Önceki sayılarımızda İbn Haldun’un kaleme almış olduğu Mukaddime’den “Bedevilerin, Hadarilerden Daha Cesur Olduklarına Dair” ve “Mağlup, Ebedi Olarak Galibi Taklit Etmeye Düşkünlük Gösterir” başlıkları altında anlatılan konuyu sizler için derlemiştik. Konunun devamı olarak bu sayımızda “Bir Millet Mağlup Olup Diğer Bir Milletin Hâkimiyetine Girerse, Hızla Yok Olmaya Mahkûm Olur” ve “Zulüm Ümranın Harap Olduğunu Haber Verir” başlıklarını siz okuyucularımızın istifadesine sunuyoruz.
Bir Millet Mağlup Olup Diğer Bir Milletin Hâkimiyetine Girerse, Hızla Yok Olmaya Mahkûm Olur
Allah en doğrusunu bilir fakat bunun sebebi şudur: Bir millet üzerinde diğer bir milletin hâkimiyeti teessüs eder (ortaya çıkar), köleleştirilmek suretiyle öbür milletin âleti olur ve onlara bağımlı hâle gelirse, mağlup millet fertlerinin ruhları üzerine bir tembellik ve miskinlik çöker. Bu yüzden emel azalır ve zayıflar. Hâlbuki nüfus artması ve ümranın (uygarlık) ilerlemesi, sadece ciddi emel (ihtiras) ve bunun neticesinde (insandaki) hayvanî kuvvetlerde meydana gelen sevkle nümûn1 olur. Tembellik suretiyle emel yok olur, emele davet eden ahval ortadan kalkar ve aleyhlerinde hâsıl olan galebe sebebiyle asabiyet de zail olursa, mağlupların ümranları eksilmeye yüz tutar, servetleri ve faaliyetleri dağılır; galebe hâlinin, şevketlerini kırmış olması sebebiyle kendilerini müdafaa etmekten de âciz kalırlar. Bu yüzden her mutagallibin mağlubu, her yiyicinin yemi (ve her sömürücünün sömürgesi) olurlar. Nihai gayeleri olan mülk, kendileri için ister hâsıl olmuş ister olmamış olsun fark etmez, bunların hâli budur.
En doğrusunu Allah bilir ama bunda bir sır ve hikmet daha vardır. O da şudur: İnsan, yaratılışının gayesi olan istihlafın (Allah’ın onu yeryüzünde halife kılmasının) gereği olarak tabiatıyla reistir. Reis ise riyaseti konusunda mağlup olur ve izzetinin gayesinden men olunursa, üzerine tembellik ve miskinlik çöker. O derecede ki, karnını doyurmak ve ciğerlerini su ile serinletmek hususunda bile tembellik gösterir. Bu durum insanların huylarında mevcuttur. Aynı durumun yırtıcı hayvanlarda da mevcut olduğu söylenebilir. İnsanoğlunun hâkimiyeti altına giren bu hayvanların çiftleşmedikleri söylenmektedir. Bu sayede hâkimiyet altına alınan bahis konusu mahkûm kavimler, sürekli olarak eksilme ve yok olma hâlinde bulunur, nihayet fena onu alıp götürür, beka ise sadece Allah’a mahsustur.
Zulüm Ümranın Harap Olduğunu Haber Verir
Malum olsun ki, malları bakımından halka tecavüz etmek, bu malların elde edilmesi ve kazanılması hususunda onların heveslerini ve şevklerini yok eder. Çünkü bu takdirde, neticede ve eninde sonunda söz konusu malların yağma yoluyla ellerinden alınacağına kani olurlar. Mal kazanma ve edinme hevesleri gidince, artık bu maksatla çalışmaya elleri varmaz olur. Mal ve servet kazanma yolunda çalışmaktan halkın geri durması, bu hususta kendilerine (ve mallarına) yönelen tecavüz miktarınca ve nispetinde olur. Tecavüz, maişet yollarının tümüne şamil olacak derecede çok olursa, kazançtan geri durma öyle olur. Çünkü zulüm ve tecavüz bütün mesleklere dâhil olduğu için hevesleri tamamen ortadan kaldırır. Şayet tecavüz az ise, kazançtan geri durmak da o nispette olur. Ümranın mükemmelliği, çarşı pazarın hareketliliği, halkın akşam sabah gide gele kazanç ve menfaatleri için çalışıp çabalamalarına bağlıdır. Halk, maişetlerini temin etmekten geri durup mal kazanmaktan el etek çekti mi, ümrandaki pazarlar durgunlaşır, ahvâl perişan olur, halk bu ülkenin dışındaki yerlere dağılır, rızkını bu sahanın haricinde arar. Bu yüzden o bölgede ikamet edenler seyrekleşir, nüfus azalır o diyar ıssız hâle gelir, şehirleri harap olur, sultanın ve devletin hâlinin bozulmasıyla yerleşme merkezleri bozulur. Çünkü sultanın ve devletin hâli, ümranın bir suretidir. Ümranın maddesinin (ve iktisadi bünyesinin) bozulmasıyla zaruri olarak sureti de bozulur.
Hanedanlıklarda mevcut olan büyük şehirlerin, zulme ve tecavüze maruz oldukları hâlde, bazen bunların harap olmadıklarına bakma. Bil ki, bu şehirlerin harap olmaması, şehir halkının ahvâli ile zulüm arasındaki nispetten ve münasebetten ileri gelmektedir. Şehir kocaman, ümranı çok ve ahvâli, hadsiz hesapsız bol ve geniş olursa, zulüm ve tecavüz suretiyle orada vaki olan eksilme (ve tahribat) az olur. Çünkü eksilme, ancak tedrici olarak kendini gösterir. Şehirdeki ahvâlin çok ve iş hacminin geniş olması sebebiyle, eksikliği kapalı kalırsa, bunun eseri, ancak bir müddet geçtikten sonra görülür. Bazen zalim ve mütecaviz hanedanlık, şehir harap olmadan evvel kökten ortadan kalkar, onun yerine diğer bir devlet kurulur. Yeni oluşu sayesinde şehrin yırtıklarına yama vurur; gizli oluşu sebebiyle hemen hemen kimse tarafından fark edilmeyen eksiklerini tamir eder. Ancak bu, azın da azı olan ender bir durumdur.
Söylediklerimizden maksat şudur: Zulüm ve haksızlıktan dolayı ümranda bir noksanlaşmanın hâsıl olması, vaki olan bir husustur. Belirtmiş olduğumuz sebeplerden dolayı bunun böyle olması zaruridir. Bu noksanlaşmanın vebalini ve zararını da hanedanlıklar çeker.
Zulüm, malikin elinden mülkünü ve malını karşılıksız ve sebepsiz olarak almaktan ibarettir, diye zannedilmemelidir. Böyle meşhur, olmuştur, ama aslında zulüm, bundan daha umumi bir şeydir. Başkasının mülkünü alan veya onu zorla kendi işinde çalıştıran veyahut hakkı olmayan bir şeyi ondan isteyen veyahut da şeriatın farz kılmadığı bir hakkı (ve vazifeyi) başkasına yükleyen (onu meşru ve kanunî olmayan şeylerle mükellef tutan) her kişi karşısındakine zulmetmiştir. İmdi haksız olarak vergi toplayan tahsildarlar zalimdir, hak olandan fazla vergi toplayanlar zalimdir, bunu yağma edenler zalimdir, halka haklarını vermeyenler zalimdir, emlâki gasp edenler tamamıyla zalimdir. Bütün bunların zararını ve vebalini hanedanlığın maddesi olan ümranın harap olması sebebiyle devlet çeker. Çünkü bu durum ümran ehlinin şevkini ve hevesini yok eder.
- Nümun: Gösteren, benzer, müşabih olan
* Dergah Yayınları, Mukaddime, İbn Haldun; Çeviri, Süleyman Uluğ; Syf: 362- 363; 549-551