İslam adaleti öyle bir adalettir ki dünya üzerinde hiçbir yasa ya da devlet bu denli yüce, eksiksiz, kâmil, kuşatıcı bir adaleti tesis edememiş ve oluşturduğu barışçıl ve huzurlu atmosferden teğet dahi geçememiştir. İslam adaleti herkese lazım ve herkes içindir. Adaletsizlikten dem vuranların reçetesi, hakikatte arzuladıklarıdır, uzakta değil sadece İslam’dadır.
Yönetenlerde Adalet
Şüphesiz ki Allah adaletli davranmayı emreder.1
…Ve insanlar arasında hükmederken adaletle hükmetmenizi emrediyor.2
Akrabanız dahi olsa konuşurken adaletli olun.3
Bir kavme olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun. Çünkü bu takvaya daha yakındır.4
Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem bir hadisinde şöyle buyurmuştur:
Kıyamet gününde insanlar arasında Allah’ın en çok sevdiği ve meclisi ona en yakın olanı adaletli davranan bir imam (devlet başkanı)dır. Yine insanlar arasında Allah’ın kıyamet gününde en çok buğz edip sevmediği ve azabı da en şiddetli olacak kimse zalim devlet başkanıdır.5
İşte bu mutlak adalettir ki bu terazinin dengesini ne bir sevgi ve ne de bir buğz bozamaz, aynı zamanda onun kurallarını herhangi bir iyilik ve kin de değiştiremez. Bu öylesi bir adalettir ki bunu kişiler arasındaki yakınlık ve akrabalık etki altına alamayacağı gibi toplumlar arasındaki kin ve buğz da buna gölge düşüremez. İslam’ın bütün fertleri bundan eşit bir şekilde yararlanırlar. Herhangi bir soy-sop mal ve mevki bunda etkin olamaz. Hatta başka toplumlar bile bundan yararlanırlar. Öyle ki başka toplumlarla Müslümanlar arasında bir kin ve düşmanlık olsa, onlar da bu haklardan yararlanırlar, bu ise adalette zirvenin kendisidir, şimdiye kadar da herhangi bir ülkelerarası yasa adalet açısından bu dereceye erişmiş değildir. Aynı zamanda insanların yaptıkları dâhili kanunların hiçbiri de bu noktaya gelmiş değildir. Bırakın o noktaya gelmeyi, onlar buna yaklaşamazlar bile!
Bu hususta herhangi bir kuşkusu olanlar milletler arasındaki güçlüler ile güçsüzlerin kanunlarını bir araştırsınlar, birbirleriyle savaş halinde olan milletlerin adaletini incelesinler. Yine Amerika Birleşik Devletleri’nde beyazların Kızılderililer ile zencilere uyguladıkları adaleti ele alsınlar, incelesinler. Güney Afrika’da beyazların beyaz olmayanlara karşı uyguladıkları adalete baksınlar. Komünistlerin, putperestlerin ve haçlıların Rusya’da, Çin’de, Yugoslavya’da, Hindistan’da ve Habeşistan’da Müslümanlara uyguladıkları kanunları bir incelesinler, adaletlerini dikkate alsınlar. Buna değinmek bile bu bağlamda bir anlam taşımaktadır. İşte bu, her insanın da bildiği çağdaş toplumların karşı karşıya bulunduğu bir durumdur.
Yönetilenlerde Adalet
Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Peygambere ve sizden olan idarecilere itaat edin.6
Bu ayette Allah’a itaat, Rasul’e itaat ve ayrıca Ulu’l Emre itaatin birlikte zikredilmesinin bu itaatin yapısını ve sınırlarını çizmek ve bunu açıklamak için olduğuna dikkat edilmelidir. Çünkü yöneticiye itaat etmek Allah’a ve Rasulü’ne itaatten geçmektedir. Zira İslam’da yöneticiye sırf şahsı için itaat olunamaz. Ona itaat, Allah’ın hâkimiyeti ve otoritesini kabul etmesine ve bu hâkimiyeti itiraf etmesine bağlıdır. Aynı zamanda Allah ve Rasulü’nün şeriatını tatbik etmesi, sadece bir tek Allah’ın hâkimiyetini tanıması ve İslam’ı uygulaması halinde kendisine itaat etme hakkı doğmuş olur. Ancak bunlardan herhangi birinden sapması halinde kendisine itaat hakkını kaybeder. Artık onun emrini uygulamak gerekmez. Çünkü Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur: Müslüman kişinin görevi, hoşuna gittiği veya gitmediği hususlarda dinleyip, itaat etmektir. Ancak bir masiyetin emri halinde itaat olmaz. Kişi bir masiyetle emredilince artık ona dinlemek ve itaat etmek yoktur.7 Yine Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: İçinizde Allah’ın kitabını uyguladığı sürece kuru üzüm tanesi gibi başı simsiyah Habeşli bir köle de üzerinize tayin edilirse dinleyin ve itaat edin.8 Bu hadise dikkat edilecek olursa, dinlemenin ve itaat etmenin zamanı açık bir şekilde belirlenmiş bulunmaktadır. Bu ise insanlar arasında Allah’ın kitabının uygulandığı süredir. Bu aynı zamanda yöneten kimsenin emirlerine mutlak bir itaat de değildir, yönetenin Allah ve Rasulü’nün şeriatını terk etmesi halinde kendisine sürekli bir itaat yoktur! Ayrıca yönetenin dini uygulaması ile şahsının dini bir niteliği olması nedeniyle bunu bir otorite olarak bir güç gibi kullanması arasındaki farkı çok iyi bilmemiz gerekir. Zira yöneticinin doğrudan gökten almış olduğu bir otoritesi yoktur.
İslam’da yöneticiliğe gelen kimse kâmil anlamda tüm Müslümanların kendi arzularıyla seçerek getirdikleri kimsedir ve bu da ancak Müslümanların mutlak hürriyetiyle olabilir. Yoksa daha önceki yöneticinin bu konudaki bir sözü kendilerini bağlayıcı değildir. Aynı zamanda bir ailedeki veraset yoluyla başa gelme durumu da Müslümanları bağlamaz. İmam, Müslümanlar tarafından özgürce seçilmesinden sonra otoritesini sadece şeriatı uygulamaktan alır. Bunu yaparken de kendisine özgü bir yasama, yetki ve otorite iddiasına kalkışamaz. Şayet Müslümanlar kendisinin başa geçmesinden hoşlanmazlarsa bu takdirde herhangi bir velayet hakkı da doğmaz. Fakat Müslümanlar kişinin başa geçmesine rıza gösterirler ve fakat sonradan o kişi Allah’ın şeriatını terk edecek olursa kendisine olan itaati de kaybeder, böylece ona itaat olunmaz!
İşte biz buradan Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in kendisinden sonra halife olacak kimseyi neden belirleyip tayin etmediğinin hikmetini de kavrayabilmekteyiz. Çünkü bu takdirde şöyle bir kanaatin uyanmasına neden olabilirdi; tayin edilen halife otoritesini Hz. Peygamberin kendisini atamasına bağlayabilir veya böyle bir zan doğabilirdi.
Esasen İslam, kiliselerde görüldüğü gibi papazlardan oluşmuş bir dini otorite tanımaz. İslam’a göre yönetim denilince belirli bir heyetin ya da otoritenin elindeki bir yönetim anlaşılmaz. Ancak İslam’ın her hükmü ya da İslam adına uygulanan her hüküm hakkında mutlaka İslami şeriat uygulanır. Bu şeriatta yönetici, bir tek Allah’ın hâkimiyetini kabul eder ve buna göre hareket eder, başkasına göre değil! Yöneticinin görevi şeriatın tatbikinden başka bir şey değildir. Eğer dine bağlı yönetim ile belirli bir grubun, zümrenin yönetimi elinde bulundurması kast ediliyorsa, İslam böylesi bir yönetimi tamamen reddeder ve kabul etmez. Çünkü İslam’a göre hâkimiyet sadece Allah’a aittir. Bunun sadece Allah’a ait kılınmasından sonra İslam şeriatını uygulamada daha başka şeylere de gerek duyulmaktadır diye herhangi bir kimsenin böylesi bir anlayışa sahip olup kendisini mazur gösterebileceği bir durum da söz konusu değildir.
Bir yönetim, hâkimiyet sadece bir tek Allah’a aittir kuralıyla hareket ediyor, sonra da buna bağlı olarak İslam şeriatını uyguluyorsa, işte o yönetim İslami bir yönetimdir. Fakat bir yönetim ‘hâkimiyet kayıtsız şartsız Allah’ındır’ temeline dayanmıyor ve bu yönetimde şeriat hükümleri de uygulanmıyorsa bu devlet, dini bir kurul tarafından da idare olunsa ‘İslam Devleti’ adını asla alamaz. Bu kurul, devleti İslami bir unvanla idare etse de yine o devlet İslami olamaz. Zira yönetilenlerin itaati, yöneticinin hükmün sadece Allah’a ait olduğunu, hâkimiyetin kayıtsız şartsız Allah’ın olduğunu kabullenmesiyle, sonra da Allah’ın şeriatını uygulaması ile mümkün olabilir. Durum bu şartlara bağlıdır. Başka şartları olmayacak, yönetimde adaleti sağlayacak Allah’a itaat edecek ve sadece O’nun adına yönetecektir. *
* Seyyid Kutub’un İslam’da Sosyal Adalet kitabından alıntı yapılmıştır.
1. Nahl, 90
2. Nisa, 58
3. En’am, 152
4. Maide, 8
5. Buhari, Müslim,Tirmizi
6. Nisa, 59
7. Buhari, Müslim
8. Buhari