Şöyle bir hafızamızı yokladığımızda, 2014 yılı başlarında askerler ve çeteciler tarafından başları taşlarla ezilip, defalarca bıçaklanarak, sokak ortasında şehit edilen esmer tenli Müslümanların yürek burkan görüntüleri gözlerimizde canlanacaktır. Birçoğumuz o dehşet verici katliamların nerede gerçekleştiğini bile araştırmamış, Afrika’nın bir yerlerinde olduğunu düşünüp geçmişizdir kim bilir. İşte, özellikle 2003 yılında başlayıp 2014 ve 2017 yıllarından itibaren yeniden şiddetlenerek devam eden o vahşet görüntüleri, ekranlarımıza ve maalesef “geçici” hafızalarımıza yansımıştı.
1960 yılında Fransa’dan bağımsızlığını kazandığı günden beri sürekli çatışmalarla, iç savaşlarla, diktatörlükle, darbelerle boğuşan; uzmanların: “Eğer Afrika Kıtası’nda bir ülkeden kan donduran fotoğraflar geliyorsa bilin ki bu ülke Orta Afrika Cumhuriyeti’dir” dediği ülkede yaşayan Müslüman kardeşlerimizin hâlini hem sayfalarımıza hem de yüreklerimizin bir kenarına taşımak istedik bu sayımızda. Belki sızlayacak vicdanlarımızdan ümmet coğrafyalarına bir ses, bir ümit çığlığı yükselir umuduyla…
SÖMÜRÜ VE KAÇINILMAZ SON: FAKİRLİK, İÇ ÇATIŞMA, DARBELER…
Afrika’nın en fakir ülkelerinden, eski Fransız sömürgesi Orta Afrika Cumhuriyeti (OAC); 2,3 milyar dolar GSYH’siyle dünya ekonomisinde 163. sırada yer almaktadır.
Yaklaşık 4,5 milyon kişinin yaşadığı ülkede Müslümanlar nüfusun %15’ini oluştururken, nüfusun %35’i Animist (doğada her şeyin ruhu olduğu inancına sahip insanlar), %50’si ise Hıristiyanlardan oluşuyor.
Orta Afrika’nın yoksul insanları, üzerinde yaşadıkları toprakların altındaki değerli madenlere, sömürgeci Fransızlar kadar yakın olamadılar hiçbir zaman. “Biz ancak öldüğümüz zaman, mezarımızda elmaslara yakın olabiliyoruz” gerçeğinin halk arasında yaygın olarak ifade edildiği bir ülkedir Orta Afrika Cumhuriyeti.
Ekvator çizgisinin hemen kuzeyinde yer alan ülkenin zengin altın, uranyum ve elmas trafiğini yönetebilmek için ülkede neredeyse her 10 yılda bir darbeler kurgulandı.
Müslüman Seleka grubunun, Aralık 2012’de zalim yönetime karşı ayaklanmasıyla ülkede siyasi kriz çıkmış ve 2003’te darbeyle iktidara gelmiş olan Hıristiyan Francois Bozize, başkent Bangui’nin işgal edilmesi sonucunda 24 Mart 2013’te ülkeden kaçmıştı.
Bozize’den sonra geçiş hükümetinin başına ülke tarihinde bir ilk olarak Müslüman Michel Djotodia (Muhammed Dahya) seçilmişti. Djotodia’nın iktidara gelmesi ve kabinesinde Müslümanlara yer vermesi nedeniyle Fransızların ve savaş baronlarının desteğini alan Hıristiyan Anti-Balaka çetecileri büyük bir katliama başlamış, Müslümanlar insanlık dışı muamelelerle katledilmiş veya çevre ülkelere göç etmek zorunda bırakılmıştı.
Fransız ordu birlikleri ve Afrika Birliği güçlerinin müdahalesiyle Djotodia’nın 2014 Ocak ayında görevinden istifa etmek zorunda kalmasının ardından nüfusu 1 milyona yaklaşan başkent Bangui’de yaşayan 200.000 Müslümandan geriye neredeyse kimse kalmadı. Ülke genelinde ise 620.000 Müslüman evini terk etmek zorunda kaldı. Ülkedeki Müslümanların oranı %15’ten %3’e geriledi. 436 camiden 417’si fanatik Hıristiyan çeteciler tarafından yakıldı, yıkıldı. Bölgedeki kaynakların ifadeleri ise şu anda kalan %3 Müslümanın ve ayakta kalan camilerin de artık güvende olmadığı yönünde.
VAHŞİCE DEVAM EDEN KATLİAMLAR
Orta Afrika Cumhuriyet’inde Müslümanlara karşı onlarca yıldır devam eden katliamı kelimelerle anlatmak neredeyse olanaksız. Hıristiyan Anti-Balaka milisleri ellerinde silah ve palalarla Müslüman avına çıkıyor ve bölgede bu katil canavarlara dur diyecek kimse bulunmuyor.
Sokakta, evde veya işyerinde yakalanan; kadın, erkek, yaşlı fark etmeksizin Müslüman biri, hemen oracıkta gözü dönmüş Hıristiyan katiller tarafından vahşice, linç ediliyor, organları teker teker kesilerek katlediliyor. Kimi zaman linç ettiklerini diri diri yakıyor, kimi zaman da kameralar karşısında yamyamlıklarını gizlemeden Müslümanlardan kestikleri organları pişirip yiyorlar. Hamile kadınlar karınları palalarla deşilerek acımasızca katlediliyor. Yıllardır devam eden bu yamyamlık, gaddarlık ve vahşet görüntülerine bakmaya bile yürekler dayanmıyor.
Aylarca süren muson yağmurları ve yeterli beslenememe, sağlık hizmeti alamama gibi nedenlerden dolayı yaşanan sıtma ve kolera gibi salgın hastalıklar da ayrı bir dram yaşatıyor Müslümanlara.
MÜSLÜMANLARIN İZLERİ SİLİNİYOR
Onlarca yıldır devam eden katliamlar ve zorunlu göç bölgede Müslümanlara karşı bir soykırım politikası yürütüldüğünün de göstergesi. Ve birçok uluslararası kuruluşun raporları da bu durumu gözler önüne seriyor. Merkezi ABD’de bulunan İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün Acil Durumlar Direktörü Peter Bouckaert, 2014 yılında BBC’ye yaptığı açıklamada, başkent Bangui’de bir Müslümanın palayla öldürülmesine bizzat tanık olduğunu aktarmış, katliamlar nedeniyle binlerce Müslümanın Kamerun ve Çad’a sığınmak zorunda kaldığını ifade etmişti. Direktör Bouckaert, başkentte Müslüman mahallelerinin tamamen boşaltıldığını ve evlerin yakıp yıkılarak Müslümanların izlerinin silinmek istendiğini ifade etmişti.
Sınır Tanımayan Doktorlar Örgütü (MSF) ise, Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki Müslüman sivillerin misilleme saldırısı riski altında bulunduğunu duyurmuş, ülkedeki şiddetin görülmemiş ve tahammül edilemeyecek boyutlara geldiğini bildirmişti.
Ve yine Uluslararası Af Örgütünün 12 Şubat 2014 tarihinde yayınlanan raporunda, Orta Afrika Cumhuriyeti’ndeki Müslümanlara yönelik saldırıların “zorunlu tehcir gibi açık bir amaçla yapıldığı, İslam karşıtı Hıristiyan milislerin, Müslümanları ülkeyi terk etmek veya öldürülmek arasında tercih yapmaları gereken yabancılar olarak gördükleri” vurgulanmıştı.
Fransa’nın başını çektiği uluslararası sistemin yaşanan katliamlara seyirci kalması ve dünya Müslümanlarının derin sessizliği, Hıristiyan terör çetelerini daha da cesaretlendirmiş ve bu süreçte ülkelerini terk etmek zorunda kalan yüz binlerce Müslüman hâlâ dönebilmiş değildir. Son olarak 15-19 Haziran 2017 tarihleri arasında Roma’da, 2019 yılında ise başkent Bangui’de Orta Afrika Cumhuriyeti devlet yönetimi ve silahlı grupların temsilcilerinin yanı sıra BM ve AB yetkililerinin de katılımı ile gerçekleştirilen toplantılar neticesinde ateşkes antlaşmaları imzalanmışsa da bu antlaşmaların ülkede yaşanan zulmü sona erdirmeye yetmediği; kaos, kargaşa, gerilim ve belirsizliğin devam ettiği görülmektedir.
Evet, belki de arşı titreten ama son birkaç yüzyıldır gaflet uykusunda olan İslam dünyasının bir türlü duyamadığı veya duyarsa rahatını bozmak zorunda kalacağı için duymazlıktan geldiği mazlum coğrafyaların sessiz çığlığına; yaşadığımız çağın tüm gürültüsüne rağmen kulak vermeye, sizlere ulaştırma gayretiyle devam edeceğiz…