüne çıkmaması ve vazifesini yapmasına engel olacak bir hale gelmemesidir. Korkudan kurtulmak biraz da irade meselesi olsa bile iradenin bittiği yerde iman devreye girecektir. İradesi güçlü bir insanın bile korktuğu ve geri durduğu bir yerde iradesi zayıf ama imanı güçlü bir Müslüman korkmayacak ve vazifesini yerine getirecektir.

Ölümden korkmamak yani bu korkuyu kabul edilebilecek bir düzeyde tutmak iman ile olabildiği gibi ecelin bir olduğuna inanmakla da sağlanabilir. Evet, ecel birdir ve değişmez. O halde insan ecelini değil görevini düşünmelidir. Atasözünde “Korkunun ecele faydası yoktur” denirken de söylenmek istenen; ecelin bir olduğu ve değişmeyeceği gerçeğidir. Ecelin bir olduğuna iman, kişiye cesaret kazandırır. Korkaklık ömrü uzatmadığı gibi cesaret de ömrü kısaltmaz. İki ecele münafıklar inanır. Kuran-ı Kerim, savaşa gitmiş ve şehit olmuş Müslümanlar hakkındaki ayette: “Ey iman edenler, inkâr edenler ile yeryüzünde gezip dolaşırken veya savaşta bulundukları sırada (ölen) kardeşleri için: ‘Yanımızda olsalardı, ölmezlerdi, öldürülmezlerdi’ diyenler gibi olmayın. Allah, bunu onların kalplerinde onulmaz bir hasret olarak kıldı. Dirilten ve öldüren Allah’tır. Allah, yaptıklarınızı görendir”3 buyurarak münafıkların dediklerini haber verir ve sonra: “Allah diriltir ve öldürür” buyurur. Demek ki öldüren Allah’tır, yolculuk yapmak veya savaşa gitmek değil. Kur’an-ı Kerim yine: “Onlar, kendileri oturup kardeşleri için: ‘Eğer bize itaat etselerdi, öldürülmezlerdi’ diyenlerdir. De ki: “Eğer doğru sözlüler iseniz, ölümü kendinizden savın öyleyse”4 buyurur. Yani evde oturmanız sizi ölümden kurtaracak değildir, o halde bunlar ölüme karşı alınmış tedbirler değil, sadece korkaklıktır. Ve yine: “Bu işten bize bir şey olsaydı, biz burada öldürülmezdik” diyorlar. De ki: “Evlerinizde olsaydınız da üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar, yine devrilecekleri yerlere gidecekti”5 buyurarak münafıkların ruh halleri anlatılır ve: “Evlerinizde olsaydınız da üzerlerine öldürülmesi yazılmış olanlar, yine devrilecekleri yerlere gidecekti” buyurulur. Yani görevden, cihaddan ve ölümden kaçmanız ömrünüzü uzatmayacaktır. Ecelinizin vakti geldiğinde öleceğiniz yere götürülecek ve yine orada, aynı vakitte öldürüleceksinizdir. Nahl Suresi’nde de: “Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler ne de öne alınabilirler”6 buyurularak ecelin değişmeyeceği ifade edilmiştir.

Hadis-i şerifte yedi büyük günah sayılırken birisinin de savaştan kaçmak olduğu belirtilmiştir. O halde ölümden korkmak mazeret olarak kabul edilmemekte ve kişi bu yüzden cehennemlik olmaktadır. Kıyamet günü Allah Azze ve Celle’nin kabul etmeyeceği mazeretleri biz de kendimiz için mazeret olarak görmemeliyiz.

Konuya devam etmek dileğiyle… Allah’a emanet olun.

1- Ebu Davud, c:4, syf:483

2- Maid,e 21-26

3- Âl-i İmran, 156

4- Âl-i İmran, 168

5- Âl-i İmran, 154

6- Nahl, 61