Siyer

Cahiliye Toplumuna Meydan Okuyuş

Paylaş:

                İman öyle eşsiz bir güce sahiptir ki, insanı cahiliye karanlığından kurtarıp vahyin aydınlığında yükselterek insana medeni bir şahsiyet kazandırır. İşte Hz. Hamza ve Hz. Ömer, İslam’ın nuruyla aydınlanır aydınlanmaz cahiliyeye meydan okumakla kalmayıp, davayı yaymak suretiyle İslami mücadeleye hız kazandırmışlardır…

                Kıymetli okurlarımız, bu sayımızda da Nebevi Hareket Metodu’ndan önemli bölümler sunmaya devam ediyoruz. Geçen sayımızda İslam düşmanlarının olumsuz girişimlerine değinmiştik. Bu sayımızda ise, İslam’ın iki önemli ismi; Hz. Hamza ve Hz. Ömer’in hidayet nuruyla aydınlanmasıyla birlikte, Müslümanların cahiliyeye karşı meydan okuyuşlarını ele alacağız.

                Cahiliye toplumuna ilk meydan okuyuş şehitlerin efendisi Hz. Hamza’nın Müslüman oluşuyladır. İbn İshâk, İslam’a giren bir adamdan şöyle rivayet ediyor: “Ebu Cehil bir gün Rasulullah’ın yanından geçerken kendisine sövdü ve eziyet etti. Dinini ayıplamak ve davasını hor görmek suretiyle Rasulullah’a çirkin davranışlarda bulundu. Rasulullah da kendisine hiçbir şekilde karşılık vermedi. Öte yandan Abdullah bin Cüd’ân’ın cariyesi oturduğu evinden, Rasulullah’a bütün yapılanları görmüştü.

                Sonra Ebu Cehil Rasulullah’ı bırakıp, Kâbe yanındaki Kureyş’in toplantı yerine giderek orada müşriklerle beraber oturdu. Çok geçmedi ki, Hamza bin Abdulmuttalib ok ve yayını kuşanmış bir vaziyette avdan dönüyordu. Hz. Hamza Radıyallahu Anh avcılıkla uğraşır, devamlı ava çıkar ve iyi ok atardı. Avdan döndüğünde de evine gitmeden önce Kâbe’yi tavaf ederdi. Tavaftan sonra da Kureyş’in toplantı yerinin önünden geçer orada durarak kendilerine selam verir ve onlarla sohbet ederdi. Kureyş’in en izzetli ve en kuvvetli babayiğit delikanlısıydı. Bu sırada her şey bitmiş ve Rasulullah evine dönmüştü.

                Hz. Hamza tam cariyenin yanından geçerken, cariye: “Ey Eba Ammara..! Biraz önce Ebi’l Hakem bin Hişam’ın, kardeşinin oğlu Muhammed’e yaptıklarını bir görseydin! Onu burada otururken gördü ve yapmadık eziyet, söylemedik ağır söz bırakmadı, sonra da çekip gitti. Muhammed de tek kelime bile söylemedi” dedi. Bunun üzerine Hz. Hamza gazaba geldi. Allah Azze ve Celle izzeti kereminden O’na da lütfedecekti, gözü kimseyi görmüyordu, Ebu Cehil’i bulmak üzere ilerledi, onu gördüğünde başına bir iş getirecekti. Mescide girdiği zaman Ebu Cehil’i kavmi arasında otururken gördü. Ona doğru ilerleyerek tepesine dikildi ve yayıyla vurarak kafasını yardı. Sonra: “Muhammed’e mi sövüyorsun? Ben de O’nun dinindenim ve O’nun söylediklerini ben de söylüyorum. Eğer gücün yetiyorsa O’na yaptıklarını bana da yap” dedi.

                Bunun üzerine Mahzum Oğulları’nın adamları Ebu Cehil’e yardım etmek için Hz. Hamza’nın üzerine yürüdüler. Ebu Cehil de: “Ebu Ammara’yı bırakın. Vallahi kardeşinin oğluna çok kötü sövdüm” diyerek onları yatıştırdı.” İbn İshâk’ın rivayetine ek olarak bazıları Hz. Hamza’nın şöyle dediğini söylemişlerdir: “Gazaba gelip, ‘ben de O’nun dinindenim’ dedikten sonra kavmimin ve babalarımın dinini terk etmiş olduğundan beni bir pişmanlık aldı.

                Bu büyük durum karşısında o gece şüphe ile yattım ve gözüme uyku girmedi. Sonra Kâbe’ye gelerek gönlümü açması ve benden şüpheyi gidermesi için Allah’a dua ettim. Duayı tamamladığımda batıl üzerimden zail olmuş ve kalbim yakîn ile dolmuştu. Bu durum başka bir rivayette de: “Rasulullah’a geldim ve içinde bulunduğum durumu kendisine anlattım. O da bana dua etti ve Allah hak üzerine beni sabit kıldı” şeklinde geçmektedir. Ömer’in İslam’a girişine gelince, Ebu Naim’in Delâil’den çıkardığına ve İbn Asâkir’in, İbn Abbas’tan rivayetine göre, İbn Abbas şöyle demektedir: ‘Ömer’e ne için, Faruk diye isimlendirildin?’ diye sordum. Bana şöyle dedi: ‘Hamza benden tam üç gün önce Müslüman olmuştu.

                Bir gün dışarı çıktığımda Mahzum Oğulları’ndan Müslüman olan birisiyle karşılaştım ve ona, ‘Babalarının dinini bırakıp Muhammed’in dinine mi tâbi oldun?’ diye sordum. O da; ‘Eğer ben böyle yaptıysam, senin için benden değerli olanlar da bunu yaptı’ diye cevap verdi. ‘Kim o?’ diye kendisine sorduğumda: ‘Kız kardeşinle enişten’ diye cevap verdi. Hemen kız kardeşimin evine gittim. İçeride uğultu şeklinde bir ses geliyordu. İçeri girdim ve ‘Bu okuduğunuz da ne?’ diye sordum. Kız kardeşim daha henüz konuşmaya başlamışken kafasına vurarak kanattım. Yere düşmüştü. Sonra usul ve bütün edebiyle yerden kalkarak, şefkatle başını tuttu ve ‘Ne kadar zorba davranırsan davran, dinimden dönecek değilim’ diye konuştu. Başından akan kanları görünce, yaptığımdan utandım. ‘Oturun ve bu kitabı bana gösterin’ dedim. O da: Bu kitabı ancak temiz olanların tutabileceğini söyledi, kalktım, yıkandım. Sonra bana kitabı getirdiler. Kitap, ‘Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla’ diye başlıyordu.

                ‘Çok güzel, pak ve manalı isimler’ dedim. Sonra yavaş yavaş okumaya başladım: “Tâ Hâ. Ey Muhammed! Kur’an’ı sana sıkıntıya düşesin diye değil ancak Allah’tan korkanlara bir öğüt ve yeri ve yüce gökleri yaratanın katından bir Kitap olarak indirdik. Rahman arşa hükmetmektedir. Göklerde ve yerde, her ikisi arasında ve toprağın altında bulunanlar O’nundur. Sen sözü istersen açığa vur, şüphesiz O gizliyi de, gizlinin gizlisini de bilir. Allah’tan başka ilah yoktur, en güzel isimler O’nundur” Bu sözler üzerimde çok büyük bir etki yaptı. ‘Bu sözler ne kadar iyi ve ne kadar güzel’ dedim, hemen Müslüman oldum. Kız kardeşime: ‘Rasulullah nerede?’ diye sordum. ‘Erkâm’ın evinde’ diye cevap verdi. Dosdoğru Erkâm’ın evine gittim ve kapıyı çaldım. İçerdekiler kapının önüne toplandılar, kapıyı açmıyorlardı. Hamza onlara, ‘Neyiniz var?’ diye sordu.

                ‘Ömer’ dediler. ‘Ömer mi? O’na kapıyı açın, eğer dinimizi kabul ederse biz de onu kabul ederiz, eğer yüz çevirirse onu öldürürüz’ dedi. Rasulullah bunları duydu ve Ömer’in karşısına çıktı. Ömer Radıyallahu Anh Rasulullah’ı görünce, şehadet getirerek İslam’a girdi. Evdekiler öyle bir tekbir getirdiler ki, Kâbe’de bulunanlar bile bu tekbiri duydu. Dedim ki: ‘Hak üzerine değil miyiz ey Allah’ın Rasulü?’, ‘Şüphesiz hak üzereyiz’ dedi. ‘Öyleyse niçin gizleniyoruz?’ dedim. Bunun üzerine iki saf hâlinde çıkarak Kâbe’ye doğru yürümeye başladık. Bir safın başında ben, birinde de Hamza vardı. Bu şekilde Kâbe’ye girdik. Kureyş, beni ve Hamza’yı görünce, büyük bir umutsuzluğa kapıldı. İşte o gün Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem beni ‘Faruk’ diye isimlendirdi.”

                Bu iki adamın da İslam’a karşı açtıkları korkunç savaşa rağmen, onlardaki yöneticilik ve liderlik vasıfları Rasulullah’ın gözünden kaçmamıştı. Bunlardan birinin İslam saflarına katılması, bu safın kuvvetlenmesine ve üstün olmasına sebep olacaktı. Böylece küfrün azgınlığı sadece kalplerde kalacak ve güçlenen İslam’a karşı koyamayacaktı. Küfrün içerisindeki elektriklenme bitecekti. Kuvvetli bir çatışma olduğu zaman da durum tamamen değişecekti. İşte bu durum, Allah’ın takdiriyle Ömer bin El-Hattab’ın İslam’a girişi neticesinde ortaya çıkmıştır.

                Günümüzde, İslamî hareketin, bu büyük şahsiyetleri çok iyi bir şekilde seçmeye ve kalın, karanlık perdenin altında gizli olan kıymetli cevherlerini ortaya çıkarmaya gerçekten de çok ihtiyacı var. İslamî hareket, bütün gücü ve imkânlarıyla bu perdeyi aşarak, kalbin gizli olan tellerine dokunmalıdır. O zaman bu kalp İslam’ın nuru ile canlanacak, imanın lezzeti ve muhteşemliğiyle etrafa ışık saçacaktır.

                Belki de Ömer’in kılıcını kuşanarak Rasulullah’ı öldürmeye gidişinin nedeni, Haşim Oğullarının kahramanı Hamza bin Abdulmuttalib’in, dayısı Ebu Cehil’e karşı yapmış olduğu hareketin intikamını almak içindi. Mahzum Oğullarına ve onların dostu olan Abdulmuttalib Oğullarından Adiy Oğullarına karşı yapılan bu haksızlığa nasıl susabilirdi? Ömer’in bu koyu kavmiyetçiliğini yıkan ve eriten nedir? Ömer’in bu koyukavmiyetçiliğini yıkıp eriten kız kardeşi Fâtıma binti El-Hattab’ın sağlam inancıdır.

                Ömer, kız kardeşinin yarasından akan kanın karşısında, kendisinin her şeyden daha değersiz olduğunu görmüş, küçüldükçe küçülmüştür. Kız kardeşinin: “Ne kadar zorba davranırsan davran, dinimden dönecek değilim” diyerek cesurca meydan okuyuşu onun bütün benliğini eritmiş, gurur ve kibrini yıkmıştı. İşte en şiddetli zorbalıklar bile, Müslümanların Allah yolunda fedakârlıkları, sağlamlıkları ve ezilmişlerin hak üzerine sebatları karşısında hezimete uğrayacak, yıkılıp çökecektir. Çok önemli olan bu yönün şuurunda olmalıyız. Hak’ta sabit kalmak suretiyle davayı ve davetçileri nasıl kazanacağımızı bilmeliyiz. İsa bin Meryem’in havarilerinin yaptıkları gibi: Onlar, çarmıhlara gerilmiş, testerelerle doğranmış ve etleri kemiklerinden ayrılmış fakat yine de Allah’ın dininden vazgeçmemişlerdir.