Tarih usulünde ve sosyolojide otorite olarak kabul edilen İbn Haldun’un hayatına ilişkin bilgileri siz okurlarımıza aktarmanın ardından İbn Haldun’un en önemli eseri olan Mukaddime’nin içerisinden seçtiğimiz önemli bazı bölümleri sizler için sayfamıza taşıdık.
İlk olarak insan toplumunun veya toplumsal hayatın zorunlu biçimde gerçekleşen en temel iki kategorisi olan bedevilik ve hadarilik konusuna yer ayırdık.
Bedevîler Hayra Hadarilerden Daha Yakındır
Hadarilerden çok bedevîler hayra daha yakındır. Bunun sebebi şudur: Nefis, ilk fıtratı üzerine bulunursa, kendisine gelen şeyleri kabule hazır bir vaziyette olur, üzerine gelen hayır veya şer onun tabiatı hâline gelir. Bunun için Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem: “Her çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne ve babası onu Yahudi veya Hıristiyan veyahut Mecusi yaparlar” buyurmuştur.
Hadarîler, çeşit çeşit zevklerle, refahın getirdiği âdetlerle menfaatlerine yönelmekle, dünyevi arzuları üzerinde ısrarla durmakla sık sık karşılaştıkları için, birçok kötü ve çirkin huy ile nefisleri kirlenmiştir. Söz konusu durum kendilerinde hâsıl olduğu nispette, hayır ve fazilet yolundan ve bunların vasıtalarından uzaklaşmışlardır. Hatta hâl ve hareketlerindeki sıkılganlık bile yok olup gitmiştir. Onun için bunlardan birçoğunun, toplantılarında, büyüklerinin ve mahremlerinin aralarında sövdükleri ve pis küfürler savurdukları görülür. Saygı müeyyidesi onları bu tutumlarından vazgeçirmez. Çünkü çirkin sözleri ve fiilleri açığa vurma bahsinde edindikleri kötü âdetlere kendilerini iyice kaptırmışlardır.
Her ne kadar bedevîler de tıpkı onlar gibi dünyaya ve maddi menfaatlere yönelmişlerse de onların bu tutumları sadece zaruri ihtiyaç maddelerine sahip olmaları sebebiyledir. Yoksa refah çeşidinden olan maddelerle ilgili bulunmamakta; haz, zevk, arzular ve bunların sebep ve etkin faktörleri ile alakalı olmamaktadır. O yüzden bedevilerin muamelelerindeki (kötü) adetleri, bu muamelelerin miktarı nispetindedir. Yani hadarîlere nispetle bedevilerde vücuda gelen kötülük yapma temayülü ve fena huylar çok daha azdır. Şimdi bedevîler ilk fıtrata ve tabiata daha yakındırlar, birçok kötü ve çirkin alışkanlıklar sebebiyle nefiste oluşan ve onun tabiatı hâline gelen fena melekelerden daha uzakta bulunurlar. Onun için de bedevîlerin tedavisi, şehirlilerin tedavisinden daha kolaydır. Bu durum gayet açıktır.
Bundan sonra yapacağımız açıklamalardan da anlaşılacağı gibi hadarilik ve şehir hayatı uygarlığın nihayeti ve onun bozulmaya yüz tutmasıdır; hayırdan uzak olmanın ve şerrin son merhalesidir. Bundan anlaşılan ve ortaya çıkan şey şudur: Bedevîler, hadarîlerden hayra daha yakındır ve Al-i İmran Suresi 76.ayette buyrulduğu gibi: “Allah muttaki olanları sever.”
Sahih-i Buhari’de nakledilen bir rivayet ileri sürülerek bu hususa itiraz olunamaz. Bu rivayete göre Seleme b. Ekvan’ın, bedevilik hayatına geri döndüğü yolunda bir haber alınca, Haccac ona: (Şehirlileşmişken) “İzinin üstüne geri mi döndün? Araplaştın mı? Yine bedevî mi oldun?” demiş, o da: “Hayır, öyle bir şey yok, ama Rasulullah (geri dönüp bedevîler arasında) bâdiyede yaşamama izin verdi” diye cevap vermişti. (Bu ifadeye göre Haccac, bâdiyede ve bedeviler arasında yaşamayı, dine, ahlâka ve medeniliğe uygun görmemekte ve onun bu telakkisi de o zamanki Müslümanların anlayışını yansıtmaktadır.)
Burada şu hususu bilmek gerekir: Hicret etmek, İslam’ın ilk zamanlarında Mekkelilere farz kılınmıştı, maksat nereye yerleşirse yerleşsin, Mekkelilerin Hz. Peygamber ile beraber olup O'na yardımcı olmaları, giriştiği teşebbüs hususunda O’na arka çıkmaları ve O’nu korumaları idi. Bâdiye ahalisi olan Araplara (bedevilere) hicret etmek farz değildir. Çünkü Mekke halkı ile Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem arasında, O’nu korumayı ve kollamayı gerektiren, (yakından veya uzaktan) bir asabiyet ilişkisi vardı. Mekkelilerin dışında kalan bâdiyedeki Arap ve bedevilerle O’nun arasında ise böyle bir rabıta yoktu.
Muhacirler, hicreti gerektirmesi sebebiyle, Araplaşmaktan, yani bâdiye sakinleri olmaktan Allah’a sığınırlardı. Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem Mekke’de hastalanan Sa’d b. Ebu Vakkas’la konuşurken: “Allah’ım ashabımın hicretini eksiksiz olarak gerçekleştir, onları izleri üstüne geri çevirme” (Sa’d’ın canını, hicretin farziyetini düşüren Medine haricinde değil, Medine’de al) demişti. Bu, “Allah’ım, ashabımı sürekli olarak Medine’de bulunmaya ve orayı bırakıp başka yere gitmemeye muvaffak kıl da başlamış oldukları hicretten geri dönmesinler” demektir. Bu ise -yani Medine’den ayrılmak- harcanan çabadan sonra herhangi bir şekilde gerisin geri dönmek türünden bir davranıştır.
Bir de hicretin farziyeti ve icra edilmesi fetihten sonra Müslüman olanlardan düşmüştür, diye bir izah da yapılmıştır. Hicretin farziyeti, fetihten evvel, Müslüman olup ve hicret görevini ifa edenlerden sakıt olmuştur, diyenler de vardır. Her neyse, Hz. Peygamber’in vefatından sonra hicretin farziyetinin sakıt olduğu hususunda herkes ittifak etmiştir. Çünkü o zamandan itibaren sahabe dünyanın dört bucağına dağılmış ve yayılmış, o tarihten sonra: “Medine’de ikamet etme fazileti”nden başka bir şey kalmamıştır ki bu da bir nevi hicrettir.
O hâlde bâdiyede ikamet etmeye başlayan Seleme’ye Haccac’ın: “Gerisin geri mi döndün, tekrar mı Araplaştın?” demesi, Hz. Peygamber’in yukarıda bahsi geçen duasına işaretle, Medine’de ikameti terk ettiğinden dolayı ona hayıflanması ve esef etmesi şeklinde anlaşılmalıdır. Bu dua: “Allah’ım, onları gerisin geri döndürme” ifadesidir. “Tekrar Araplaştın mı?” ifadesi, onun (Medine’de ikameti terk etmekle) hicret etmeyen bedevî Araplar hâline geldiğine işaret etmektedir. Seleme, Haccac’ın kendisine yönelttiği her iki suçlamayı da reddetmiş ve Nebî Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in bâdiyeye dönme hususunda kendisine izin verdiğini bildirmişti. Haccac, sırf Medine’de ikamet etmeyi terk ettiği için Seleme’ye teessüf etmişti. Çünkü Hz. Peygamber’in vefatından sonra hicretin sakıt olduğunu o da bilmekte idi. Seleme ise verdiği cevapta, Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in kendisine vermiş olduğu izni ganimet bilmesinin daha iyi ve daha doğru olduğunu, zira hakkında sahip olduğu bir bilgi sebebiyle Nebî’nin, onun için bunu tercih ettiğini ve bu hareket şeklini ona tahsis ettiğini dile getirmişti.
Hangi ihtimal dikkate alınırsa alınsın, bu hadis, Araplaşmak diye tabir ve ifade edilen bedevîliğin ve bâdiyede yaşamanın kötülüğüne delil değildir. Zira malum olduğu yönüyle hicret, bedevîliği yermek için değil, Nebî Sallallahu Aleyhi ve Sellem’i korumak, kollamak ve O’na arka çıkmak için meşru kılınmıştı. Hicret vazifesinin terkiyle ilgili bulunan bir esef, Araplaşmanın, yani bâdiyeye çekilip bedevîce yaşamanın kötü bir şey olduğuna delil teşkil etmez. En iyisini bilen Allah Teâla’dır. Muvaffakiyet, O’nun sayesindedir…
Dipnot:
Dergah Yayınları, Mukaddime, İbn. Haldun; çeviri, Süleyman Uluğ. Syf; 326-329