Kurban ibadetini hep Saffat Suresi’ndeki Hz. İbrahim Aleyhisselam’ın rüyasında oğlu Hz. İsmail Aleyhisselam’ı kurban etmesinin istenmesi açısından konuşuruz ama "kurban kes" emrinin yer aldığı Kevser Suresi bağlamında da konuşursak başka boyutlarıyla da derinlemesine anlamış oluruz. Âs b. Vâil gibi bazı Mekkeli müşrikler: “Muhammed’in oğlu öldü ve soyu kesilecek, davası da bitip gidecek” gibi sözlerle ileri geri konuşuyor, kendilerince bazı hesaplar yapıyorlardı. İşte böyle bir dönemde Allah Azze ve Celle bir moral desteği olarak elçisine sahip çıkıyordu: “Şüphesiz, Biz sana Kevser´i verdik. O halde, Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Doğrusu, asıl ebter (soyu kesik) olan sana kin duyandır.”1
Davanın kökünün kurutulacağı söylem ve eylemlerine karşı Allah Azze ve Celle, Rasulü’ne “Kevser’i” (bitmeyen iyilik ve hayır) vereceğini bildirerek namazı ve kurban kesmeyi emrediyordu. Hakiki bir kulluğa, bu kulluğun sembolü olarak namaz ve Allah Azze ve Celle için bir şeyler feda etmenin gerekliliğine dikkat çekiyordu. Allah Azze ve Celle, bitmemenin yani devamlı ayakta kalmanın yolunu gösteriyor ve kısacık bir sure ile kocaman bir mesaj veriyor: Feda etmeyi öğrenmekle ayakta kalırsınız, davalar bedel ödeyen fedailerin omuzlarında yükselirler. Allah Azze ve Celle bir hareketin ayakta kalmasının ve hayırlara (Kevser’e) ulaşmasının sigortası olarak hakiki bir kulluk ve kurban kesmeyi yani feda etmeyi öğrenmeyi şart koşmuş oluyor.
Kurban asıl olarak; soy kesilmesin, yani davanın sonu gelmesin diye bir şeyleri feda etmek adına kesmektir. İşte bu yönüyle Hz. Peygamber Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in soyunu kurutmak ve getirmiş olduğu davayı bitirmek isteyenlerin sesini kısacak, soyunu kesecek bir eylemdir kurban.
Tevhid davasının en büyük fedaileri elbette ki peygamberlerdir ancak her şeyini feda edenler sadece peygamberler olmamıştır. Kur’an-ı Kerim ve hadisler bize böylelerini örnek olarak anlatır: Firavun, sihirbazları marifetiyle Musa Aleyhisselam’ı rezil edecek ve böylelikle davasını boşa çıkartacak, kökünü kurutacak bir plan yapmıştı. Hz. Musa Aleyhisselam: “Asanı yere at!” emrine teslim olunca Allah Azze ve Celle Firavun’u rezil etmiş, Firavun da: “İnsanlar bana karşı çıkmanın cezasının ne olduğunu sizde görsünler” diyerek, teslimiyet gösteren sihirbazların el ve ayaklarını çaprazlama kesmişti. Oysa onlar, kendilerinden sonra gelen nesillere imanın dirilişinin ve tam bir teslimiyetin sembolü oluyorlardı da zalim Firavun ve avanesi bunun farkında değildi. Mevcut diktatör Firavun ile pazarlıksız iş yapmayan bu topluluk, iman eder etmez hiçbir pazarlığa girmeden büyük bir fedakârlık yapan, taze imanları uğrunda canlarından vazgeçen güzide bir topluluğa dönüşüyordu. İşte fedakârlık yapanlar, kendilerini İsmail’ce feda edenler, beraberlerinde binleri diriltiyor, bitirilmek istenen dava daha da güçleniyordu. O anda hiçbir pazarlık düşünmediler ve ellerini Allah Azze ve Celle’ye açarak: “…Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür”2 diye dua ettiler. Sihirbazların bu duası Kur’an’da geçen muazzam bir duadır. Kur’an’da aynı terkiple başlayan: “Üzerimize sabır yağdır ve ayaklarımızı sabit kıl” duasının bir ileri basamağı gibidir adeta: “Rabbimiz biz ölmeye zaten razı olduk, senin için öyle bir teslimiyetle ölelim ki imanımızda herhangi bir eksilme olmasın” dercesine... Birazdan Firavun’un bıçağı onları kesecek ve onlar, Allah Azze ve Celle’den imanlarının bedelini ödeyebilmek için sabır ve direnç istiyorlar. Tıpkı bir kurban gibi kesilmeye giderken: “Davamız uğrunda bize öyle bir sabır ver ki Ya Rabbi şu bedeli ödeyebilelim, Sen’in için kesilmeyi, feda olmayı becerebilelim” diyorlardı adeta. Kurban edilmekten değil, imanlarının zaafa uğramasından endişe edip Müslüman olarak ölebilmeyi diliyorlar. Amasız, pazarlıksız tam bir teslimiyet… Böyle fedaileri olan bir davanın önünü kim kesebilir, kim “ebter” haline getirebilirdi ki? İşte İslam davası her çağda fedailerinin (feda etmeyi öğrenenlerin) omuzlarında yükselecektir!
Bizler henüz kurban kesmenin manasını bile doğru anlayamamışken bu kutlu davanın tarihi, “kurban olmayı” severek, isteyerek başarmış böyle yiğit adamlarla doludur. İşte Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in hadislerinde anlatılan bir başka örnek: Uhdud (hendekler) ashabının kendisini öldürme çabasını, “kendisini feda ederek” toplumunun imanına vesile eden genç adam; kendini kurban ediyordu Rabbinin yoluna ve bir toplumun neredeyse tamamının uyanışına vesile oluyordu. Bir genç adamın kendini feda etmesiyle gerçek imana ulaşmış, ateşe atılsa da dininden dönmeyen bir toplum doğuruyordu. İşte böyle birileri kendini feda edecek ve dava da duyulmuş olacak, tanınmadan yok olup gitmeyecek…
Fedakârlık Neden Gereklidir?
Rabbimiz kurban ibadetiyle bizlere fedakarlığı, feda etmeyi öğretmek istiyor. Hayatımıza bir bakalım belki de şimdiye kadar onlarca kurban kesmişiz ama kurbanın parası dışında Rabbimize neyimizi feda etmişiz, neyi feda etmeyi öğrenmişiz? Bu soruların cevabı bize teslimiyetimizin derecesini gösterecektir. Bir toplulukta mücadelesi verilen dava uğrunda ne kadar çok kişi ne kadar çok şeyden vazgeçmişse bu, o topluluğun davalarına olan bağlılığının derecesini de gösterir. Müslümanlar kurbanı yani Allah’a yakınlaşmak için fedakarlığı öğrenmediği müddetçe davanın geleceği her zaman tehlike altında olacaktır. Fedaileri (feda edenleri) olan davalar nasıl ki yükseliyorsa uğrunda fedakarlıktan kaçınılan her dava ise mutlaka gerileyecek ve hedefine ulaşamayacaktır.
İsmail’i feda edince, İsmail’inden vazgeçtiğini gösterince Allah Azze ve Celle’nin Hz. İbrahim Aleyhisselam’a koç göndermesi, bir çıkış yolu açması, ümmetin sigortasının feda etmeyi göze almaktan geçtiğini öğretmeli değil mi bizlere? Kurban kesen Müslüman, hayvanı yere yatırdığı gibi kendisine Allah’a yakınlaşma yolunda engel olan her şeyi de masaya yatırmalı, “ileride feda etmem gerektiğinde yere yatıramayacağım, kesip atamayacağım sevgilerim, İsmaillerim kalmamalı” diye düşünebilmeli ve “kestiklerimiz kendi İsmaillerimiz olmadığı müddetçe ümmetin İsmail’lerine bıçakların uzanmaya devam edeceğini” bilmeli.
Aslında İslam düşmanları her zaman önümüze tepeler inşa etmez, bazen kuyu da kazarlar. Tepe olsa belki zorlanınca uyanacağınızdan endişe ederler. Bunu bilirler ve kuyular kazıp bizi (ümmeti) düşürecek, belini doğrultamayacak hale getirmenin planını yaparlar; dünyaya, haramlara, lükse, rahat bir hayata dalarsınız da kuyuya atıldığınızın farkına dahi varamazsınız. Davanız için fedakârlık yapmanız gerektiğinde maslahat adı altında rahat yollar ararsınız. Oysa Allah Azze ve Celle fedakarlığı öğretmek istiyordur da siz hep kaçıyorsunuzdur.
Kurban Siyasal Bir Simge Olabilir mi?
Siyasal simge denince öncelikle aklımıza bir dönem bu bahaneyle yasaklanan başörtüsü gelir. Aslında mesajı anlaşılırsa kurban eyleminin başörtüsünden çok daha etkin bir siyasal simge olduğu görülecektir. İbrahim Aleyhisselam kurban eylemiyle, davası için kendisine mâni olabilecek ne varsa “feda ederim” demiştir. İslam davasını bitirmek isteyenlere karşı tavırdır kurban. “Bakın biz bu din, bu dava bitmesin diye gerekirse her şeyimizi feda ederiz” demenin sembolik ifadesidir. Biz kurbanı böyle anlamadığımız için İslam’ı anlatmamızdan rahatsız olanlar, kurban kesmemizden rahatsız olmazlar; başörtüsünü siyasi simge olarak görenler, böyle bir kurbanı siyasi bir simge olarak görmezler. Ruhu alınmış, içi boşaltılmış bir kurban elbette ki rahatsız edici değil, şekilsel bir ritüeldir onlar için. Gün gelir de her yıl kesilen milyonlarca kurban, milyonlarca “feda etmeyi öğrenmiş” Müslüman tarafından kesilir hale gelirse kim bilir kurban da siyasal simge sınıfına girebilir.
Feda edebilmeyi öğrenmiş bir nesil olabilmek duasıyla…
1. Kevser, 1-3
2. A’raf, 126