YAZAR: ALİ BULAÇ
28 Şubat sürecinde Genelkurmay Genel Sekreteri olan Erol Özkasnak 28 Şubat 1997 müdahalesinin “postmodern darbe” olduğunu söylemişti. Argümanı şuydu: “Tek bir mermi atılmadı, tek bir burun kanamadı.”
Özkasnak’ın söyledikleri doğru. Tek bir mermi atılmadı, kimsenin burnu kanamadı. Ama gerekirse kan aksın diye silah çekildi. Bu, silahını çekmiş kimsenin yoldan çevirdiği birinin üstünde ne varsa gasp yoluyla alması gibidir.
Özkasnak’ın tanımlaması da doğru: (Postmodern) “darbe!” Modern, pre-modern veya post-modern, sonuç itibarıyla söz konusu olan bir darbenin gerçekleşmiş olmasıdır. 12 Eylül darbecilerinin avukatları; 12 Eylül 1980’in “teşebbüs halinde kalmış” değil, “başarılmış bir darbe” olduğunu söylüyorlar.
28 Şubat da öyle, başarılmış bir darbedir. Ana özelliklerine baktığımızda darbe:
1) “Karargâh’ta hazırlanmıştır” yani “Genelkurmay yapımı”dır.
2) Sincan’da tanklar sokağa çıkarılmış, siyasiler ve onlara demokratik destek veren halk “tehdit edilmiş”tir.
3) Merkezdeki çekirdeğin sivil unsurlarına (yargı, üniversiteler, medya) askerî mekânlarda brifingler-direktifler verilmiştir.
4) Siyasete ve yönetime apaçık müdahale edilmiş, meşru bir hükümet istifaya zorlanmıştır.
Sivillerin de açıkça rol oynadığı darbede, suçlular sadece askerler değildir, muktedir generallerin yelpazesi geniş meslek gruplarından iştirakçileri, işbirlikçileri vardır. Kimi kasıtlı ve taammüden, kimi kusur veya cebir altında darbe sürecine iştirak etmiştir. Hukukta suç sayılan fiili icra eden suçlu kabul ediliyorsa, plânlayan ve azmettiren de suçludur; çoğu zaman azmettiren fail kadar ceza alır, hatta daha fazla.
Savcıların soruşturma başlatmasıyla, “azmettirici ve dolaylı iştirakçi siviller”in paçası tutuştu: Bu işi nereye kadar götürmek istiyorsunuz? Milyonlarca insan mı yargılanacak? İntikam mı alınmak isteniyor?
Hayır, kimsenin intikam peşinde olduğu yok. Milyonlarca kişinin de yargılanmasına hacet yok. TBMM’deki dört partinin ittifakıyla Türkiye’nin yakın tarihindeki darbeler soruşturuluyor. Darbeler, faili meçhuller, suikastlar, doğrudan veya dolaylı müdahaleler -failleri ve azmettiricileriyle- gün yüzüne çıkarılmak isteniyor. Sistem bu işin heveslilerinden temizlenmedikçe kimseye rahat yüzü yok, kimse kendini güvende hissedemez.
Paçası tutuşan siviller, basit bir kurnazlığa başvurarak, bütün suçu birkaç askere yıkıp işin içinden sıyrılmak istiyorlar. 27 Mayıs 1960’tan 27 Nisan 2007’ye kim ne suç işlemişse, fiili oranında açığa çıkarılmalıdır. Aksi halde huylu huyundan vazgeçmez, fırsatını ilk bulduğunda aynı suçu işler. Ergenekon, Balyoz vd. davalar bunun kanıtı. Hem herkesin ceza alması gerekmez. Bazılarının kamuoyu önünde mahcup duruma düşmesi bile yeter.
28 Şubat’ın diğerlerinden önemli bir farkı var. Bu hengâmede bu farka Türkiye’nin entelektüel birikimi en yüksek siyasetçilerinden Süleyman Soylu dikkat çekti: 28 Şubat darbesi sadece “askerî ve siyasî bir harekât” değil, uzun tarihe yayılacağı plânlanan “Toplumsal Mühendislik Projesi”dir de.
Evet, aynen öyle!
Müdahale toplumun zaten zar zor işlev görebilen sosyo-kültürel dokusuyla oynamak istedi, ana kodları hedefe koydu. Genleriyle oynanmış meyve sebze misali, toplumun ana kodları içten değişime uğratılarak başkalaştırılmak istendi. Hüseyin Kıvrıkoğlu: “28 Şubat bin yıl sürecek” derken tam da bunu kastediyordu. Bu yüzden tasfiyeye yöneldiği bütün hedeflerin tamamı “dinî” idi: İmam hatipler; Kur’an kursları, başbakanlıkta ‘dinî şahsiyetler’e iftar verilmesi, hacca karayoluyla gitme isteği, Taksim’e cami, Ramazan ayında mesai saatlerinin iftara göre düzenlenmesi, ‘yeşil sermaye’ye karşı savaş, zaten yönetimleri pek başarılı olmayan Anadolu’daki holdinglerin çökertilinceye kadar baskı altına alınması, başörtüsü yasağı; uydurma irticai faaliyet haberleri ve devletin özel stüdyolarında eğitilmiş “sahte şeyh, yüzde 40’ı asker kökenli tarikat üyeleri ve mağdure figüranlar” üzerinden dinin ve dindarların itibarsızlaştırılması vs...
Esefle belirtmeliki, 28 Şubat darbesi, kısmi de olsa sosyo-kültürel dokuya, özellikle İslam algısına önemli hasar vermiştir.