Acılar… Feryatlar… Gözyaşı… Ülke olarak hassas ve zor bir dönemin eşiğinden geçiyoruz. Aileler dağılıyor, çocuklar yıpranıyor, bebekler dört duvar arasında doğuyor ve büyüyor. Zaman geçiyor ve her gün şu soru ile muhatap oluyor insanlık: Duymuyor musunuz? Görmüyor musunuz? Sürece yaşayarak şahitlik edenlerin satırlarından aktarıyoruz yaşanılanları… Bu hazin öykünün bir an evvel son bulmasını diliyoruz.
28 ŞUBAT 1997… ZULMÜN ADI
Yakın zamanda doğmuş veya o tarihlerde henüz küçük olan Müslümanlar için bu tarih çok şey ifade etmiyor olabilir. Zaten benim de buradaki hasbihalim onlara değil. O zalim, karanlık dönemi ta iliklerine kadar yaşayanlara… Bizimle o acı havayı teneffüs eden, duyarlı (!) ‘kardeşlere’dir bu cümlelerim. O dönemin zulmüne bizzat şahit olmuş, mağdur olmuş; siyasetçisiyle, medya sahipleriyle, köşe yazarlarıyla, iş adamlarıyla, sivil dernekleriyle… ‘Kardeş’ olduğumuzu düşündüğümüz, aynı yolun yolcusu olduğumuzu düşündüğümüz aynı zulme maruz kaldığımız kardeşleredir bu kırık cümleler…
Öyle görünüyor ki bu tarih onlar için de çok bir şey ifade etmiyor artık. Zira onlar mağduriyetlerini gidereli çok oldu. Hükümet oldular, büyük iş adamları oldular, medya patronları, köşe yazarları oldular… Artık çok önemli çok değerli işleri var… Yaklaşık çeyrek asırdır cezaevinde olan diğer yüzlerce mağdur olanlardan onlara ne?
Cezaevinde felç olan hiçbir şekilde kendisine bakamayan (ve çıktıktan kısa bir süre sonra vefat eden) Cengiz S. kardeşimizin, o felçli haliyle tam 12 sene cezaevinde yatırılmasından onlara ne? Cezaevindeki yardıma muhtaç, hasta, yaşlı kardeşlerimizden onlara ne? Onlar kim ki? Biz kimiz ki? Anaları mıyız, babaları mıyız, çocukları mıyız, eşleri miyiz, kardeşleri miyiz? Biz onlara mı sorduk da bu kuyuya düştük, değil mi? Onlara ne?
Onların çok büyük işleri önemli meseleleri var artık… Kaybedecekleri çok şeyleri var… Cezaevinde çile çeken yüzlerce mağdur gibi, onlara dokunmayan, çok da bir şey kazandırmayan bir meseleden onlara ne? Onlar mağduriyetlerini giderdiler, çocukları aileleri yanlarında, selametteler, rahattalar, bolluktalar… Onlar o karanlık günleri atlattı. Hükümet oldular, iş adamları oldular, dernek sahibi oldular, medya patronları oldular, köşe yazarları oldular… Her bir şey oldular olmasına lakin bir ‘kardeş’ olamadılar maalesef. Kardeşlerini kuyuda unutup, gittiler…
28 Şubat 2018… Vefasızlığın adı.1
BİZ HAİN DEĞİLİZ
Eşim 6 Ocak 2017 Cuma günü yayınlanan 679 Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Ordu’dan ihraç edildi. Eşim yüzbaşıydı. Hiç uyumadık o gece. Sabahında “gel teslim et silahını” dediler. Yalvardım evden çıkarken “sakin ol! Yavrularımla bekliyorum” dedim. 15 gün lojman boşaltma süresi verdiler. Eşim her ortadan kaybolduğunda, evin çocukların görmeyeceği yerine gidip ağlıyordu. Geldik eşimin memleketi Kastamonu’ya. Kayınpederimin evine bir odaya yerleştik. Kayınpederimin sanayide ufak bir demirci dükkânı var. Eşim babasıyla demircilik yapmaya başladı. Yüzbaşı artık kaynakçı demirci ustası oldu.
Her yere yazdık. İçişleri, Dışişleri, Kara Kuvvetleri, Genel Kurmay, “bizi neden ihraç ettiniz” diye. Şimdi dikkat edin buradan sonra başlıyor trajedi, hatta trajikomik. Eşim ocak ayında ihraç olmuştu. Tek bir sorgu sual yaşamadı. Gözaltı, tutuklama hiçbir şey olmadı. Açığa bile alınmadı! Ve ihracından tam 6 ay sonra, 3 Temmuz 2017 günü evinde yaşadığımız 63 yaşındaki kayınvalidem ve kayınpederim sabah eve gelen polisler eşliğinde gözaltına alındı tutuklandılar! Bylock kullandıkları gerekçesiyle. Kastamonu E Tipi Kapalı Cezaevinin bayanlar tarafına kayınvalide, erkekler tarafına kayınpederi koydular. Kalakaldık eşim ve çocuklarla. Tam 5,5 ay cezaevinde yattılar. Sonra Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının açıkladığı 11.480 kişilik Bylock Morbeyin kumpası listesinde her ikisinin de numarası çıktı ve önce tahliye, arkasından 23 Ocak 2018’de beraat ettiler. Morbeyin mağduru oldukları için hakim mahkemede savunmalarını bile almadı. “Çok geçmiş olsun teyze, amca” diyebildi. Sonra bir fark ettik ki kayınvalide ve kayınpederimin iddianamelerindeki “MİT’ten gelen Bylock tespit tarihi” eşimin ihracından 4 gün öncesi; biz şok! Eşim hemen Kara Kuvvetlerini aradı. Daha eşim adını söyler söylemez telefondaki binbaşı “geçmiş olsun kardeşim annene ve babana. Her şeyi biliyoruz, tek bir işlem dahi geçirmemenin sebebi sende bir şey olmadığı için. Sen 1. derece yakınından dolayı ihraç edildin; iaden yapılacak bekle dediler.”
Biz iade beklerken en son 701 KHK’sında eşim iade olmadığını görünce tekrar Kara Kuvvetlerini aradı. Kara Kuvvetlerindeki telefona çıkan binbaşı aynen şunu dedi: “Evet iade KHK’sında adın vardı. Fakat mayıs ayında seninle ilgili emniyetten yazı geldi; malum ankesörlü telefon yapılanmasında ismin geçiyor.”
Tabii eşim artık delirdi; “Komutanım 1.derece yakınından dolayı ihraç edildin iaden yapılacak bekle dediniz, iade edilmedim, şimdi diyorsunuz ki ankesörlü yapılanmada ismin geçiyor, emniyetten seninle ilgili yazı geldi. 2.kumpas! Yeter artık” dedi. “Yapacak bir şey yok bekle” dedi ve kapattı telefonu. Bu görüşme olduktan sonra emniyete gittik. İfade vereyim ne olacaksa olsun, sonuçlansın diye. “Sizinle ilgili bir şey yok, olursa gelir alırız” dediler. Yetmedi adliyeye gittik. “Hakkınızda bir soruşturma vs. yok” dediler. Bu görüşme haziranda oldu, 11 ay bitti ne gelen var ne arayan ne soran. İhraçtan bu yana tam 24 ay bitti. Eşyalarım köhne bir depoda. Komisyon “inceleme devam etmektedir” yazıyor. Genel Kurmaydan tebligat geldi. Ben sürekli Cimer’e yazıyordum, “bizi araştırın, biz hain değiliz” diye. Tebligatta “komisyon inceleme kararı bitiminde karar verilir” yazmışlar. Çok yoruldum. İki evladım var biri 8 yaşında, diğeri 3 buçuk yaşında. Anneyim ben ama gücüm kalmadı. “Tek bir adli işlem geçirmemiş adamın neyini incelemeyi bitiremediniz” yazdım Cimer’e. Kastamonu küçük yer. Ben 2009’da mezun oldum üniversiteden, KPSS ile atanamadım. O yüzden ücretli öğretmen olayım, iki kuruş kazanayım dedim; eşim ihraç olduğu için ne Milli Eğitim ne Halk Eğitim çalışmak istemediğini söylediler.2
1. haksozhaber.net/zindandan-mektup-103204h.htm
2. haksozhaber.net/khk-ve-bylock-magduru-bir-ailenin-bitmeyen-cilesi-111137h.htm