“Ümmet ağacını şehidin kanı sular” Alparslan Kuytul Hocaefendi
Ümmetimizin son zamanlarda yaşadığı hadiseler bazı kavramları biraz daha gündemimize soktu. Bu kavramların en başında şehadet geliyor. Şehit; bu ümmetin bir öncüsü olarak kanını verir ve böylece İslam davasının yüce bir değer olduğunu, bu davanın kendisi için her şeyini feda etmeye değeceğini adeta canlı bir şahit olarak anlatır. Muvahhid mü’minin değişmeyen özlemi olan şehadet; nesillere davamızın ve dinimizin ömrü feda etmeye değecek yücelikte değerler olduğunu anlatır.
Her şeyden önce şehit hayatını bir şahit olarak yaşar. Şehidin hayatında şehadet; feda edilmiş bir ömrün Allah’a takdimidir. Şehit, şehadeti ile âdeta şunu söyler: “Ya Rabbi! Sana, senin bana verdiğin en değerli şeyimi, canımı sunuyorum. Zaten o da senindi…”
“Allah yolunda öldürülenlere ölüler demeyin, bilakis onlar diridirler. Lakin siz anlayamazsınız”1 ifadeleri ile Allah Azze ve Celle şehitlerin ölmediklerini, yaşadıklarını ifade etmektedir. Çünkü onlar normal insanlar gibi değildirler, toprağa konulmakla beraber ümmetin dirilişine kanları ile yardım ederler, kendileri aramızda olmasa dahi miras bıraktıkları fedakârlık ruhu ile ardından gelenlere ders verirler…
Davalar, kendini feda edecek fedakârların elleri, kanları, canları ile yayılır ve yükselir. İslam davası geçmişte Hamzaların, Mus’abların mübarek kanlarıyla yüceldiği gibi bugün de Şeyh Ahmet Yasin’in Hattab’ın, Esma’nın, kanı ile yücelir. Böylece dini namaz ve oruçtan ibaret zanneden Müslümanlar, dinlerinin Müslümanların canlarını feda etmeyi gerektiren görevler yüklediğini anlar ve öğrenir. Ümmet şehitlerin kanı ile kendi dininin ulvî değerlerini öğrenir ve anlar. Muhterem Alparslan KUYTUL Hocaefendi’nin de ifadesiyle; “Ümmet ağacını şehidin kanı sular.”
Şehit can verir ama çok önemli bir şey öğretir. Bâtılın gerçek yüzünü gösterir. Kimisi Filistin’de, kimisi Suriye’de kimisi Mısır’da; henüz on dokuzunda, otuzunda, kimisi babasının yanında, kimisi tankın önünde bir namlunun ucunda ya da annesinin kucağında can verir. Böylece uyuyan ve belki uyanması asırlar alacak olan Müslümanların uyanışına vesile olur. Batının kucağında onun ninnileri ile uyumakta iken, batının kucağının ateş, ninnisinin ise şeytan çığlığı olduğunu fark eder. Böylece bu ümmet kendisini can havli ile küfrün kucağından atar, batı hayranlığından vazgeçer ve asırlar sonrasında ümmet şuuru ile yeniden dirilişe geçer.
Bugün yakın coğrafyamız olan Suriye’de ve Mısır’da bunu görmekteyiz. Şehidin şehadeti ile bu ümmet yeniden dirilir. Şehidin şehadeti ile bu ümmet yeniden asıl kıblesi olan Kâbe’ye yönelir.
Ümmet, kardeşliği âdeta dershanede etüt eder gibi etüt etmektedir. Her gün İslam coğrafyasının bir parçasından şehit haberleri gelirken, uhuvvet benliğimizin derinliklerine yerleşir. Rasulullah’ın; “Mü’minlerin misali bir vücuda benzer. Vücudun bir uzvu hastalanınca diğer azaları onun rahatsızlığına hararetle ve uykusuzlukla iştirak ederler”2 ifadesi ile asırlardır dokuları duyarsızlaşmış olan ümmetimiz, akan bunca kanla uyanıp kendine gelmektedir. Yaralarını sarmak uzun sürse de iyileşmesi zaman alsa da sonunda ümmet olduğumuz, kardeş olduğumuz hatırlanmış ve hislere yerleşmiştir. Her bir uzvu ile ümmetimiz harekete geçmiştir elhamdülillah…
Ümmetin iman eden fertleri uzak coğrafyalarda yaşasalar da ‘ben de Müslümanlardanım’ diyen kardeşleri için uykusuz kalmakta, dertlenmekte ve harekete geçmektedirler. Böylece ümmet şuuru yerleşmekte ve neslimiz bu şuurla harekete geçmektedir.
Yine Peygamberimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem;
“Müslüman müslümanın kardeşidir. Müslüman Müslümana zulmetmez. Müslüman müslümanı başına gelen musibette terk etmez, O’nu zalimin eline teslim etmez. Kim bir din kardeşine yardım ederse Allah da ona yardım eder. Müslüman kardeşinin sıkıntısın giderenin Allah da kıyamet günü sıkıntısın giderir”3 hadisinde buyurduğu üzere, mü’minler birbirlerinin dertleri ile dertlenip sıkıntılarını sıkıntı edinmiştir. Mısır’daki acı Türkiye’de yaşanmış gibi derinden hissedilmiştir. Bu duygular ümmeti uyandıracak, bir şehit verdi isek bin dirilişe sebep olacaktır. İnşaallah.
Bütün bu olanlar, sorunlarımızı ancak bir ümmet olursak, tek vücut olarak hareket edebilirsek çözebileceğimizi anlamamızı sağlamıştır. Zira kitleler halinde şehitler, kitleler halinde tepkileri beraberinde getirdi. Böylece kısa zamanda büyük topluluklar aynı hedef için gayret gösterip, bizi birleştiren temel çatı olan İslam’ın kardeşliği içerisinde hareket etmenin ve büyük bir güce ulaşmanın önemini anladı.
Ayrıca ‘ben de bu ümmetin bir ferdiyim’ diyen, az veya çok bunun için gayret gösterenler de ‘artık ümmetimin kurtuluşu için daha çok çalışacağım, bugüne kadar yaptıklarım yeterli değil’ anlayışına sahip oldular.
Şehidin akan kanı ümmeti bir eksiltse de bin tane ferdini kendine getirmekte, görevlerini hatırlatmakta, yaptıklarını yeterli görmeyen biri durumuna getirmektedir. Bu sebeple diyoruz ki; “BİZ BİR ÖLSEK DE BİN DİRİLİRİZ!” Bu ümmetin kanı ile tahta kurulma düşüncesindeki Firavunlar iyi bilmeliler ki; bu ümmetin şehitlerinin kanı onları boğacak ve şehit edilen bir Esma’nın hışmı bin Esma’yı doğuracak ‘artık yeter!’ diyen ve Musa’nın yolundan giden muvahhit mü’minler olacaktır.
1- Bakara, 154
2- Buhari, Edeb 27
3- Buhari, Mezalim-3