Dosya

Çok Tartışılan İstanbul Sözleşmesi Nedir? – 3

Paylaş:

 

Ekim sayımızda ilk dört maddesini sizlerle paylaştığımız Aile Akademisi Derneği’nin yayımladığı “10 maddede İstanbul Sözleşmesi neden iptal edilmeli?” adlı bildirinin diğer maddeleri ile devam ediyoruz:

5. AYRIMCILIK YAPILMAMASI ADINA CİNSEL YÖNELİM VE CİNSEL KİMLİK KAVRAMLARI LEGALLEŞTİRİLMEKTEDİR

Toplumsal cinsiyet kavramı pek çok farklı bağlamda, daha geniş içeriklerde kullanılabilmektedir. Toplumsal cinsiyet ile ilgili metinlerde cinsel kimlik ve cinsel yönelim de ele alınan ve savunulan olgulardır. Bu durum İstanbul Sözleşmesi’nde de görülmektedir. Sözleşmenin Temel Haklar, Eşitlik ve Ayrım Gözetmeme (Madde 4), 3. bendinde “Özellikle mağdurların haklarını korumaya yönelik önlemler olmak üzere, işbu sözleşme hükümlerinin cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka görüşe sahip olma, ulusal veya sosyal menşe, bir ulusal azınlıkla bağ, mülkiyet, doğum, cinsel yönelim, cinsel kimlik, yaş, sağlık durumu, engellilik, medeni hâl, göçmen ya da mülteci olma durumu veya başka statüler temelinde herhangi bir ayrımcılık olmaksızın taraflarca uygulanması güvence altına alınmıştır” denmektedir. Sözleşme hükümlerinde cinsel yönelim ve cinsel kimliğe yönelik ayrım yapılmaması adına, bu olgular legallik elde etmiştir. LGBTİ örgütleri bu sözleşmeye dayanarak, siyasi iktidarın LGBTİ haklarına dair ifadelerin ve statülerin anayasallaştırılması ve yasallaştırılması konusunda hukuki yükümlülüğü olduğunu ifade etmektedir.

Sözleşmede ifade edilen cinsel yönelim ve cinsel kimlik ifadeleri, Avrupa Konseyi’nce hazırlanan sözleşmenin açıklayıcı metninde tanımlanmıştır. Buna göre sözleşmede geçen cinsel yönelim ve cinsel kimlik ifadeleriyle lezbiyen, biseksüel, gay ve trans bireylerin şiddetten korunmasının amaçlandığı belirtilmiştir. Yine bu metinde Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin üye devletlere gönderdiği, “Cinsel Yönelim veya Toplumsal Cinsiyet Kimliğine Dayalı Ayrımcılıkla Mücadeleye İlişkin Tedbirlerle İlgili CM/Rec (2010) 5 sayılı Tavsiye Kararı”na atıf yapılmıştır. Bu tavsiye kararında LGBTİ olarak ifade edilen bireylere yönelik pek çok güvence sağlanmıştır. Bunlardan bazıları örgütlenme özgürlüğü, fon kaynaklarına ulaşımda ayrımcılık yapılmaması, barışçıl toplanma özgürlüğünün etkili biçimde kullanılması için uygun tedbirlerinin alınması, kamu ahlakı/kamu düzeni gibi gerekçelerin suiistimalinin engellenmesi, okul müfredatına ve eğitim malzemelerine cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet kimliğiyle ilgili bilgilerin dahil edilerek, öğrencilerin kendi cinsel yönelimleri ve toplumsal cinsiyet kimliklerine uygun biçimde yaşamalarının mümkün kılınmasıdır.

6. İSTANBUL SÖZLEŞMESİ, ŞİDDETİN ÖNEMLİ BİLEŞENLERİNİ GÖRMEZDEN GELMEKTEDİR

Sözleşme kadına yönelik şiddeti sadece toplumsal cinsiyet perspektifi üzerinden açıklamaktadır. Sözleşmenin giriş bölümünde de “Kadına karşı şiddetin yapısal özelliği toplumsal cinsiyete dayanmaktadır” denmektedir. “Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi” ismindeki bu belgede şiddeti önlemeye ilişkin tüm önlemler toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yöneliktir. Literatürde kadına yönelik şiddete ilişkin tanımlanan risk faktörlerinin hiçbirine yer verilmemiştir. Çocuklukta kötü muameleye maruz kalma, alkol ve uyuşturucu madde kullanımı, psikiyatrik bozukluklar, kumar gibi şiddeti önemli oranda artırdığı bilimsel olarak tespit edilen risk faktörlerine değinilmemiştir. Dünya Sağlık Örgütü’ne göre şiddeti uygulayan için 25, kurbanlar için 27 risk faktörü tanımlanmıştır. Alkol kötüye kullanımı veya bağımlılığında hiç tanı almayanlara oranla saldırganlık yaygınlığının 12 kat; madde bağımlılığında ise 16 kat daha fazla olduğu; erkeğin kadına fiziksel şiddet uygulamasının alkol alındığı günlerde 8 kat daha fazla olduğu vb. alkol-şiddet ilişkisine dair pek çok bulgu mevcuttur. Yapılan pek çok çalışmada aile içi şiddeti artıran olaylar arasında ekonomik yetersizlik ilk üç sırada yer almaktadır. Şiddeti ele alan araştırmalar değerlendirildiğinde şiddetin sadece “erkek” ve “kadına” yüklenen sosyal roller, ataerkil yapı argümanları üzerinden açıklanamayacağı açıktır. Şiddeti sadece toplumsal cinsiyet eşitsizliğine indirgeyen bu yaklaşımın, şiddeti önlemeye ilişkin gerçek bir kaygısının olup olmadığı oldukça şüphelidir.

7. SÖZLEŞME, UYGULANDIĞI YILLAR BOYUNCA ŞİDDETİ ÖNLEYEMEMİŞTİR

Toplumsal cinsiyet eşitliğini şiddetin önlenmesi için tek reçete olarak sunan bu sözleşme, toplumsal cinsiyet eşitliği indeksinde üst sıralarda olan ülkelerde, kadına yönelik şiddet, cinayet ve tecavüz oranlarının niçin yüksek düzeylerde olduğunu açıklayamamaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliğinde model ülke olan İskandinav ülkelerinde şiddet ve tecavüz oranları ürkütücü seviyelerdedir. Uluslararası Af Örgütü’nün raporuna göre Finlandiya’da her yıl 50.000 kadın tecavüz ve cinsel şiddete maruz kalmaktadır. Danimarka’da 2017 yılında 24.000 kadın tecavüze uğramış veya tecavüz girişiminde bulunulmuştur. Konu ile ilgili Uluslararası Af Örgütü Genel Sekreteri Kumi Naidoo, cinsiyet eşitliği açısından ilk sıralarda yer alan İskandinav ülkelerinin şok edici derecede yüksek tecavüz oranlarına sahip olmasının bir çelişki olduğunu ifade etmiştir. Benzer şekilde toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı politikaların uygulanmaya başlamasından sonraki süreçte de ülkemizde istatistikler şiddetin azalmadığını göstermektedir. Adalet Bakanlığı verilerine göre aile ve asliye mahkemelerinde onaylanan kolluk kuvveti kararları her geçen yıl artmaktadır.

8. İSTANBUL SÖZLEŞMESİ DÜNYANIN PEK ÇOK YERİNDE TEPKİYLE KARŞILANMAKTADIR

İstanbul Sözleşmesi ve toplumsal cinsiyet perspektifi şiddetin önlenmesinin vazgeçilemez çözümü değildir. Sözleşmede yer alan bazı maddeler ilk akla gelen anlamlarıyla şiddetin varlığına ilişkin tespitler sunsa da çözüm reçetesinin toplumsal cinsiyet algısına indirgenmesi ve bu maddelerdeki kavramların tanımlarının belirsizliği sözleşmenin ideolojik yönünü ön plana çıkarmaktadır. Bu nedenle sözleşmenin gündem olduğu ülkelerde güçlü bir muhalefet oluşmuş, toplumsal cinsiyet ideolojik bir kavram olarak değerlendirilmiştir. Sözleşme toplumların yapısını değiştirmeye çalışan gizli gündemli bir metin olarak ele alınmakta; kilise başta olmak üzere, sağ partilerden, liberal politika karşıtlarından, toplumun farklı kesimlerinden büyük tepkiler toplamaktadır. Bulgaristan Hükümeti 2018 yılında İstanbul Sözleşmesi’ni reddetmiş, Anayasa Mahkemesi sözleşmenin Bulgaristan Anayasası’na aykırı olduğuna karar vermiştir. Polonya’da 2014 yılında “toplumsal cinsiyet ideolojisi”ni durdurmaya ilişkin parlamento komisyonu kurulmuştur. Hırvatistan’da 2018 yılında İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin önemli tepkiler meydana gelmiştir. Hırvat muhafazakârlar, sözleşmenin kadınları koruma argümanı altında “toplumsal cinsiyet ideolojisi”ni teşvik ettiğini ve geleneksel aile değerlerini zayıflattığını ifade etmiştir. Hırvatistan Başbakanı ise, İstanbul Sözleşmesi’nin özünün kadınları şiddetten korumak olduğunu vurgulayarak, hükümetin herhangi bir yanlış yorumlamanın önüne geçeceği vaadinde bulunmak durumunda kalmıştır. Ekvador’un solcu Cumhurbaşkanı Rafael Corrêa, “toplumsal cinsiyet ideolojisini” aileyi yok etmeye yönelik bir araç olarak yorumlamış ve kınamıştır. *

*Kaynak: Aile Akademisi Derneği