Geçen ayki yazımızda “La İlahe İllallah”ın gerekleri konusunu üç ayrı noktadan ele almaya başlamış ve birinci noktayı açıklamıştık. Şimdi ikinci noktadan devam ediyoruz.
Soruyoruz: Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in ashabının La İlahe İllallah’ın gereklerinden uyguladıkları, kendiliklerinden nafile ibadet olarak yaptıkları, emredilmemiş şeyler miydi? Burada karıştırılabilecek bir husus var: Ashab nesline göre nafile ve teklif1 arasındaki fark.
Örnek neslin özelleştiği nokta, Allah Azze ve Celle’den gelen emirleri yerine getirmek değildir. Teklifler bütün nesillere farz olan ve onlardan da istenen bir şeydir. O neslin özelleştiği nokta, bu teklifleri çok üstün bir derece ile yerine getirmiş olmasıdır.
Allah Teâlâ harbi farz kıldı. Ama yanındaki azığı birkaç hurma ile evinden cihat için çıkan ve cennete giden yolda kendisini geri kalmış sayarak; “Bunları yiyecek kadar beklesem, çok uzun bir şey!” deyip, hurmalarını elinden attıktan sonra kendisini savaş alanına atıp şehit düşen insan!... İşte bu, ilahi teklifin uygulanmasında üstün bir derecedir. Bu ve benzerleriyle örnek nesil ashab, özelleşmiştir bunda. Fakat harbin kendisi, ilahi teklife icabettir, sadece o nesle de ait değildir, geneldir.
Allah Teâlâ, İslam toplumunun tamamından, o topluma lütfettiği zenginliklerle genel hayra katılmalarını istemiştir. Zenginler, nisap fazlası mallarından verirler ve devlet de ayetin açıkladığı muhtaçlara dağıtır onu.2 Allah yolunda yapılacak harcamalar içinse zekâttaki gibi ölçüler konmamıştır. Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyuruyor ki: “Malda zekâtın dışında bir hak vardır.”3
Allah yolunda yapılan bu harcama sadece ilk neslin yaptığı bir şey değildi. Zira bu bütün nesillere emredilmiş bir tekliftir. Ama bütün malını verenler… Misafiri geldiğinde, çocuklarına yetecek kadarından başka yiyeceği olmayan ve hanımına: “Kandili söndür, çocukları da yataklarına yerleştir” deyip, yalnızlık hissetmesin diye misafirin yanında yiyor gibi yapan, hakkında Allah Teâlâ’nın şu ayeti indirdiği insan: “Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile başkalarını kendilerine tercih ederler.”4
İlk örnek ve bu örnek, Allah Teâlâ’nın farz kılmadığı nafile bir ibadettir. Eşsiz nesil yapabilmiştir bunları ve benzerlerini. Kimi insanların zihninde karışabilen iki şeyi tamamen ayırmış olduk böylece. Eşsiz neslin O’nun emriyle yaptığı şeyler; bu yalnız onlara ait değildir, bütün nesiller içindir, terk etmeleri ile günahkâr olurlar. Ve köklü, derin imanları ile O’nun emirlerine karşı pek hassas olan kişilikleriyle güzel amelleri farzları gibi yapmaları…
Şimdide teklif olduğu için (nafile olduğu halde farzlar gibi yaptıkları şeyler değil) yaptıkları amellerine bakalım: Yüce Allah’ın Kitabı ve Rasulü’nün sünnetinde olan şeylere uyma, herhangi bir işte O’na ve Rasulü’ne başvurmayı ilk nesil, üzerine farz olmadan nafile olarak mı yapıyordu? Allah Teâlâ yolunda gerçek bir cihat, teklifin dışında nafile bir ibadet midir?
Toplumun fertleri arasındaki dayanışma, mü’minler arasındaki gerçek kardeşlik, iyilik ve takvada yardımlaşma, mal, kan ve ırzların korunması ve bunların bütünüyle gerçekleşen ümmet anlamının gerçek şekli, teklif edilmedikleri nafileler miydi? Yeryüzü gerçeğinde ilahi adaletin sağlanması, La İlahe İllallah’ın ahlakı ile ahlaklanma, ahitlere vefa… Teklif olmadan yapılan nafileler miydi? Onların hissinde, imana ek olarak yapılan şeyler miydi bunların hepsi? Hiçbirini yapmasalar da somut bir tasdik ve ikrarla iman, nefislerinde ve hayatlarında gerçekleşir miydi?
Yoksa bütün içtenlikleriyle -Kur’an-ı Kerim ve Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem’den öğrendikleri gibi- bu tekliflerin yerine getirilmesinin, Kelime-i Tevhid’e imanın gereği olduğuna mı inanıyorlardı? Ardından da O’na yaklaşma için o yüksek değerlere mi ulaşmışlardı?
Allah Teâlâ, kalplerde örtülsün, göğüslerde yerleşsin ama insanların hayatında bir değişiklik yapmasın, hakkı destekleyip batılı kaldırmasın, iyilikleri uygulamasın, kötülüğe de tepki göstermesin diye mi kitaplar indirdi, Rasuller gönderip onları sabır ve sürekli cihatla mükellef kıldı?
Şu ümmetin varlık amacı bu mu? “Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a iman edersiniz.”5
Bu ümmetin çıkarılmasındaki hedefin fazladan; varlığı ve yokluğu aslı etkilemeyen anlamda olması makul mü? Yoksa La İlahe İllallah’la gerekleri arasındaki bağlantı ile nesle, ashaba hastı, onlardan sonra gelenler için tasdik ve ikrarın dışında bir amel yoktur, mu diyecekler? Bu sözün kitap, sünnet veya sağlıklı bir mantıktan dayanağı var mıdır?
Gerçekten ilk nesil, La İlahe İllallah’ın gereklerini kendinde ve hayat gerçeğinde, tarihte tekrarı olmayan bir şekilde uygulamıştır. Sonraki kuşaklar da uzun yıllar boyunca, adım adım gereklerden kopmuş, sonunda da neredeyse tamamen sıyrılacak duruma gelmiştir. Ama bunun nedeni ilk neslin, sonraki nesillerde olmayan özel emirlerle mükellef olması veya diğer nesillerin önceki nesillere emredilenlerden muaf tutulması değildir. Teklifler aynı tekliflerdir, O’nun Kitabı ve Rasulü’nün sünnetindeki gibidir. Onları uygulamaya koymak ise, La İlahe İllallah’ın gereğidir. Hakikatte herhangi bir nesille ilgisi yoktur.
*Muhammed Kutup’un Düzeltilmesi Gereken Kavramlar kitabından alıntıdır.
1. Teklif: Allah Teâlâ’nın insanları, emir ve yasakları üzerine hareket etmeye görevlendirmesi, Allah’ın emirleri.
2. Tevbe, 60
3. İbn Mace
4. Haşr, 9
5. Âl-i İmran, 110