Başyazı

Vahyin Hedeflediği Nesil-1

Paylaş:

 

Hamd, gönderdiği kitabıyla topluma yön veren Allah’a; salât-u selam, vahyin ışığında ilk Kur’an toplumunu oluşturan Rasulullah’a, selam ise Efendimiz’in güzide ashabına ve Kur’an’ın hedeflediği nesli yeniden oluşturabil­mek için azim ve fedakârlıkla gayret gösteren tüm kardeşlerime olsun.

Allah Azze ve Celle, yeryüzünde istediği gibi bir toplum meydana getirmek istemektedir. Her şeyin sahibi ve en iyi bilen O olduğu için insanı istediği gibi şekillendirmek, insana istediği gibi yön vermek ve istediği gibi bir toplum meydana getirmek elbette O’nun hakkıdır. Rabbimiz bu amaçla peygamberler göndererek insanoğluna yön vermek istemiştir.

Allah Azze ve Celle insanoğlunu hiçbir za­man peygambersiz bırakmamıştır. Her bir peygamberin gönderilmesi Allah’ın yeryüzüne müdahalesidir. Hz. Âdem Aleyhisselam, yer­yüzündeki ilk insan ve ilk peygamberdir. Allah Azze ve Celle bu şekilde yeryüzündeki ilk nesli, peygamberin neslinden meydana getirmiştir. Böylece yeryüzündeki ilk insanlardan doğanlar da babalarından Tevhidi yani Allah’ın onlardan ne istediğini öğrenmiştir.

İlk insandan itibaren bir başıboşluğun ol­madığını görüyoruz. Eğer ilk insan peygamber olarak gönderilmeseydi ya da peygamber bir müddet sonra gönderilseydi o zaman aklımıza: “Acaba Allah önceki insanlara müdahale etmek istemedi mi? Allah onlara yol göstermek iste­medi mi? Ya da ilk insanların aklı kendilerine yeterli miydi ki Allah, ilk insanlara peygamber göndermedi?” şeklinde sorular gelebilirdi. Al­lah, ilk insanı peygamber göndermekle insanın vahye ihtiyacının olduğunu insanlara göster­mek istedi.

DOĞRUYA ULAŞMAKTA VE UYMAKTA AKIL VE BİLİM YETERLİ MİDİR?

İlk insan peygamber olduğu için Allah’tan vahiy alıyor ve çocuklarına vahyi öğretiyor­du. Demek ki akıl insana doğruyu göstermede tek başına yeterli değildir. Eğer akıl yeterli ol­muş olsaydı o takdirde Allah Azze ve Celle bir dönemi peygambersiz bırakırdı. İlk insanlara peygamber göndermez, onları kendi akıllarıyla baş başa bırakırdı. Bir kavme peygamber gön­derilmeden, yol gösterilmeden, Allah’ın istediği kendilerine bildirilmeden azabın gelmemesi, insanın vahye olan ihtiyacının delilidir. Eğer akıl yeterli olmuş olsaydı, Allah peygamber göndermediği kavimleri de helak edebilirdi. “Ben size akıl verdim. Bu size yeterlidir” diyebi­lirdi. Ama Allah Azze ve Celle peygamber gön­dermeden helak etmiyor ve bunu da kitabında bize açıkça bildiriyor. Kasas Suresi 59. ayette şöyle buyrulmaktadır: “Rabbin, ‘ana yerleşim merkezlerine’ onlara ayetlerimizi okuyacak bir peygamber göndermedikçe, onları helâk edecek değildir.”

Bilim, tarih ve insanlığın geçirmiş olduğu tecrübeler insanın doğru yolu bulması için ye­terli midir? Tarih ilmi bugün elimizde fakat insanoğlunun durumu meydandadır. Demek ki tarih hiçbir zaman insana yol gösterebilecek kadar güçlü değildir. İnsan aklı ve bilim insana bazı meselelerde yol gösterse bile başka birta­kım meselelerde yol gösterememektedir. Akıl bazen doğruyu anlayabiliyor, bazı meseleleri çözebiliyorsa da her meseleyi anlayamıyor. İn­san gibi karışık bir varlığın tamamını çözemi­yorsa da bazı yönlerini çözebiliyor fakat insan ona da uyamıyor. Çünkü insanın nefsi, şeytanı ve kendisini saptıranlar vardır. Allah Azze ve Celle bundan dolayı kutsal bir mesaj gönderdi. Akıl yeterli olsaydı, peygambere ve kitaba gerek kalmazdı; insanlar bilimde ilerlemelerine rağ­men bu duruma gelmezlerdi. Bilim ilerledikçe insanoğlu daha da aşağılara düşmeye başladı. Bilim ilerledi, aynı doğrultuda suçlar da hapis­haneler de çoğalmaya başladı. Her türlü günah daha da arttı. Demek ki bilim insana yol göste­remiyor, insanı ‘adam’ edemiyor.

Bilim, insanın hayatını kolaylaştırıyor ve bazı alanlarda gelişmesini sağlıyor. Örneğin; matematik, insana bilgisayar, uçak, araba, te­lefon yapmayı öğretiyor. Fakat bilim hiçbir za­man insanın nefsini terbiye edemiyor. Çünkü bilimin böyle bir vazifesi de kudreti de yoktur. Eğer böyle bir kudreti olsaydı bilimin son de­rece geliştiği asrımızda suç oranları bu kadar fazla olmazdı. Bilimin gelişmediği asırlarda bu kadar suç işlenmiyordu. Bilim geliştikçe suçlar daha da çoğaldı. Demek ki Allah Azze ve Cel­le’nin insana müdahale etmesine ihtiyaç vardır.

Geçmiş dönemlerde akıl gelişmediği için Allah’ın peygamber gönderdiğini zanneden ve “Bilim sayesinde tanrıya ihtiyacımız kalmadı. Artık kendi kendimize yol gösterebiliriz” di­yenlerin; koydukları kanunlarla güzel bir top­lum meydana getireceğine inananların, nasıl bir toplum meydana getirdiğini görüyorsunuz. İnsanoğlu, bu dönemde tarihin hiçbir döne­minde olmadığı kadar iğrençleşti.

Cahiliye; Bir Hayat Tarzı ve Düşünce Sistemidir

Cahiliyeyi anlatan kitap ya da konuşma­larda ekseriyetle cahiliye dönemi olarak Peygamberimiz’den evvelki dönemi anlatıyorlar. Hâlbuki cahiliye, sadece Peygamberimiz’den evvelki dönemin ismi değildir. Aslında cahi­liye, bir hayat şeklidir. Nasıl ki İslam bir hayat şekli ise cahiliye de bir hayat şekli ve düşünce sistemidir. O gün cahiliye vardı da bugün cahi­liye yok mudur? Peygamberimiz’in döneminde olup da bugün olmayan hiçbir günah göstere­mezsiniz. İçkiden kumara, faizden zinaya, ço­cukların öldürülmesinden, kadın haklarının verilmemesine kadar o günkünün modern şek­lini bugün bütün günahlarda görmeniz müm­kündür. Sadece yapılış tarzı değişti. Belki fikir­lerde çok küçük değişiklikler olmuş olabilir ama genel olarak bakıldığı zaman, bugün dünyada, cahiliye döneminden çok daha beter bir dönem yaşanıyor. Bugün açıkça helvadan, ağaçtan ya da taştan yapılan putlara tapılması gerekmi­yor. Cahiliye hayatı sayılması için illaki böylesi açık bir şirkin içinde bulunulması gerekmiyor. Cahiliye hayatının içinde sayılmak için o günkü şekliyle zina, kumar ve içki olması gerekmiyor. Bugünün dünyasına baktığınız zaman o günkü hayatın benzerini bugün de görebilirsiniz.

ETTEN PUTLAR

Hz. İsa Aleyhisselam bir gün ümmetine (İsrailoğullarına) şirki anlatıyordu. Yahudi âlimlerinden birisi kalktı ve dedi ki: “Ey Mual­lim! Sen bize şirki anlatıyorsun. Biz Allah’a ortak mı koşuyoruz, tahtadan, taştan yapılan putlara mı ta­pıyoruz? Sen neden bize şirki anlatıyorsun? Hz. İsa Aleyhisselam dedi ki: “Sizin taştan, ağaçtan putlara tapmadığınızı ben de biliyorum. Şimdi siz etten put­lara, canlı insanlara tapıyorsunuz, onların peşinden gidiyorsunuz. Rabbiniz size kitap gönderiyor. Nasıl bir insan ve toplum istediğini kitabında size anlatıyor ama siz O’nun dediği gibi değil, liderlerinizin dediği gibi bir dünya meydana getiriyorsunuz. Onların ka­nunlarına göre yaşıyorsunuz.” Hz. İsa Aleyhisse­lam İsrailoğullarını bu şekilde ikaz ederken onlara şirkin ne olduğunu anlatmış oluyordu. Şirk sadece taştan, helvadan yapılan putlar de­ğilmiş, şirk sadece gökteki yıldızlara tapmak değilmiş, şirk sadece ataların izinden gitmek değilmiş. Demek ki kimler “Allah’ın dünyasın­da Allah’ın dediği değil benim dediğim olur” diyor, insanlar da onların peşinden gidiyor ve Allah’ın yetkisini onlara veriyorsa onları putlaştırmışlar demektir. Onların putu “Etten putlar” olmuş demektir.

Kur’an’ın Öngördüğü İnsan ve Toplum Modeli

İnsanoğlu her seferinde istikametten çıktı ve Allah her seferinde tekrar peygamber gönder­di. O peygamber insanlara yeniden Tevhidi an­lattı. Onlar yine istikametten çıkınca Allah bir kez daha müdahale etti. Allah Azze ve Celle bu şekilde insanlık tarihi boyunca on binlerce pey­gamber göndererek on binlerce defa müdahale etti. Allah, kitap göndermezse O’nun muradını nasıl bileceğiz? Allah’ın nasıl bir insan istedi­ğini, Allah’a nasıl iman edeceğimizi, O’ndan başka bir ilahın olmadığını nereden bileceğiz? Allah kitap göndermeseydi, hem Allah’ın nasıl bir insan ve toplum düzeni istediğini bilemez­dik hem de O’nun tanıdığı gibi insanı tanıya­madığımız için insan nefsini terbiye edemez ve insana yükselmenin yolunu gösteremezdik.

Allah Azze ve Celle her dönemde gönder­diği vahiyle insana yükselmenin yolunu gös­termiştir. Bugün de insanlığın yükselmesi için kutsal bir mesaja ihtiyacımız var. Kutsal bir mesaja ihtiyacımızın olduğunun delili ise bugünün dünyasıdır. “O söylüyorsa öyle­dir. O bizden daha iyi biliyor” diyeceğimiz hatalı olma ihtimali olmayan bir vahye ihtiyacımız var. Yoksa bilim bir şeyin yanlış olduğunu söyleye­bilir fakat yasaklayamaz. Mesela doktor, sigara ve içkinin zararlı olduğunu söyler ama kendisi de içer. Doktor insanlara “Bunları haram kılıyo­rum” diyemez. Sadece zararlı olduğunu söyleye­bilir. Dolayısıyla bilim insana yön veremez.

Yanlış yapma ihtimali olmayan ve yasakla­ma yetkisine sahip olan kutsal bir mesaja ihti­yacımız var. Allah Azze ve Celle kâinat kitabıyla bize kendisinin kudretini, ilmini, rahmetini is­pat ediyor. Peki bizden ne istediğini bize nasıl ifade edecek? Allah Azze ve Celle bütün sıfatla­rını göstermeyebilir ya da insanlar göremeye­bilirdi. Yine insanların, Allah’ın nasıl bir insan ve toplum modeli istediğini kendi kendilerine anlamaları mümkün değildi. Çünkü insanı aşa­ğı doğru çeken nefsi, şeytanı ve çevresindeki insanlar var. Biz yükselmek isterken, bunlar maddeyi aşağıya çeken yerçekimi gibi mane­viyatımızı aşağı doğru çekecek, manen yük­selmemize engel olacaklar. Allah, bunu bildiği için vahiy göndermiştir. Çünkü ancak vahiy ile insan bu yerçekimlerine karşı koyabilir ve bu şekilde güçlü bir toplum meydana getirebilir.

Allah’ın dediği gibi bir insan ve toplum meydana gel­diği zaman o toplum güçlü ol­maktadır. Tarihimiz de buna şahittir. Daha evvel dünyanın süper gücü bizdik ve üç kıtanın hâkimi idik. Efendimiz’in dediği gerçekleşti; Arap olan da olmayan da teslimiyet gösterdi. La İlahe İllal­lah’a, yani Allah’ın koyduğu esaslara göre bir toplum meydana geldiği zaman toplum, güçlü olmaktadır. Toplum güçlü olunca o toplum dün­ya devleti olmaktadır.

Kur’an toplumu, ahirette fayda sağladığı gibi bu dünyada da fayda sağlar. Kur’an toplumun­da; din, akıl, mal, can ve nesil emniyeti sağlanır.

Kur’an Toplumunda

a) Din Emniyeti Sağlanır

Kur’an toplumunda din hürriyeti gerçekleşir. Şimdiki gibi sahte bir din hürriyeti değil gerçek bir özgürlük olur. Mesela şu anda bir Müslüman, “Ben Müslüman’ım ve Kur’an’ın ahkâmına göre hakkımda hüküm verilmesini istiyorum” diye­bilir mi? Memleketimizde Kur’an’ın kanunları­na göre işlev gören iki, üç ya da dört tane mahke­me var mı? Tek çeşit mahkeme var ve herkese aynı kanun uygulanıyor. Hristiyan’a da Müslüman’a da Ya­hudi’ye de aynı kanun; dinsize de laik olana da aynı kanun uygulanıyor. Bu, din emniyetinin olmadığının delilidir. Din emniyeti olan mem­lekette hâkim, “Sen hangi dindensin?” diye so­rar. Peygamberimiz de “Hangi dindensin?” diye soruyordu. Sorduğu kişi, “Yahudi’yim” dediği zaman, “Açın Tevrat’ı” diyor ve Tevrat’ta ne em­rediliyorsa o şekilde hükmediyordu. İslam’ın hâkim olduğu memlekette herkes kendi dininin kanunlarına göre mahkeme edilir. İşte Kur’an toplumu böyle bir toplumdur.

b) Mal Emniyeti Sağlanır

Kur’an toplumunda mal emniyeti sağlanır. İnsanların mallarının faizle yenilmesine, ku­marla mallarının ellerinden alınmasına müsa­ade edilmez.

Kıymetli kardeşlerim, bir devlet kumar oy­ nar mı? Bir devlet kendi halkının cebinden para çalar mı? Bir devlet kendi milletini kumara alış­tırır mı? Milli piyango denilen şey nedir? Bir devlet kendi namusunun satılmasına müsaade eder mi? Kur’an toplumunda o toplumun kız­ları parayla satılır mı? Kur’an toplumunda içki fabrikaları olur mu? Her sokakta birahaneler olur mu? Kur’an toplumunda Allah’a meydan okunur mu? Kur’an toplumunun parlamento­larında Allah’ın kanunlarına aykırı kanunlar koyulur mu? Madem Kur’an toplumu diyoruz; Kur’an toplumunda insanların malları korunur. Faiz, kumar veya başka haksız yollarla malın ele geçirilmesine müsaade edilmez.

Kur’an toplumunda fakirin hakkı zekât ile muhafaza edilir. Kur’an toplumunda zekât ve­ren bir insan, fakirin hakkını yer mi? Fakirin hakkının yenilmediği bir toplumda elbette ki sosyalizm gibi birtakım çıbanlar çıkmaz. Zekât verilmeye verilmeye, fakirler ezile ezile, haklar verilmeye verilmeye birtakım sosyalist fikirler ortaya çıktı. Kur’an toplumunda bunlar olmaz.

c) Can Emniyeti Sağlanır

Kur’an toplumunda insanların canları koru­nur. Bu toplumda ırkçılık olmadığı ve fakirlerin hakkı verildiği için terör olmaz.

Kur’an toplumunda zekât mecburidir. Zekâtını vermek istemeyenden de devlet zekâtı zorla alır. Hz. Ebu Bekir Sıddık’ın halifelik dö­neminde bazı kabileler zekât vermekten vaz­geçmişlerdi. Peygamberimiz hayatta iken zekât verirken Peygamberimiz’den sonra zekât ver­mez oldular. Sanki hüküm değişmiş de zekâtla ilgili emir sadece Peygamberimiz dönemine hasmış gibi... Allah kitabında “Onların malla­rından sadaka al, bununla onları temizlemiş, arındırmış olursun. Onlara dua et. Doğrusu, senin duan, onlar için ‘bir sükûnet ve huzur­dur.’ Allah işitendir, bilendir”1 buyurduğu için ayeti yanlış anladılar ve sanki sadece Peygam­berimiz zekât toplarmış gibi inandılar ve Hz. Ebu Bekir Sıddık’a zekât vermediler. Hz. Ebu Bekir, onlara savaş ilan etti. Hz. Ömer gibi sert mizaçlı sahabiden bazıları dediler ki: “Ey Al­lah’ın Rasulü’nün Halifesi! Onlar namaz kılı­yor, oruç tutuyorlar, “La İlahe İllallah” diyorlar. Nasıl olur da onlara savaş açarsın?” Ebu Bekir Sıddık kararlıydı. “Vallahi onlarla savaşırım. Rasulullah’a verdikleri bir devenin yularını bile vermezlerse yani zekâtlarından bir zerreyi saklar­larsa onlarla savaşırım.” Çünkü bu, Allah’ın ve fakirlerin hakkıdır. Müslüman ise bu toplum­da İslam ahkâmına göre yaşamak zorundadır. Zekât vermek istemeyenden zekât zorla alınır. Bugün devlet vergi vermek istemeyenlerden zorla vergi almıyor mu? Allah’ın hakkı devletin hakkından daha mı azdır? Devlet zorluyor da Allah zorlayamaz mı?

Kur’an toplumunda Kürt’ün, Türk’ün, Arap’ın hakları eşittir. Müslümanların top­raklarında hepsinin hakları eşittir. Dolayısıyla ırkçı bir hareket olmaz. Kur’an toplumu ol­saydı PKK diye hareket olur muydu? Allah’ın katında üstünlük takva iledir. Irkın hiçbir ehemmiyeti yoktur. Peygamberimiz buyuru­yor: “Irkçılığa (asabiyyeye) çağıran bizden değildir; ırkçılık için savaşan bizden değildir, ırkçılık üzere, asabiyye uğruna ölen bizden değildir.”2 Irkçı hareketler ırkçıların yüzünden çıkar. Birisi Türkçülük yaparsa biri de Kürt­çülük yapar. Irkçılık ırkçılığı doğurur. Kur’an toplumunda mal da can da korunur. Bir insanı öldürmek tüm insanlığı öldürmek gibi kabul edilir.

d) Nesil Emniyeti Sağlanır

Kur’an toplumunda nesil de muhafaza edi­lir. Neslin bozulmasına müsaade edilmez. Neslinizin korunduğundan emin misiniz? Ço­cuklarınızın yarınlarda ‘adam gibi adam’ olaca­ğından emin misiniz? Memleketimizdeki okul­lar size güven veriyor mu? Televizyonlar iyi bir nesil meydana getiriyor mu? Kur’an toplumu olsaydı mekteplerinizden güven duyardınız. Bu mekteplerden sağlam nesiller çıkardı. Top­lumunuzda travestilik, homoseksüellik, zina, içki, kumar, uyuşturucu olmaz, neslimiz böylesi belalardan muhafaza olurdu. Yarınlarınıza gü­venle bakabiliyor musunuz? Çocuğunuzu okula gönderirken güzel bir terbiye alacağını düşünü­yor musunuz? Çocuklarınızı Allah’a kul olarak yetiştiren bir okul var mı? Çocuklarınızın yarın size bakacağından, yaşlandığınızda onların ya­nında yaşlanacağınızdan emin misiniz? Onla­rın anne babalarına güzel davranacaklarından emin misiniz? Yoksa sizi huzurevlerine götü­rüp bırakacaklarından korkuyor musunuz? Kur’an toplumu olsaydı böyle olmazdı. Bunlar yaşanmaz ve neslin emniyetine verilen önem­den dolayı, güven içerisinde emin olurdunuz.

e) Akıl Emniyeti Sağlanır

Kur’an toplumunda akıl da muhafaza edilir. Aklın dediği yapılır, akla aykırı şeyler yapılmaz. Sigaranın zararlı olduğunu akıl da bilim adam­ları da söylüyor ama devlet bunları serbest bı­rakıyor, imal ediyor, satıyor ve bunlardan vergi alıyor. Bu olacak şey midir? Bir de ‘akla uyu­yoruz’ diyorlar. Akıl; sigara, kumar ve içkinin zararlı olduğunu söylüyor, faiz ekonomiye za­rar verir diyor. Akıl, Allah’ın haram kıldığı her şeyin kötü olduğunu söylüyor. O halde neden bunlar yapılıyor? Demek ki aklın dediği yapıl­mıyor. Demek ki Kur’an toplumu olmadığı za­man akıl da muhafaza edilmiyor. Vahye uyma­yacaklarını, aklın onlara yeteceğini söylüyorlar sonra akla da uymuyor, nefislerine uyuyorlar.

Konuya devam etmek temennisiyle… Al­lah’a emanet olun.3

https://tvfurkan.net/2015-mardin-kuran-toplumu-konferans-bolumu_c2699d721.html

1.        Tevbe Suresi / 103. Ayet

2.        Müslim, İmâre 53, 57, Hadis No: 1850; Ebû Dâvud, Edeb 121; İbn Mâce, Fiten 7, Hadis No: 3948; Nesâî, Tahrim 27, 28

3.        Alparslan Kuytul Hocaefendi’nin 2015 yılında Mardin’de gerçekleştirdiği “Kur’an Toplumu” konulu konferansından hazırlanmıştır.