“RAMAZAN AYI’NIN SÖNÜK GEÇMESİNİ SAĞLAMAYA ÇALIŞMAK İSLAM’A İHANETTİR!”
Pandemi bahanesiyle iftar ve sahur gibi etkinliklerin yasaklandığının duyurulmasının ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın külliyede iftar vermesini ve iftar ziyaretlerine gitmesini değerlendiren Alparslan Kuytul Hocaefendi, “Bu, ‘Elimde güç var, istediğimi yaparım’ demektir” diyerek her yerde insanlar yan yana olduğu halde Ramazan ayında bu yasakların getirilmesini ve Ramazan’ın sönük geçmesinin sağlanmaya çalışılmasını İslam’a ihanet olarak değerlendirdi. Özellikle bu ayda yasakların getirilmesinin nedeninin “Ramazan düşmanlığı” olduğunu da ifade ederek Devlet içerisindeki İslam düşmanlarının AKP içerisindeki bazı insanların hatalarından dolayı çok güçlendiğini ve bundan dolayı hükümetin zor durumda kaldığını dile getirdi.
Açıklamasında: “Neden camilerde her gün pandemi için anons yapıldığı halde tüm mahallenin duyacağı şekilde sesli Kur’an okunmuyor, salavatlar getirilmiyor? Neden camilerin mahyaları açılmıyor?” diye soran Alparslan Kuytul Hocaefendi hükümetin ve diyanetin din düşmanlarının elinde esir olduğunu söyledi. İftarı, teravihi, sahuru yasaklamanın kesinlikle caiz olmadığını da ifade ederek, bir devletin pandemiyi bahane ederek ibadetleri ve insani münasebetleri yasaklamasını da diktatörlük olarak değerlendirdi.
AKP’nin eliyle İslam’a büyük darbe vurulduğunu fakat insanların partilerine zarar geleceğini düşünmesinden ya da devletten korktuklarından dolayı gerçekleri konuşmadıklarını ifade ederek: “Devletten korktukları kadar Allah’tan korkmuyorlar! Partilerini düşündükleri kadar İslam’ı düşünmüyorlar” dedi.
Alparslan Hoca bu durumdan rahatsız olan yetkililere seslenerek: “Biriniz Allah için, İslam için o makamı kaybetmeyi göze alın, istifa edin ve size bu talimatı verenlerin kimler olduğunu açıklayın. Böylece insanların gönlünde taht kurun. Yüz sene insanlar sizi hayırla ansınlar. Yoksa hem hükümet hem diyanet hem de onlara sessiz kalanlar ‘teravihin, sahurların, iftarların yasaklandığı dönem Ali Erbaş'ın, Erdoğan'ın dönemidir’ diye hatırlanacaklar” dedi.
“VAKA SAYILARI SİYASETE GÖRE AYARLANIYOR”
Ali Erbaş’ın: “Ramazan’ın ortasından sonra vaka sayıları aşağılara doğru düşerse biz ona göre yeniden karar alabiliriz” sözlerini değerlendiren Alparslan Hoca 25 Kasım 2020’de hasta sayısının 6.814, 10 Nisan 2021’de ise 2.497 olduğunu söyleyerek hasta sayısının zaten azalmış olduğunu ifade etti. Vaka sayılarının artmasının ise ilk nedeni olarak test sayısının artmış olması, ikinci nedeni ise vaka, hasta, ölüm sayılarının Devletin gizli güçleri tarafından ayarlanmış olması dolayısıyla testlerin güvenilir olmadığını söyledi.
Tedbirlerin azaltılmasının gündeme gelmesinin asıl nedeninin “turizme hazırlık” olduğunu ifade eden Alparslan Hoca, “Bütün devletler Türkiye’ye ambargo koyuyor, Almanya, Rusya Türkiye’ye turist göndermiyor. Büyük ihtimalle diğerleri de göndermeyecekler. Çünkü turistlerin gelmeyeceğini de hesaba katmadan her tarafı kırmızıya boyadılar. İlk 15 gün Ramazan’ı sönük geçirtecekler, sonra da kısmen açacaklar. Onu da Ramazan için değil, turizm sezonunu canlandırmak için yapacaklar. Planlarının bu olduğunu tahmin ediyorum” dedi.
“Hükümet şu yaptığıyla ‘Ekonomiyi canlandırmak dini canlandırmaktan daha üstündür’ demiş oluyor. Allah tokadı vuracak ve inşallah turizm sezonu kötü geçecek, aradıklarını bulamayacaklar” diyen Alparslan Hoca, virüsün ülkemize turistlerle geldiğini, buna rağmen hükümetin ve Cumhurbaşkanının onların gelmesine razı olduğunu fakat teravihe razı olmadığını dolayısıyla da Allah’a hesap vereceklerini, cesaretsizliklerinin ve milleti yanlış yönlendirmenin günahını çekeceklerini söyledi.
“TERAVİHİN SÜNNET OLDUĞUNU HERKES BİLİYOR”
Mustafa İslamoğlu teravih namazı hakkında: “Kur’an’da yok. Nebi ‘teravih’ adıyla bir namaz kılmadı” açıklamasında bulundu. Ahmet Davutoğlu ise: “Nafile bir namazın camide kılınması gerekmez” dedi. Bu açıklamaları değerlendiren Alparslan Kuytul Hocaefendi, İslamoğlu’nun hadis inkârcılığı yaptığını söyleyerek “Kimse teravih namazının farz olduğunu söylemiyor, asıl mesele Devletin içerisinde din düşmanı komitenin her alanda faaliyet yapıyor olmasıdır. Ahmet Davutoğlu'na tavsiyem, Allah'ı unutmasın. Solcuların, Kemalistlerin hoşuna gidecek diye onların istediğini söylemesin” diyerek tüm Müslümanların sünnetleri muhafaza etme zorunluluğunun olduğunu ifade etti.
“SADECE ALLAH’IN VE RASULÜ’NÜN DEDİĞİNE İTİRAZ EDİLEMEZ”
Laikliğin Anayasadan çıkarılmasıyla ilgili Anayasada bulunan “değiştirilmesi teklif dahi edilemez” maddelerin gündeme gelmesi hakkında Alparslan Kuytul Hocaefendi şu açıklamalarda bulundu: “Laiklikle ilgili bazı malumatları Gazeteci Yıldıray Oğur Bey’in “Değiştirilmesi Teklif Dahi Edilemez’i Kim Teklif Etmişti?” yazısından aktarmak istiyorum: Bu süreci kısaca anlatayım: 29 Ekim 1923’te yani Cumhuriyet ilan edildiği zaman 1921 Anayasasına ‘Devletin dini İslam’dır’ maddesi eklenmiştir. Bu dönem aynı zamanda Mustafa Kemal’in dönemidir. ‘Devletin dini İslam’dır’ diye yazıldığı halde, 4 ay sonra halifelik kaldırılıyor ve ‘Devletin dini İslam’dır’ hükmü 1928’e kadar korunuyor. Sonra anayasada ‘Devletin dini İslam’dır’ yazdığı halde Meclis, Mecelleyi kaldırıyor, Medeni Kanunu kabul ediyor. Şapka devrimi yapılıyor, tekke ve zaviyeler kapatılıyor. Demek ki, ‘Devletin dini İslam’dır’ diye yazanlar bunu halkı rahatlatmak için yazmışlar.
Anayasanın ilk dört maddesi 1937’ye kadar şu şekilde değişikliklere uğramıştır: Hassaten 2. maddesi üzerinde çok değişiklik olmuş. 1924’de Anayasanın 2. Maddesi: ‘Türkiye Devletinin dini İslam’dır. Resmi dili Türkçedir. Başkenti Ankara şehridir’ şeklindedir. 1928’de ‘Devletin dini İslam’dır’ cümlesi kaldırılıyor ve: “Türkiye Devletinin resmi dili Türkçedir. Başkenti Ankara şehridir” haline getiriliyor. Demek ki böyle planlamışlar: Önce milletin kabul etmesi için anayasaya ‘Devletin dini İslam’dır’ diye yazmışlar, sonra ‘artık gerek yok’ demişler ve kaldırmışlar. 1937’de ise: “Türkiye Devleti; cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, devletçi, laik ve inkılapçıdır. Resmi dili Türkçedir. Başkenti Ankara’dır” haline getirilmiştir. 1937’de ‘İlk 4 maddenin değiştirilmesi teklif dahi edilemez’ geçmiyor. İkinci madde bu hale getirilmiş ama bu değişime açıktır. 1924 anayasasında ‘değiştirilmesi teklif dahi edilemez’ denilen mesele sadece cumhuriyettir.
Bir de 1961 anayasası var: 1. Madde: Türkiye Devleti bir cumhuriyettir. 2. Madde: Türkiye Devleti milli, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. 3. Madde: Türkiye Devletinin resmi dili Türkçedir. Başkenti Ankara’dır. 4. Madde: Egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir. 1961 anayasasında 9. madde şöyledir: “Devlet şeklinin cumhuriyet olduğu hakkındaki anayasa hükmü değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.” 1961 anayasasında da laiklikle ilgili bir şey yok.
1982 anayasasını hazırlayan Prof. Orhan Aldıkaçtı’nın yazdığı taslakta: ‘Türkiye devleti bir cumhuriyettir. Anayasanın bu hükmü değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez’ yazıyor. Sonra Prof. Orhan Aldıkaçtı’ya: “Anayasanın ilk 3 maddesinin bütün hükümlerinin değiştirilmesinin teklif edilemeyeceğini anayasaya koyalım” teklifinde bulunanlar olmuş. O da: ‘Böyle bir şey olamaz. Yalnızca cumhuriyetin değiştirilemeyeceğini söyleyebiliriz. Bir sosyal kuralın değişmesine karşı çıkamayız. Bunlar teklif edilebilir. Sadece cumhuriyetin değiştirilemeyeceğine ilişkin hükmün 11. madde olarak konmasını teklif ediyorum” diyor ve onun bu teklifi danışma meclisinde kabul ediliyor. Anayasaya da 11. madde olarak konuluyor. Sonra anayasa taslağı Kenan Evren ve diğer 4 darbeci komutanın önüne getiriliyor. Orada Kenan Evren’in zoruyla “İlk 4 maddenin değiştirilemeyeceği, değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceği” maddesi konuluyor.
O zaman Anayasa Mahkemesi Üyesi daha sonra Anayasa Mahkemesi Başkanı olan Yekta Güngör Özden o taslak için -Kemalist bir insan olmasına rağmen- “Devlet diktatörlüğü kurulmamalıdır” diyor. O zamanki Barolar Birliği Başkanı Atilla Sav: “Bu anayasa ile otoriter bir rejim kurulabilir” diyor. Aslında o zaman da bazı hukukçular buna karşı gelmişler. Ama darbeci General Kenan Evren’in baskısıyla kabul edilmiş.
12 Eylül öncesinde, bizim çocukluğumuzda sağ sol olayları vardı. Gençler birbirlerini öldürüyordu, her sokakta çatışma vardı. ‘Kenan Evren terörü, iç savaşı durdurdu’ deyip insanlar onu sevdiler ve oy verdiler. 1982 Anayasası büyük bir oy çoğunluğuyla referandumda kabul edildi. Halk anayasayı bildiğinden, okuyup anladığından mı kabul etti? Halk televizyonlar yoluyla yönlendiriliyor. Halk 12 Eylül’ün perde arkasında kimlerin olduğunu, kimlere işkence yapıldığını, kimlerin idam edildiğini, kimlere zulüm yapıldığını bilmiyor. O zaman bir kanal olarak siyah beyaz TRT 1 var, halk sadece oradan dinliyor haberleri... Darbe günlerinde ne internet var ne başka TV kanalları var ne de özgürlük var. Darbeden 2 sene sonra anayasa halka sunuluyor. Halk da bilmiyor, tamam diyor. Ondan sonra ‘halk oy verdi’ deniliyor. Siz önüne ne koyarsanız, halk ‘âmin’ diyor. Doğrusu bu. Dolayısıyla “halk oy verdi” denilemez.
Allah’ın hükümlerini referanduma bile sunmadan değiştirenler; nasıl oluyor da beşerî bir görüşün değiştirilmesinin teklif dahi edilemeyeceğini söyleyebiliyorlar? İnsan görüşü Allah’ın görüşünden üstün müdür? İnsanlar, insan görüşü olan laikliğin değiştirilmesini tabii ki teklif edebilmelidir. Sadece Allah’ın ve Rasulü’nün dediğine itiraz edilemez. Laikliği koyanlar Allah mıdır, peygamber midir? Hem demokrasi, ifade hürriyeti diyeceksiniz; hem de ‘Laikliğin değiştirilmesini teklif dahi edemezsin’ diyeceksiniz. Tam bir diktatörlük! Diyelim ki millet laiklikten rahatsız ve laikliği istemiyor; millet mi üstündür, laiklik mi? Millet mi değerlidir, laiklik mi? Millet istemiyorsa laikliği değiştirmeyecek misiniz? Millete rağmen bir anayasa olabilir mi? Bu kabul edilemez. Bu madde değiştirilmelidir.”