Şerefli bir mahkûkât olarak yaratılan insan hayat boyu bu şerefi koruyabilmek için nerede nasıl bir duruş göstermesi gerektiğini bilmelidir. Müslümanlar için en büyük duruş ve izzet kâfirin ve zalimin karşında eğilmemek, taviz vermeden dik durmaktır. Peygamberimiz’in “Ashabım yıldızlar gibidir”1 dediği ve örnek almamızı istediği ashabı bize, İslam davasına hizmet ederken izzetli bir duruşun nasıl olması gerektiğini de göstermiştir. Bu izzetli duruşlardan birkaç tanesini inceleyelim:
- CAFER BİN EBU TALİB RADIYALLAHU ANH
Müslümanlardan 6 kişi Mekke’de gördükleri işkencelerden dolayı Rasulullah’ın izni ile Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Oranın kralı Necaşi Hristiyan biriydi. Necaşi kendisine sığınan Müslümanları huzuruna çağırmıştı. Müslümanlar Habeş hükümdarının huzuruna çıktıklarında bir tarafta Kureyş elçileri diğer tarafta ise ellerindeki İncil sayfalarıyla hazır bekleyen din adamları vardı. Saray görevlileri, Müslümanlara Necaşi'ye secde etmelerini söylediğinde Müslümanların cevabı çok net oldu: “Biz Allah'tan başka kimsenin önünde secde etmeyiz.”2
Müslümanlar yardım istemek ve sığınmak için kralın yanına gitmelerine rağmen kovulma korkusu duymadan, İslam’ın esaslarına bağlı kaldılar ve kralın önünde eğilmeyi reddettiler ve Cafer bin Ebu Talib bunu cesaretle ifade etti. Böylece kendilerinden sonra gelecek tüm Müslümanlara örnek oldular.
Mekke’den Habeşistan’a gelen ve Müslümanları teslim almak isteyen müşrikler kendilerince Müslümanları zora sokacak bir konu buldular ve Necaşi’ye: “Ey hükümdar! Onlar Meryem oğlu İsa hakkında ağır sözler söylüyorlar. İstersen onları çağır da İsa hakkında ne düşündüklerini sor” dediler. Bunun üzerine Necaşi, Müslümanları yeniden huzuruna çağırdı. Bu ikinci davet Müslümanlara öncekinden daha büyük bir korku vermişti. Necaşi Müslümanlara sordu: “Söyleyin bakalım, Meryem oğlu İsa hakkında ne düşünüyorsunuz?” Hz. Cafer Radıyallahu Anh: “Biz onun hakkında Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem ne söylüyorsa onu söylüyoruz. İsa, Allah’ın kulu ve Rasulü, her şeyi bırakıp kendini Rabbi’ne adamış Meryem'e ilka ettiği kelimesi ve ruhudur” diye cevap verdi. Necaşi bu cevap üzerine yerden bir çöp aldı ve “Vallahi, Meryem oğlu İsa sizin bu söylediklerinizden başka bir şey değildir. Arada şu çöp kadar bile fark yoktur” dedi.3
Cafer bin Ebu Talib kovulma ve hatta öldürülme riskini göze alarak büyük bir cesaretle Hz. İsa hakkında gerçekleri söyledi. Takiyye yapmadı. Net bir duruş sergiledi ve Müslümanlara inancı, davayı korkmadan net bir şekilde ortaya koyma gerekliliğini göstermiş oldu.
- HZ. EBU BEKİR RADIYALLAHU ANH
Hz. Aişe anlatıyor: Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ashabı toplandıklarında –henüz 38 kişi idiler- Hz. Ebu Bekir dinlerini açıktan açığa yayma hususunda Rasulullah’a ısrar etti. Rasulullah: “Ya Ebu Bekir! Henüz çok azız” buyurdu. Fakat Ebu Bekir ısrarında devam etti. Nihayet Rasulullah, İslamiyet’i açıktan açığa yaymaya karar verdi. Müslümanlar kendi aşiretine İslamiyet’i anlatmak üzere Kâbe’nin etrafına dağıldılar. Ebu Bekir ayağa kalkarak oradakilere bir konuşma yaptı. O sırada Rasulullah oturuyordu. Böylece Ebu Bekir, Allah’a ve Rasulullah’a davet eden ilk hatip oldu. Müşrikler Ebu Bekir’in ve diğer Müslümanların üzerine yürüdüler. Onları ayaklar altına alıp ve fena halde dövdüler. Hz. Ebu Bekir o kadar çok dövüldü ki, artık tanınmaz hale geldi. Hz. Ebu Bekir’in kabilesi olan Teymoğulları koşarak geldiler. Müşrikleri Ebu Bekir’den uzaklaştırdılar ve onu bir kilimin üzerine koyarak evine getirdiler. Öyle ki onun öldüğüne kanaat getirmişlerdi.4
Bu olay Hz. Ebu Bekir’in cesaretinin açık bir örneğidir. Hz. Ebu Bekir yumuşak huyluydu ama korkak değil, dengeliydi. Hatta “Zekât vermeyenlere savaş açarım” demişti. Demek ki yumuşak huylu olmak cesur olmaya engel değildir.
- ABDULLAH BİN HUZAFE RADIYALLAHU ANH
Hz. Ömer içlerinde Abdullah b. Huzafe’nin de olduğu bir orduyu Rum diyarına gönderdi. Abdullah b. Huzafe Rumlara esir düştü ve onu alıp krallarına götürerek: “Bu adam Muhammed’in arkadaşlarındandır!” dediler. Rum kralı, Hz. Abdullah’a: “Hristiyan olursan mülk ve saltanatıma seni ortak yapacağım” dedi. Abdullah: “Eğer bütün mülkünü ve Arapların elinde bulunan bütün memleketleri bana bağışlasan, karşılığında Hz. Muhammed’in dininden bir göz açıp kapayıncaya kadar ayrıl desen bunu yine yapmam” dedi. Bunları işittikten sonra kral, onun ağaca bağlanmasını emretti ve okçulara: “Ona okları isabet ettirmeyin ve her atışta ona Hristiyanlığı teklif edin” dedi. Onlar da öyle yaptılar. Fakat Abdullah yine reddetti. Sonra kral emretti, onu indirdiler. Daha sonra bir kazana su koyup kaynattılar. Başka bir Müslüman esir getirip ona da Hristiyanlığı teklif ettiler. O da reddetti. Bunun üzerine kaynamakta olan kazanın içine attılar. Sonra kral, kazanın içine Abdullah’ın atılmasını emrettiğinde Abdullah ağladı. Bunun üzerine krala: “Bu adam suya atılmaktan korktuğu için ağlıyor!” dediler. Kral onun geri getirilmesini emretti. Abdullah’a tekrar Hristiyan olmasını teklif etti. Fakat o yine kabul etmedi. Kral: “Kabul etmediğine göre, seni ağlatan nedir?” diye sordu. Abdullah: “Kendi kendime şöyle düşündüm: Benim bir tane canım var ve ben onu şimdi vereceğim. Allah yolunda bundan sonra canımı ortaya koyamayacağım, O’nun için işkence çekemeyeceğim. Ben Rabbime daha çok hizmet etmek istiyordum. İşte onun için ağladım” dedi. Bunun üzerine kral çok şaşırdı ve ona: “Benim başımı öpmen karşılığında seni serbest bırakmama ne dersin?” diye sordu. Abdullah: “Beni ve bütün Müslüman esirleri serbest bırakırsan başını öperim” dedi. Kral da bu şartı kabul etti. Abdullah, kalbinden: “Bu Allah’ın düşmanlarından birisidir” dedi ve başını öptü. Kendisi ile beraber bütün Müslüman esirleri bıraktırdı. Hz. Ömer’in huzuruna gelip hadiseyi ona anlattılar. Hz. Ömer: “Her Müslüman’a Abdullah b. Huzafe’nin başını öpmek görevdir” dedi ve “işte ben başlıyorum” diyerek kalktı ve Abdullah’ın başını öptü.5
Abdullah b. Huzafe çok ağır psikolojik işkence görmesine rağmen korkmadı. Ok ile öldürülmeyi, kaynar suya atılmayı göze aldı. İslam’ın ve Müslümanların izzetini bir kâfirin karşısında korkaklık yaparak zayi etmedi. Müslümanlar öleceklerini bilseler dahi zalimin karşısında dik durmayı göze almalıdırlar. Böyle bir duruş gösteren Müslümanlar Allah katında da insanlar nazarında da kıymetlidirler. Göstermesi gereken tavrı gösteremeyen korkak Müslümanlar günaha girmekte ve Allah katında mesul olmaktadırlar. Unutulmamalıdır ki tarih dik duran cesurları yazmıştır; korkaklar ise tarihe kara bir leke olarak geçmişlerdir!
- Beyhakî, el-Medhal, s.164
- Zehebî, A'lâmi'n-Nübelâ, I, 207; İbn Hibbân, es-Sîretu'n-Nebeviyye, I, 79
- İbn Hişâm, Es-Sîre, I, 361; Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, I, 300
- El-İsabe. 4/447
- İbn-i Ebi’d-Dünya, Kitabü’l-Hayr. İbn-i Asakir, Ken-zü’l-Ummal